13.04.2010

Sakin olun, topu Garrincha’ya verin...


1958 Dünya Kupası hem biz Türkiye hem de dünya futbolu açısında bir çok ilki, bir çok skandalı, rekoru ve yıldızı barındıran bir organizasyondu. Günümüz futbol organizasyonlarda belki asla görülmeyecek hayal edemiyeceğimiz olan kaos, goller ve yıldızlar bu turnuvanın daha eleme aşamalarından itibaren başlamıştı...

Bugünlerde Güney Afrika’ya gitmek için işi mucizelere kalmış Türkiye o günlerde 1958 Dünya Kupası için FIFA’nın o zamanki keşfi Asya –Afrika grubuna dahil edilmişti.

Bu grup tam on bir takımdan oluşuyordu ama o zamanın dünyasında siyasi iradeler spor üzerinde bugünkünden kat ve kat güçlüydü. Etiyopya ve Kore Cumhuriyet’i daha baştan gruptan çekilmiş. Bu günkü adı Tayvan olan Çin Cumhuriyet’i ise çekilen kura sonucunda kendisiyle eşleşen Endonezya ile oynamam diyip maçı oynamamıştır.

Bundan sonra ise olaylar hakikaten komedi haline geliyor grubumuzda. Hem Avrupa grubuna dahil edilmeyen hem de kurada İsrail’i çeken Ulusal Takımımız ben de oynamıyorum derken kendisine Mısır ile eşleşen Kıbrıs ta katılmıştı.

Fantastik grupta oynanan ilk maçta Sudan Suriye’yi elemiş bu seferde yarı finalde olan Endonezya İsrail’e gitmeyi reddetmişti. İsrail maç oynamadan finale çıkarken rakibi Mısır’ın karşısına çıkmamasıyla Sudan olmuştu.

On bir takımlı grupta final maçına kadar sadece tek maç oynanmış ve o finale de Sudan ve İsrail adını yazdırmıştı. Tahmin edebildiğiniz gibi Sudan maça çıkmadı ve İsrail maç yapmadan Dünya Kupası finalisti oldu.

Hikaye bitti hadi kupaya gel artık diyorsanız çok yanılıyorsunuz. Bu kez de İsrail’li futbolcular isyan edip biz gitmek istemiyoruz demişti. FIFA da o zaman siz Avrupa’dan bir takımla oynayın(En iyi grup ikicisi) bu maçın galibi kupaya gitsin hatta bu da statü olsun buyurmuştu. İlk başvurulan takım Belçika teklifi reddetmiş ama Galler seve seve biz oynarız demişti. Ve bu maç sonucunda Galler Dünya Kupası hakkı kazanmış ve hatta orada da gruptan çıkıp Brezilya’ya elenmişti. Bu maçtaki tek golü ise on yedi yaşında bu kupada adını ilk defa duyuran Pele atmıştı.



Yazının başında dedik ya bu dünya kupası bir çok ilke, rekora ve garipliğe ev sahipliği yaptı, hadi bunlara kısaca bir göz atalım:

Bu kupa televizyondan canlı yayınlanan ilk dünya kupasıydı ve belki de bu ilk adım futbol ekonomisinin dir daha geri dönülemez şeilde değiştiriyordu...

“...bu kanallar, dünya kupası heyecanlarına da o meşhur "pasta" ve kremasının hatırına büyük bir iştahla saldırmaya başladılar. dünyanın öbür ucundaki bir frikiği evindeki koltuktan, anında izleyebilen bir futbolsever, içine düştüğü inanılmaz lüksün rehavetiyle "tv'ler mi dünya kupası'na, yoksa kupa mı tv'lere hizmet ediyor?" sorusunu çok sonra sormaya başlamıştır.” (1)

Belki de bu kupayı ilginç kılan en önemli detaylardan biri ise günümüze kadar oynanan tüm kupalarda finali turnuvanın düzenlendiği kıtanın bir ülkesi kazanmışken Brezilya’nın Avrupa’da kazandığı bu kupa dünya kupaları tarihinin bu alanda tek istisnası olmuştu.

