30.04.2010

Yarın Kadıköy'den Bir Rıza Efendi Geçecek


Yarın benim için tek takım var: Rıza Efendi'nin takımı... Kaderin cilvesi mi dersiniz, ilahi adalete mi bağlarsınız ama lebi-deryaSuadiye Apartmanları sakinlerinin basireti geldi 2 ekmek 1 süt almaya gönderdikleri Rıza Efendi'ye bağlandı.

Bu haftasonu 8 maç oynanacak, yine maç öncesi sonrası ortalık toz duman olacak. Birileri diğerlerine sataşacak, başkaları öbürlerine Bizans diyecek, şike söylentilerinin ardı arkası kesilmeyecek. Bütün o toz dumanın altında birisi sessizce hani hep o kapıcı dairelerini koydugumuz yeraltından, zengin apartmanları ile çevrelenmiş Kadıköy Stadı'na çıkacak. Karşısında o sevmeyen, büyük olasılıkla küçük gören binlerce taraftar olacak. Olsun diyecek, başkalarının sözlerine kulak assaydım ben bu işi 14'ünde bırakırdım diye kendi kendine düşünecek. Çocuklara son talimatları verdikten sonra, rakibinin patronunun elini sıkacak -eski hocasının- ve yerine oturacak. Maç sırasında kah üzülecek, kah hayıflanacak, kah sevinecek. Bazen kenarda takımını izlerken, hayallere dalacak, kendi gençliğini düşünecek. Taşla dolu fulya stadını, kömür karşılığı yapılan hazırlık maçlarını, ilk profesyonel takıma çıktığı gün hissettiklerini, sonra ilk sözleşmesini imzalarken Başkanı'nın gözlerinin içine bakamayışını hatırlayacak. Sonra bir pozisyon kaçacak, hayallerden uyanacak, oyuncusuna kızacak ama kıracak kadar değil, tam ayarında... Maçın temposu düştükçe, kimbilir belki yine düşüncelere dalacak bizim kapıcı çocuğu. Çocukluğu aklına gelecek,  Sivastan İstanbul'a taşan çocukluğu, hep çalışmak zorunda olması, babasına yardım etmediği zamanlarda hınzırca top oynaması. Topa değdikçe, hayata da dokunması ve sonra altyapıya girişiyle beraber taş sahalarda bitmeyen idmanlar, Serpil Hamdi Hocası'ndan ilk dersler, sonra sırasıyla Milic, Stankovic ve Milne... Once yavastan A takıma girmek, sonra takımın vazgeçilmezi olmak ve en sonunda da bütün o okumus havalı çocukların kaptanı olmak: yakışıklı Ali'nin, asi Metin'in ve çapkın Feyyaz'ın ve nice diğerlerinin... Sürekli büyümek ama büyürken de "Rıza Efendiliği" bırakmamak, sahada da saha dışında da ona  bu imkanları sunanlar için hafif bir mahçubiyetle elinden geleni ardına koymamak. Önce asker postalının, sonra serbest piyasaların ezip geçtiği değer dünyamızdan kalan değerlere sıkıca sarılmıştı Rıza Efendi: aslında çalışarak -çok da yetenekli olmasanız da- bir yerlere gelebilmenin, rüşvet ve üç kağıda gerek kalmadan adam gibi kalıp da başarılı olunabileceğinin yegane kanıtıydı  Dönemin 12 Eylül'e en geniş tabanlı meydan okuması olan Beşiktaş 82-92 takımının da simgesiydi Rıza Efendi. Televizyonlardan da "serbest piyasa" pompalandıkça, Beşiktaş kendi öz kaynaklarına döndü, "serbest ithalat" dendikçe yerli oyunculara daha fazla ağırlık verildi. "Benim memurum yolunu bilir" diyenlere inat "şerefli ikincilikler" ile yetinmeyi bildi koca bir camia yıllar boyunca. İşte Rıza da, tıpkı takım arkadaşları gibi böyle bir ortamda takımının kaptanı oldu. Başka bir dünyası yoktu, burada büyümüş, burada kaptan olmuş, burada kupayı kaldırmıştı. İşte kadıköy taraflarında, 2 ekmek 1 süt almaya gönderilen Rıza Efendi, bizim oralarda zaten hep kapıcı çocuğu idi, onu bu yüzden sevmiştik. İçimizden gelen, bizim gibi olan, sokakta top oynayan bir kuşağın son temsilcisiydi. İnsanların fakirlikten değil, çalışmamaktan utandığı, emeğe değer veren bir kuşağın son temsilcisi. Kadıköy'e o pankartı aşan ve büyük olasılıkla Özal döneminin bütün nimetlerinden fazlasıyla faydalanmış bir güruhun asla anlayamacağı, hatta dalga geçeceği bir kuşağın son üyesi... 

Yarın akşam Kadıköy'den Rıza Efendi geçecek. Kendisiyle dalga geçenlere efendiliği ile ders vererek hem de... 
Devamı - Yarın Kadıköy'den Bir Rıza Efendi Geçecek

29.04.2010

Pique Çekmek

Mourinho şuymuş buymuş tartışmalarını bir kenara bırakırsak, paylaşmadan edilmeyecek bir görüntü, maçın en estetik anı... Birçok golcünün aklının ucundan bile geçmeyecek spektaküler bir hareket ile tereyağından kıl çeken defans oyuncusu Gerard Pique.