Maç başına gol istatistiği ise günümüz için hayal bile edilemeyecek bir oran tam tamına 3.6 idi. Tabi bu turnuvanın gol kralı da bu istatistiğe yakışan biri olmalıydı. 6-3 biten üçüncülük maçında Federal Almanya kalesine tam dört gol bırakan Fransız Just Fontaine 13 golle turnuvanın gol kralı olmuşu. Fontaine’nin bu gol rekoru yıllarca kırılamadı.

Büyük Britanya tarihte ilk ve son kez bünyesindeki dört ülkenin tamamıyla bu turnuvaya katıldı. İngiltere, İskoçya, Kuzey İrlanda ve Galler bu büyük adayı bir bütün olarak temsil ettiler.

Ve işte benim futbolu sevmeye başlamamdaki en büyük etkenlerden birini doğuracak final maçı...



Ev sahibi İsveç, Sovyetler Birliği ve Federal Almanya’yı geçmiş ve Galler ile Fransa’yı kupa dışı bırakan Brezilya’nın karşısında çıkmıştı. Bu maçın hikayesi o kadar geniş ki benim yazı bilgimin düzgün şekilde bir toparlama yapabileceğini hiç sanmıyorum...

Maçın seramonisine çıkanlar şöyleydi:

Brezilya: Gilmar, Bellini, Djalma Santos, Didi, Zagallo, Pele, Garrincha, Nilton Santos, Orlando, Zito, Vava...

TD: Feola Vincente

İsveç: Karl Svensson, Orvar Bergmark, Sven Axbom, Nils Liedholm, Sigvard Parling, Kurt Hamrin, Gunnar Gren, Agne Simonsson, Lennart Skoglund, Bengt Gustavsson, Reino Borjesson...

TD: Raynor George

Hakemler: Guigue Maurice, Dusch Albert, Gardeazabal Juan

Yukarıda İsveç kadrosundaki Gunnar Gren ilk ulusal maçına çıktığında Brezilya’lı Pele henüz doğmamıştı. Turnuvaya 3-4-3 taktiğiyle başlayan Breziya’da futbolcular 0-0 lık İngiltere maçında isyan etmişti. Bunun üzerine Fenerbahçe’nin eski teknik direktörü Didi ortasahadan birer futbolcuyu ileri ve geri göndermis ve Brezilya ile özdeşleşmiş 4-2-4’ün mucidi olmuştu...

Maçı isterseniz Halit Kıvanç ustanın kaleminden okuyalım:

“Hepsi bir yana. O finallerin finali Brezilya-İsveç maçı yeterdi sadece... Daha 4 dakikada 38 yaşındaki İsveçli yıldız Liedholm inanılmaz bir soğukkanlılıkla plaselediği topla maçın ilk golünü atıyordu. Gilmar'ın uçuşu boşunaydı. Brezilya fırtınası durmuş muydu? Hayır!.. Fırtına bu İsveç golüyle kasırgaya dönüşecekti. Müthiş sağaçık Garcincha çizgiden uçarcasına iniyor, ortalıyor, gelen topu bombacı vava kale ağzından içeri atıyordu. Güzel, çok güzel bir goldü. Ama asıl güzelliği, az sonra aynen tekranındaydı. Yine Garrincha, yine sağdan yine çizgiden yine uçarcasına iniyor, yine ortalıyordu. Yine vava vardı topun geldiği yerde. Yine vava vuruyordu topa... Ve yine goldü. Hem de aynı gol... Sanki arasına kopya kâğıdı konmuştu iki golün...İilk golün ikiziydi bu gol..

Sonra Pele'nin rakibin başından aşırdığı topa savurduğu vole... 5-2'iik muhteşem sonuç... O finali anlatmayı çok isterdim, dedim ya...