Devamı - Pique Çekmek

Gecenin Diğer Kaybedeni

Geçen sene sonunda yenilmez görünen Barcelona takımı THY yöneticileri için iyi bir reklam takımı olacaktı. Fakat hesaplanan olmadı, Barselona finale bile çıkamadı. "Globally Yours" mottosuyla iddialı reklam ve sponsorluk harekatına başlayan THY, dün akşamdan sonra Barcelona'nın iç hatlar sponsorluğu ile yetinmek zorunda kaldı. 
Devamı - Gecenin Diğer Kaybedeni

Chaos A.D.


Gençliğimizin efsanalerinden Brezilyalı grup Sepultura İstanbul'da geçtiğimiz günlerde bir konser verdi. Modern zaman efsanemiz Lugano da Sao Paulo günlerinden kankaları olan grubun yanında pogo yapıyordu... Büyüksün Tota...

Devamı - Chaos A.D.

Muro di Gloria (Non-Epic Inter)

Oyuna 2 uç nokta yaklaşımın savaşı oldu; Hollanda imzalı ‘pas futbolu’, ve tabir-i caizse Italyan ‘watchball’u. Pilot kamera tüm ilk yarı boyunca 30 derece sağa, ikinci yarı boyunca 30 derece sola dönük bir şekilde pas tuttu. Futbol tarihinde bir takımın rakibini üst düzey bir mücadelede topa sahip olma konusunda bu kadar ezdiği bir maç pek az görülmüştür. 10 kişi kalınmasına rağmen maçı almasını, az once Inter’li bir arkadaşımın elime tutuşturduğu La Gazetta della Sport, 3. sayfasında ‘Epik Inter’ olarak ifade etmiş. Inter, değil 10;14-15 kişi oynasa bile maçın Barca’nın üçüncü, Inter’in 1. bölgesine sıkışarak geçeceği zaten bekleniyordu. O yüzden ‘epik’ ten çok, Plevne savunması kıvamında bir futbol vasıtası ile, manşetteki ‘Muro di Gloria’ (Zafer Duvarı) tamlamasını hakeden bir mücadele sergilediler. Yüzde yüz defansif mantalitenin, yüzde yüz hücuma kafa tuttuğu bir maç oldu. Interliler’in Barca’yı tuttuğunu iddia ettiği hakem son dakikada, ele çarpma pozisyonuna devam dese dün gece Milano sokaklarındaki klakson sesleri, yerini sessizliğe bırakacak, Barselona -kendi futbol zevkime gore- hakettiği yeri, finali bulacaktı. Bunun üzerine birçok skor yazarı, son dakikada yazdıklarını çöpe atacak, Barca’nın bir sağa bir sola yapılan, ancak dün itibariyle ceza sahasına giremediği için hiçbir anlam içermeyen paslaşmalarına methiyeler düzeceklerdi.


Dün ufak çaplı bir stratejist-sanatçı tartışması yaşamıştık. Mourinho, elinde dünyanın en iyi defansif oyuncularını içeren kadrosuna uygulatabileceği en başarılı strateji ile 2 maça çıktı. İlk maçta rakibin baş döndürücü paslaşmasını 2. bölgede keserken, Camp Nou’da hayata geçirilmesi imkansız olan bu ilk maç taktiğini, daha geride çakılı kalarak, kadrodaki uzun boylu ve yüksek kalitedeki defans oyuncularına ceza sahası içi ve önüne yığılmalarını emrederek 4-5-0 / 5-4-0 arası gidip gelen bir taktik ile uyguladı. Yine Inter’li bir arkadaşımın dediği gibi Barca, standart oyununu oynarken; Inter, kapasitesinin yüzde yüzellisini ortaya koyarak turu geçmeyi başardı. Inter’li taraftarların/teknik kadronun maça yaklaşımını, yaşadıkları haklı Barcelona korkusunu, ve rakibin gücünü kabullenmelerini herhalde en iyi şu 2 resim açıklar:

- Tüm maç çıt çıkarmadan izlenen, ancak Messi’nin ayağından her top alındığında ortalığı naralarla yıkan bir taraftar topluluğu.
- Çok daha zor mali koşullarda, Porto’yu Şampiyonlar Ligi Şampiyonu yaptığında bile yüzünden mutluluk ifadesi okunmayan Mourinho’nun, dün akşamki ‘Uçan Sabri Bey’ tarzındaki maç sonrası şovları

'Sabri' Mourinho

Dünkü mücadelenin Hollanda-İtalya 2000 Avrupa şampiyonası yarı final karşılaşmasını hatırlattığı kişiler olmuştur. 30. dakika civarlarında 10 kişi kalan İtalya, mucizevi şansının ve klasik muhteşem defans anlayışının sayesinde finale çıkan takım olmuştu. Başta bahsettiğim gibi, her ne kadar teknik direktörler ve oyuncular bahsedilen pasaportları taşımasa da, 2 ülkenin yerleşik olarak görüldüğü futbol kültürünün çatışmasında 'catenaccio', 'total''i yine yendi.

Tam istatistikleri bilmiyorum ancak matematiksel bir yaklaşımla bitirelim, topla oynama yüzdeleri üzerinden:

Barcelona - %80 --> 0.8 ≈ 1
Inter - %20 --> 0.2 ≈ 0

Ne diyelim, tarih, antipatik olsa da kazananları yazar...
Devamı - Muro di Gloria (Non-Epic Inter)

Barselona da Eziklik Yapar

Kendini tanrılarını yaratıp tapınanlar için olmasa da benim için çok güzel bir maçtı. Yazının başlığına değinmeden önce kısaca bir maça bakalım: Yarı Final serisinin ilk ayağında 3-1 galip gelmiş ve daha farklı bir skoru kaçırmış Inter Camp Nou'da sizin evinizdeyiz alın topla oynayın dedi Barselonalılara. Barça olayı yanlış anlamış olacak ki kendi kale önü ve orta sahada yaklaşık yüzde seksen bir topla oynama oranı tutturdu ve İnter de neredeyse güle oynaya turu atladı.

Uzun uzadıya yazılacak şeyleri bir çok arkadaş yazıyor zaten, benim için en büyük zevk Eto'o gibi bir adamın yaptığı savunma Milito gibi çoğumuzun burun kıvırabileceği bir adamın verdiği mücadeleyi izlemekti. Takım adeta birbirine bağlı gibi hareket etti sahada. Ha Barselona ne yaptı derseniz ben bir şey göremedim sahada, geçen seneki yarı final ikinci ayak mücadelesi gibi on iki kişi oynamaları dışında.

Gelelim yazının başlığına; maçın bitmesinin üstünden beş dakika geçmeden saha sulama sistemi fıskiyeleri açıldı otuz sekiz yıl sonra gelen finali kutlayan ve hakeden Interlilerin üzerine. Hadi biz de görmeye alışığız bu tip eziklikleri yok ışıkları söndürmeler, adam kovalamalar ama uzay takımına yakıştı mı bu eziklik. Bir de resmi siteden "çimlerin sulama zamanları çok hassas ve sistem otomatik çalışıyor"diye açıklama yaparlarsa tam bizden olurlar...


Devamı - Barselona da Eziklik Yapar

Barcelona - Inter Maçının Ardından: Galeri & Videolar

Tarihi zaferden bu akşamlık bulduğum fotoğraf ve videolardan oluşan ufak bir galeri hazırladım. Umarım bu sevinç, Barselona'dan sonra Madrid'de de devam eder. 

Sona eklediğim Mourinho sevinci bana bundan 13 yıl önce yine o statta yaşanan bir olayı hatırlattı. Onun da videosunu en sona koydum.

Fotoğraflar: BBC & Reuters









Devamı - Barcelona - Inter Maçının Ardından: Galeri & Videolar

Barcelona 1 - Inter 0 : 2. Şanlı Barselona Direnişi

İç savaştan beri Barselona kenti böyle bir direniş görmedi. 60 yıl önceki direnişten farklı olarak, bu sefer saldıranlar ile savunanların yer değiştirmişti. İç savaşa, Franco yanında giren, uçakları ile kentleri bombalayan İtalyanlar, bu sefer Katalanlara karşı kazandıkları mevzileri korumak zorundaydılar. Franco döneminin mazlumları, şimdinin ekonomik ve sportif süpergücü Katalanlar ise kendileri için ünvanlarını koruma maçına dönen bu mücadeleyi en az 2-0 ile kazanmak zorundaydılar. Bu şartlar altında herkes savunma ağırlıklı bir maç bekliyordu ama kimse 2. bir Barselona Direnişi'ni öngörmemişti. 

Sahada bugün futbol yoktu, onun yerine savaş vardı ve her savaş gibi bu da, sayısal üstünlük ya da teknikle değil, akılla ve psikolojik saldırılarla kazanıldı. Motta'nın oyundan atılması maçın kırılma noktasıydı. Her kırılma noktası aynı zamanda bir lidere kendini kanıtlama fırsatı verilen anlardandır. Mourinho takımı 10 kişi kalınca, gururu bir kenara bıraktı ve ölümüne bir savunmaya girişti. Görüntüde Barcelona'yı oyunun mutlak hakimi gibi gösterip, içten içe yaptığı direnişle morallerini ve inançlarını kırdı. Aslında bu strateji iki yönlü ve uzun vadeli bir plandı, zaten Mourinho'yu da deha yapan özellikleri bunlar. Birincisi, oyuna Barça hakimmiş gibi göstererek rakibinin psikolojik üstünlüğünü kırdı, Barça her an gol atabileceğini düşündü, maçın son 10 dakikasına kadar da bu ruh hali devam etti. İkincisi, Barça'nın bu üstün oyunu ile es kaza 2-0 yenilseler bile, özrü çoktan hazırdı: kendilerinden üstün bir takıma, hem de deplasmanda, 10 kişi ile aslanlar gibi mücadele etmişler ama işte birileri -hakem, UEFA, Katalan lobisi, siz seçin birini- Inter'in ipini maç başlamadan önce çekmişlerdi, zaten Barcelona dünyanın en iyi takımı değil miydi, ona kim 10 kişi 70 dakika dayanabilirdi ki? 