Ama ileride kısmet olacaktı. Tam oniki yıl sonra, büyük dileğim gerçekleşecekti.”(2)

İşte bu Garrincha benim hayatımın futbol yönünü değiştiren adamdı işte TRT’nin siyah-beyaz günlerinde seyrettiğim bu garip adama 6-7 yaşımda beslediğim sevgiydi futbol aşkına dönüşen. İlk onu bilmiştim hatta Pele’den önce, Pele hep anlatılıyordu ve o siyah-beyaz görüntülerde hep goller atıyordu ama Garrincha’nın ayağından o çocuk kalbime gidenler çok fazlaydı. Bu günlerde salon beyefendisi ve hırs küpü Pele’yi gördükçe, yüreğim toprak sahadaki mahalle maçından dönen çocuğun ağzındaki mutlu ıslık gibi oynayan Garrincha’da daha da bir kaldı...

Didi final maçının 4. dakikasında yenilen maçtan sonra top elinde santraya yürürken ardından gelen arkadaşlarına şöyle sesleniyordu: "Sakin olun, topu Garrincha'ya verin "

Ve benim kelimelerle anlatmakla kendimi tatmin edemediğim Garrincha’yı bakın biri Türk, biri Uruguay’lı iki büyük yazar nasıl anlatmış...


Önce Eduardo Galeano:

“Birçok kardeşten biriydi ve ona Garrincha adı verildi; bu çirkin ve işe yaramaz bir kuş ismiydi. Futbola başladığında doktorlar çok şaşırdılar. Bu anormalin hiçbir zaman sporcu olamayacağı teşhisini koydular. Cılızdı, çocuk felci geçirmişti; salaktı, topaldı, bir çocuk zekâsına sahipti, omurgası bir s şeklindeydi ve iki bacağı da aynı tarafa doğru eğikti.

Onun gibi bir sağaçık, bir daha dünyaya gelmedi. 1958 dünya kupası'nda oynadığı mevkideki oyuncular arasında en iyisi seçildi. 1962 dünya kupası'nda ise şampiyonanın en iyi oyuncusu seçildi. Sahada geçen yıllar boyunca daha da fazlasına sahip oldu: futbol tarihinde, çevresine en çok mutluluk veren oyuncu o oldu.

O içinde olduğunda saha bir sirk, top da iyi eğitilmiş bir hayvancık oluveriyordu. Maç mı dediniz? O da tabii ki güzel bir eğlenceye dönüşüyordu. Garrincha, oyuncağını kıskanan bir çocuk gibi topu kimseye bırakmıyordu, top ile o öyle şeytanlıklar yapıyorlardı ki halk gülmekten iki büklüm oluyordu. Kâh o topun üzerinden atlıyor, kâh top onun üzerinden aşıyordu; top saklanıyor, o kaçıyordu, o kaçtığında top onu kovalıyordu. Tüm bunlar olup biterken önlerine çıkan rakipleri, kendi aralarında çarpışıyor, ayakları dolaşıyor, fenalaşıyorlar ve yere yığılıyorlardı. Garrincha yaramazlıklarını orta sahadan uzak, yan çizgilerden sağdakine yakın bir yerlerde yapıyordu. Kenar mahallelerde yetişmişti ve sahanın da kenarında oynuyordu. Botafogo adı verilen bir kulüpte oynuyordu. Kulübün ismi "ateş yakan" anlamına geliyordu, ateşi yakan da oydu tabii. Stadyumları yakan botafogo oydu. İçkiden ve öbür sağlığa zararlı şeylerden çok hoşlanıyordu. Kalabalıkları hiç sevmiyor, nerede bir kalabalık birikse hemen oradan ayrılarak uzak yerlerde oynanmayı bekleyen bir topun, dans edilmesini bekleyen bir müziğin ya da öpülmeyi bekleyen bir kadının peşine düşüyordu.