Mourinho'nun bu kazan-kazan stratejisi bugün işe yaradı. Sahadaki en ilginç an, iki takımın da aynı anda liberolu sisteme geçmesiydi. Yalnız ufak bir fark vardı; Inter'de Lucio dörtlü savunmanın arkasına geçerken, Barcelona'da kaleci Viktor Valdes liberoya geçmişti. Bu kadar ciddi baskıya rağmen, Barcelona'nın son dakikalara kadar uzaktan şut bulamaması, Inter'in kademe derinliğini nasıl başarılı yaptığının kanıtıdır. Barcelona golü ya uzak bir şuttan ya da sürpriz bir golcüden bulacaktı, Pique geldi. Pique, Beckanbauer'den beri gelişen topla ileri çıkabilen defans oyuncusu tipinin günümüzdeki bayraktarı. Barcelona'nın en etkili ismi, hatta kanımca Iniesta-Xavi'den bile daha fazla katkısı var takıma. Bu akşam da gemisini kurtaran kaptan olmasına az kalmıştı fakat yetmedi. Kendisi bu arada Manchester United'tan ayrılıp kariyeri daha iyi noktaya gelen çok az oyuncudan biri, bunu da bir kenara not etmekte fayda var. (Bir diğeri de Forlan)


Barselona takımına açıkçası üzülmüyorum. Açık alanda bozkır savaşçılarının hilal taktiği ile ilk defa karşılaşan Haçlı ordusu gibiydiler: ağır ağır İnter'in göbeğine kadar girdiler, bu arda Inter'in forvetleri bile onları arkadan sarmıştı. Guardiola herhalde forvetsiz bir oyun beklemiyordu Mourinho'dan, bu da onun ölümcül hatası oldu. 70 dakika boyunca Barcelonalılar orta saha çizgisi ile Inter ceza sahası arasında hiç bir şey yapamadan top çevirdiler. Bu arada topla oynama oranları %75'lere dayandı. Fakat Pique'de hedefi biraz ıskalamış olan Sir Ferguson istatistiklerde hiç yanılmamıştı: oranlara bakan sahadan tarihi farkla ayrılacak bir Barça beklerdi, fakat mini etek bu, her şeyi gösterip, asıl gözükmesi gerekeni göstermiyor yani Mourinho'nun deha planını...

Hem Barcelona'yı hem de Inter'i çalıştırmış olan Helenio Herrera bu akşamki maçı görse sanırım Inter'i tutardı.  Catenaccio'nun mucidi ve bir anlamda da İtalyan Futbolu'na ana karakterini veren Herrera'nın mirasını bugün Milanolılar taşıyordu. Sahada sadece catenaccio yoktu, çok farklı savunma taktikleri adeta bir satranç oyunu gibi iki hoca tarafından titizlikle uygulanmaya çalışıldı. Mesela, İlker Yasin-Hikmet Karaman ikilisinin ısrarla anlamak istemediği şey Toure'nin Barça adına ön savunma hattını nerdeyse tek başına kurmasıydı. Bu ikili tarafından oyunu yavaşlattığı söylenen Toure'nin bu konuda yapacağı bir şey yoktu aslında. Messi gibi oynadığı her maçta oyunun vitesini elinde tutan bir oyuncu bile peygamber vitesinden çıkamadı. Sahada Mourinho ve Guardiola gibi hocalar varken, kimse darılmasın ama insan TV'nin başında da kendi ülkesinin en bilgili spiker ve yorumcularını görmek istiyor. Star TV, rating'i garanti olan bu maçlar için tek maçlık Fatih Terim ya da Mustafa Denizli gibi hocalarla anlaşamaz mıydı?

Maçın adamı ise fıskiyelerdi... Kullanım zamanlarındaki fark bile iki takım ve iki hoca arasındaki farkı gösteriyordu: Eğer bu maç Milano'da olsaydı, gol yememek için her şeyi yapacak Mourinho fıskiyeleri maç sonunda değil, maç öncesinde açtırır, sahayı iyice ağırlaştırırdı. Fakat, Mourinho'nun hareketini hazmedemeyen  Barçalılar, sahadan Interlileri kovmak için fıskiyeleri açtılar. Mourinho'nun hareketine gelirsek, burada da Kurt Hoca istediğini aldı. Bizim spikerler olaya duygusal açıdan yaklaşmaya çalışsalar da burada iki mesaj vardı: sahadaki tek general benim ve Madrid'e gidişim kalıcı olabilir...

Fotoğraflar: The Guardian / Getty İmages
Devamı - Barcelona 1 - Inter 0 : 2. Şanlı Barselona Direnişi

28.04.2010

Kayseri'de Makakula Fıkrası

Kayserispor'da basının aktardığına göre "Makakula Depremi" yaşanıyor. Fakat olayların iç yüzü depremden çok Kayseri fıkralarını andırmakta Sezon başı Benfica'dan satın alma opsiyonlu gelen Portekizli golcü şu an 20 golle ve açık ara farkla Süper Lig'in gol kralı. Kayseri'nin bu sezon pek çok maçını da kurtaran adam. Kayserispor, bu oyuncuyu kaybetmemek için yeni bir sözleşme teklif edip, bonservisini de opsiyonunu kullanarak Benfica'dan almaya karar vermiş. Yalnız, Makakula'nın da takıldığı ufak bir pürüz var sözleşmede: golcü oyuncuya bu sene aldığından az para teklif ediliyor... Haliyle, Makakula da teklifi kabul etmemiş ve görüşmelerin nasıl gittiğini sonra gazetecilere gördüğü rakam karşısında şaşırdığını belirtmiş. Nasıl şaşırmasın ki? Makakula'nın takımına yaptığı katkının onda birini bile kendi takımlarına yapmayan futbolcular her yeni sözleşme ile daha iyi paralar alırken, emektör golcüye yapılan tam bir haksızlık. 
Devamı - Kayseri'de Makakula Fıkrası

O Anlar... / Lisandro Lopez


Portolu Lisandro Lopez, Portekiz Kupası'nda Sporting'e attığı golün sevincini yaşarken....

Fotoğraf: J.M. Riberio, Reuters, 2008
Devamı - O Anlar... / Lisandro Lopez

Castrol Rankings Dünya Kupası Favorilerini Açıkladı

Castrol desteği ile kurulan Castrol Rankings sitesi, 5 büyük ligdeki oyuncuların performanslarını istatistik ve saha içi katkılarını birlikte hesaplayarak değerlendiren, böylece oyuncuların farklı liglerde bile olsalar, karşılaştırmalı performanslarını ölçmeye çalışan bir değerlendirme sitesi. Futbolda, Amerikan temelli sporların aksine istatistikler tek başına oyuncu performansını değerlendirmek için yeterli olmuyor. Hatta futbolda, kariyerini topsuz oyun becerisi ve pasif dağılımdaki rolleri üzerinden kuran onlarca yıldız oyuncu var. Bu sitede geliştirdikleri algoritma işin bu bölümünü de istatistiklerle harmanlamaya çalışıyor. Kişisel kanaatim, yaptıklarının öncü ve farklı biri çalışma olduğu yönünde fakat futbolcuyu değerlendirmek için tek ve mutlak metod olmaktan da bir o kadar uzak bir yöntem, zaten tahminimce futbol hiç bir zaman ESPN ekran altı istatistiklerine indirgenemeyecek bir oyun olarak kalacak. 

Aynı sitede benzer bir çalışma da 2010 Dünya Kupası'na katılan takımlar için yapılmış. Her takımın sırayla, gruptan çıkma, çeyrek final, yarı final ve şampiyonluk şansları hesaplanmış. Ben hepsine bakmadım sadece daha önce bu kupayı kazanmış takımların şanslarını inceledim.

ALMANYA (1954-1974-1990)


İNGİLTERE (1966)

İTALYA (1934-1938-1982-2006)

BREZİLYA (1958-1962-1970-1994-2002)


URUGUAY (1930-1950)



ARJANTİN (1978-1986)


FRANSA (1998)




Görüldüğü gibi kupayı daha önce kazanan ağır toplara -Brezilya dışında- pek şans verilmemiş. Hatta daha 10 sene öncesinin en güçlüsü Fransa'nın değil final, gruplardan çıkma şansı bile sadece %59. Niye mi dersiniz? Bu turnuvada hiç başarısı olmayan ama bu senenin gizli favorisi sayılan İspanya yüzünden olmasın? 

Devamı - Castrol Rankings Dünya Kupası Favorilerini Açıkladı

Bir FM Efsanesi Daha Gerçekleşti: Ricardo Moniz

Genç oyuncuları erken yaşta keşfetmesiyle ün yapan CM/FM menejerlik serilerinde bu sefer yetenekli bir koç önceden keşfedilmiş. Hamburg'un Hollandalı teknik koçu Ricardo Moniz, Bruno Labbadia'nın yerine geçici olarak Hamburg'un başına geçti. Normalde bakıp geçeceğim bu haberin benim için önemli yanı, kovulan Labbadia değil, Hamburg'un düşündüğü isimler arasında olan Fatih Terim hiç değil: bu mülayim suratlı Portekiz isimli Hollandalı koç! Kendisi yıllardır FM serilerinde vazgeçmediğim, tabiri caizse "para mühim değil, yeter ki gel" diyerek gittiğim her takıma da yanımda götürdüğüm Ricardo'm... Hatta kimi zaman asistanım bile yapmışlığım vardır çünkü hem taktik bilgisi hem de oyuncu raporlaması üst düzey olan bir koçtur.

Kaderin cilvesi işte, FM'den yıllar önce keşfettiğim bu koç, Hamburg'a kısa ama son derece kritik bir dönemde hocalık yapacak. 29 Nisan akşamı, Hamburg için tarihi bir akşam: 30 küsür yıl sonra ilk kez Avrupa Kupalarında final oynayabilirler, tabi Hodgson'ın Fulham'ını geçebilirlerse.

Bir tarafta, son gerçek İngiliz takımı Fulham, öbür tarafta da FM'den artık iş ortağım gibi hissettiğim Ricardo'm... Hangi tarafı tutacağıma karar veremiyorum.