Peki hep galibiyetler mi görmüştü hayatı boyunca? Hayır. O şanslı bir mağluptu yalnızca. Şans da uzun sürmezdi doğrusu. Brezilya'da bir söz vardır; "bokun değeri olsa, yoksullar kıçsız doğardı," derler.

Garrincha da kendine yakışan bir şekilde veda etti hayata: fakirdi, sarhoştu ve yalnızdı.”(3)


Ve sonra büyük usta İslam Çupi'nin muhteşem kaleminden muhteşem Garrincha:

“Garrincha 1954-1958 dönemi bir sinema şeridi gibi uzatılıp evrensel futbol büyüleri dökmüş Brezilya milli takımı'nın hücum sağ ucundaki kabile reisi idi.

Şimdiki futbolda çok koşulmuş bir at padoku haline getirilmiş ileri uçlar Garrincha'nın kişiliğinde inanılmaz bir estetik lunaparkına dönüyor, fuleden ve ciğerden kurulu sağ açıklık kavramı bu kısa boylu melez beyazın vücudunda, inanılmaz bir dripling vodvilinin bin dekorlu sahnesine dönüyordu.

Ayak ritmlerinden samba notaları çıkarılan driplingdeki benzersiz eskizleri için kendisine Şarlo sanatının üretken ve değişkenliği yakıştırılan Garrincha, Brezilya'ya ve dünya ülkesinin bir numaralı canlı futbol heykeli olmuşken uyuşturucu denen rakip onun oyunculuk diye özetlenen kıvrak saha dünyasını yakalayamayınca, içine girerek belalı beden ve ruh çürümesinin sinsi ihtilalini başlatmıştı.

Beşikten mezara kadar uzanamamış birkaç evlilik... Mekânları ve sosyal konumları yerli yerine oturmamış yedi çocuk... Metresler, gece kadınlarının bir neonluk ışıkta getirip boşattıkları içki bardakları, nizami olmayan sigaralarla dolan izmarit tablaları, hap stokları insan kollarına hangi keyifler için girdiği belli olmayan enjektörler, her gece tomarları incelen artık üretmeyen, üremeyen bir futbol serveti.

Sonunda bir akıl hastanesinin çığlıkları ve bağlama kayışları bol bir odasına düşen Garrincha, ecelden mi yoksa intihardan mı kaynaklandığı belli olmayan bir esrarengiz eylemle hayatının bitimini noktaladığında futbolda bir dönem dünyanın başını çalımlarla çıldırmış insanın mezar haberi gazetelerde tek sütunluk bir selvi gölgeliğinin altına iliştirilmişti.” (4)



(1) Tayfun Öneş, Oyunun İyiliği İçin – 2002
(2) Halit Kıvanç, Gool Diye Diye – 1983
(3) Eduardo Galeano, Gölge ve Güneçte Futbol – 1997
(4) İslam Çupi, Olaylar, Sağbekin Lahana Dolmasını Yemesiyle Başladı-2004
(4) Wikipedia

3 yorum:

gillerprensi dedi ki...

ustam bildiğin makale olmuş bu. Dipnotlara bile yer vermişsin! Tebrikler. O yıllarda futbol maçı seyretmek isterdim açıkçası,şimdiki futbol maçları bana bazen hızı double yapılmış tatsız tuzsuz PES maçlarına benziyor çünkü!

Gökçe dedi ki...

Eyvallah hocam, senin de okuyan gozlerine saglik... Vallahi yazarken ben de o yillara gider oldum bilmesem de... Saygilar...

Unknown dedi ki...

Bu yazı için ne diyebilirim ki? Şuan 15 yaşındayım, bugüne kadar adını hep biliyordum. Ancak hiçbir zaman bu kadar ayrıntılı araştırmamıştım. Futbolu izlemek kadar oynuyorum da. Garrincha'yı araştırmaya başladığımdan beri kendimi onun gibi hissediyorum. Ellerinize sağlık