Devamı - Bir FM Efsanesi Daha Gerçekleşti: Ricardo Moniz

Mourinho'dan "Savaş Sanatı"

"Barcelona için Londra, Roma ya da Paris'te bir final oynamak gerçekleşebilen bir hayal olabilir. Ama konu Madrid'te final oynamaya gelince, Barcelonalılar bu konuda saplantılılar. Onlar için Bernabau'da Barcelona ve Katalan bayrakları açmak bir saplantı, bir anti-Madridlilik saplantısı, bunu başarmak için de herşeyi yapacaklardır. O yüzden de özellikle bu akşam hakemin son derece dikkatli olması lazım."
Jose Mourinho, 2010

"Bütün mücadeleler (savaşlar) aldatma üzerine kuruludur"
Sun Tzu, "Savaş Sanatı Bölüm 1"

Bu akşam bir sanatçı ile bir generalin mücadelesine tanık olacağız. Stratejik akıl mı, yoksa estetik akıl mı kazanacak hep beraber göreceğiz. Maçı StarTV'nin yayınlacağı söyleniyor. Umarım son dakika sürprizi olmaz da, yılın maçını rahatça seyredebiliriz. İlk maç için tahminim tutmuştu, umarım ikinci maç için de tahminim tutar da, bence yılın en başarılı takımı olan Inter, hakettiği finale çıkar. 


Devamı - Mourinho'dan "Savaş Sanatı"

Bozulan Bizim Huzurumuz Sayın Başkan

Ellerim gitti, geldi... Bu konunun yeri burası değil ama tam bir "sussam gönül razı değil" vakası duruyor karşımda, karşımızda. Ne yazık ki, bugün Pervari Belediye Başkanı'nın malum olayla ilgili açıklaması geldi. Noktasına virgülüne dokunmadan bunu yayınlıyorum:

“Adalete karışmayız. Adalet onları serbest bırakmıştır. Pervari küçük bir yer, hepimiz akrabayız. Olayı kapattık gitti kendi aramızda. Kimse Pervari’nin huzuru bozmasın. Biz kendi aramızda kapattık diye kaymakamsız, savcısız ve emniyetten habersiz yapmadık. Onlarla beraber yaptık”

“Bu çocuk oyunudur. 7-8 yaşında çocukların yaptıkları buna benzer bir şeylerdir. 10 kişiden 3’ü cezaevinde yattı. Geri kalan 7 çocuk, Çocuk Esirgeme Kurumu’nda koruma altına alındı. Adalete karışmayız. Adalet onları serbest bırakmıştır. Pervari küçük bir yer, hepimiz akrabayız. Olayı kapattık gitti kendi aramızda. O zaman gelseydiniz herşeyi açıklardık size. YİBO’larda tüm Türkiye’deki gibi olay olur. Bu herkesin başına gelebilecek bir durumdur. Şimdi çocuklar cezalarını çektiler. Herkes görevini dört dörtlük yaptı. Evet bu olay vahşi bir şekilde oldu. Ama burada Güneydoğu’da bir kız için böyle bir olay için yüzlerce insan ölüyor ve olmuştur. Biz bu olayı kan davasına dönüştürmedik. Kimse Pervari’nin huzuru bozmasın. Biz kendi aramızda kapattık diye kaymakamsız, savcısız ve emniyetten habersiz yapmadık. Onlarla beraber yaptık. Biz bunu kınıyoruz, bence bu bir vahşettir. Olayı kendi aramızda hallettik. Gelin Pervari’nin balının haberini yapın.”




Evet yanlış okumadınız, tecavüze çocuk oyunu diyen, olayları geçiştirip aynı zamanda hazır mikrofonlar kendisine dönmüşken "balını" satmaya çalışan bir belediye başkanı. Adaletten, huzurdan, akrabalıktan bahsediyor ama sanki tanıdık gelen bütün bu kelimelerin başkanın kafasındaki anlamı farklı gibi. Adaleti biatla, huzuru kabullenmekle, akrabalığı da kan borcuyla karıştırıyor herhalde. Huzurlu dediği şehrin birkaç kilometre dışında daha bugün bir minibüs tarandı, bir kişi öldü; kimsenin sesi çıkmadı. Tecavüz olayını araştırmaya gelen milletvekili grubuna ise şehir merkezinde protesto düzenlendi ve sloganlar atıldı. Korkuyordum, abarttığımı düşünüyordum ama tam tersine düşündüğümden bile kötüymüş durum: bazı şehirleri çoktan kaybetmişiz biz, tek kurşun atmadan hem de, doğusuyla batısıyla...
Devamı - Bozulan Bizim Huzurumuz Sayın Başkan

27.04.2010

Sahada Yöneticiler Tribünde Futbolcular

Futbolu oynayanlar kim? Cevabın ne olduğu konusunda kesin bir cevabım olmasa da, ne olmadığını biliyorum: futbolu artık futbolcular oynamıyor. Onların herhangi bir öğleden sonra ya da akşam mücadele ettiği 90 küsür dakika üzerinden kazanılmıyor futbol artık. İşin aslı şu: her sezon ligimiz, futbolcularla oynanan maçlarla başlamasına başlıyor da, sonrası biraz karışık: önce birkaç ufak hakem olayı beliriyor, sonra belki bir maç çıkışı kavgası... Derken yenilen taraflardan birinin yöneticisi yenenleri suçlamaya başlıyor. Akabinde önce hakemler, sonra federasyon topun ağzına geliyor. Arada yine maç öncesi ve maç sonrası kavgalar oluyor, devlet de polis eliyle yavaştan kendini göstermeye başlıyor. Tribünlerden organize küfür koroları kuruluyor, sonra yine suçlamalar yine kavgalar... Derken ligin sonunda artık şampiyonluk yarışı sadece yöneticiler ve yönettikleri camialar arasında yapılıyor. Doğrudur, arada Bilica gibi adamlar çıkıp sahada köstebekçilik oynuyorlar ama Bilica zaten bunu yapmayı biliyor sadece, onun tek düsturu kazanmak, daha doğrusu vurup, kazıp, parçalayıp kazanmak! Bu tarz futbolcular hep vardı ve hep olacaklar. Mesele, kazılan çukurun olaylara sebebi değil, makul sonuçlarından biri olduğunu kabullenmekte. Federasyona zaten birileri gidip siyah çelenk bırakacaklardı, bu kara piyango Beşiktaş'a vurdu sadece... Zaten sebep çukur, bazen sebep küfür, bazen sebep çıkan (ya da çıkmayan) bir kart, ama bu oyun yıllardır her sezon sonunda oynanıyor. Daha oynanmamış maçlar şikeli, oynanmışlar da satılmış sayılıyor. Herkes başarıya uzanmak istiyor, uzanamayınca da rakibinin başarısını küçümsüyor. 90 dakikanın geyiği 90 saat yapılıyor ama futbol üzerinden değil: demeçler, karşı demeçler, internet sitelerinden son dakika açıklamaları ve sonrasında futbol yorumcularının beyanatları... Futbolun tartışılmadığı futbol programları izliyoruz, taktiğin konuşulmadığı yorumlara tanıklık ediyoruz hem de her gece... Tek duyduğumuz, isimler ve suçlamalar! 

Bu sezon yarışa Bursa da dahil oldu, fakat sadece futboluyla değil. Bursaspor'un başarısı üzerinden bu sefer bir Anadolu - Bizans gerginliği başladı. Aslında tekrar başladı demek daha doğru olur çünkü bundan 10 sene önce güçlü bir Anti-Bizans hareketi vardı fakat nedense o hareket devam etmedi. Bursaspor üzerinden bugün öğrendik ki, Ankaragücü de dahil olmuş kavgalara, İstanbul büyüklerine bel altından vurmuş. Şampiyonluk peşinde koşan futbolcularından bile daha fazla mesaiye kalan Fenerbahçe basın merkezi de, bu aralar yaptığı en iyi yapmaya devam etmiş: internet sitesinden uzun ve ağdalı bir karşı cevap... Eminim bu yazıya da cevap gecikmeyecektir, bu kavga gürültüyle de cumaya kadar gidecek gibiyiz... 

Ligin son üç haftasında, dört takım gelecek sezonki avrupa biletleri için kıran kırana mücadele ediyorlar. Hala kimin şampiyon olacağı belli değil, hala oynanmamış bir kaç büyük maç da bizleri bekliyor... Yani spiker ağzıyla söylemek gerekirse ortam "futbol oynamaya son derece müsait" ama nedense birileri futbolcuları tribüne gönderip, bütün ilgiyi kendi üzerlerine çekmek istiyorlar. Fakat unuttukları bir şey var, her haftasonu onbinler tribünlere başkanlarının üzerindeki ceket aşkı için değil, futbolcuların üzerindeki formanın aşkı hatrına dolduruyorlar. 


Fotoğraf: Bu fotoğraf daha önceki bir yazımızda kullanılmıştır. 
Devamı - Sahada Yöneticiler Tribünde Futbolcular

Takip Edilesi Bloglar 3 - Beykoz1908 & Semtimizsevdamız

İstanbul Anadolu yakasını Türkiye Süper Ligi'nde Fenerbahçe ile temsil etme başarısı göstermiş tek futbol takımı...

3 büyüklerden hemen sonra, 1908 yılında İstanbul’da kurulmuş 3 kulüpten biri...

Taraftarsız, siyasi rant kaygılı belediye kulüp(!)lerinin fink attığı Türkiye Süper Lig’inde aynı dönemde kurulduğu 3 büyük semt takımının kazandığı başarılara gıpta ile bakarken, bir yandan 2. lig Klasman grubundan düşme korkusu gerçeğe dönüşmüş olan; 14 oyuncusu kulüple ilişkisini kesmesine, tamamen amatör oyuncularla sahaya çıkmalarına rağmen takımını desteklemeyi kesmeyen, ancak yönetimle yıldızları barışmayan, iç saha deplasman demeden takımının maçlarına koşturan az ama öz bir taraftar grubuna sahip kadirşinas bir semt kulübü...

2008 öncesine kadar TTNet desteği ile Beko Basketbol liginde boy gösteren, ancak basketbol liglerindeki sponsor gerçeğine uygun olarak, 2. lige düşmesiyle ismi Beykozspor olarak kalıp, bir orta sıra takımı haline gelen bir kulüp...

Boğazın Yargıçları

Beykoz 1908 kulübü ile ilgili yakaladığım 2 blog var. Bunlardan ilki:
http://semtimizsevdamiz.blogspot.com/

Kulübün durumunu ve taraftarın şu anki ruh halini en iyi şekilde ‘Semt Aşığı’ adlı yazarın bu yazıdaki paragrafından anlayabilirsiniz:

“Artık yeter 102 yıldır sabrediyoruz, sabretmek istemiyoruz, başarı istiyoruz, modern tesislerimiz olsun istiyoruz, tertemiz adı hiçbir şekilde kirlenmemiş,her mağlubiyetten sonra topçularını şuçlamayan başkan istiyoruz, kümede kalma mücadelesi yapsak bile onuruyla mücadele eden iyi niyetiyle çırpınan topçular istiyoruz, 17 yıl başkanlık yapıp şampiyonluk görmemiş başkan değil ilk yılında şampiyonluk yaşatacak başkan istiyoruz....”

İkincisi ise Beykoz 1908 blogu:
http://beykoz1908-talipercan.blogspot.com/
Talip Ercan, gelinen noktada sorumluların nerede olduğunu, ve bu kişilerin aslında sorumluluktan nasıl kaçtığını şu yazı ile belirtmiş. Bir alıntı yapmak gerekirse:

"Bir gemi düşünün ki hızlı bir şekilde su alıyor. Bütün mürettebat çoktan gemiyi terk etmiş . Ama bir kaptan düşünün ki yaşanan bütün bu olumsuzluklara karşın ısrarla gemiyi terk etmek istemiyor. Bu kaptanın ismini söylemeye gerek yok sanırım. Yalnız geminin VİP konukları bu gemiye hiç binmemişler.Nedenini şahsım olarak kendilerine hiç sormadım. Bu saatten sonra da sormaya hiç niyetim yok. İlçenin önde gelmiş onlarca ismi var. Maalesef hiçbir işadamı bu güne kadar bir maça dahi gelme tenezzülünde bulunmamışlar. Sırası gelmişken söyleyeyim İstanbul’un toprak yüz ölçümünde en büyük ikinci ilçesi olan Beykoz’un Belediye Başkanı bu yıl kaç defa gelip takımını izledi..."

Daha fazla uzatmadan sözü şu aralar pek sakin olması beklenmeyen kulüp ‘sakin’leri, 'Boğazın Yargıçları'na bırakalım...

(Resim: http://beykoz1908-talipercan.blogspot.com/)
Devamı - Takip Edilesi Bloglar 3 - Beykoz1908 & Semtimizsevdamız

26.04.2010

Futbolun Not Defteri - 02 - A. Samoa 0 - Avustralya 31

İşte maçın golleri: (Hepsi değil tabii ki)



Bu maç sonunda,
Avustralya daha birkaç gün önce 22-0'lık galibiyetle kırdığı rekoru yenilemiş oldu.
Archie Thompson 13 gol atarak, bir milli maçta en çok gol atan oyuncu ünvanını aldı. Thompson'un kariyerinde millli formayla 23 golü bulunuyor.

Gol sonucu yanlışlıkla 32-0 olarak yazılmıştı, Samoa federasyonunun itirazları ile düzeltilmiş.
Devamı - Futbolun Not Defteri - 02 - A. Samoa 0 - Avustralya 31

Hayatta Herşeyin Bir Bedeli Var


"Yirmi iki yaşında gencecik bir adamsın, senin yaşında milyonlar var Türkiye'de senin yerinde olmak isteyen. Milyonları cebine koyuyorsun, güzel arabalara biniyorsun, Türkiye'nin en güzel kızı ile çıkıyorsun. Bunların bir bedeli var hayatta herşeyin olduğu gibi, bu bedel de tribünlerin, oradaki bazen üç para etmez adamın hakaretlerine, hareketlerine katlanmak. Tek çaresi var takmayacaksın."

Dün akşam Ahmet Çakar'ın Arda Turan hakkında yaptığı konuşmanın benim aklımda kaldığı kadarı böyle... Ve yine çok basit ve çok açık. Daha fazla birşey söylenebilir mi?
Devamı - Hayatta Herşeyin Bir Bedeli Var

25.04.2010

Galatasaray-Bursaspor 0-0: Ruhumuz Yeşil, Bedenimiz Kırmızıydı



"İşte Süper Lig Bu!" tarzı spot bir maça tanıklık ettik bu akşam hep beraber. Ligimizin ortalamasının üzerinde bir tempo ve hücum anlayışı vardı sahada. İki takımın da en güçlü oldukları tarafları hücumdu ve ortada bir şampiyonluk artı şampiyonlar ligi pastası vardı. Bu şartlar, haliyle, ligin en güzel maçını bizlere sundu... Açıkçası, iki takımın da taraftarı olmayan biri için, maç ikilemlerle doluydu: bir tarafta İstanbul'a başkaldıran asi ruh yeşil-beyaz, diğer tarafta ise, düşmanımın düşmanı dostumdur şiarına karşı çıkan ve sahada son dakikaya kadar ölümüne mücadele eden sarı-kırmızı... Geçen hafta yaşananlardan sonra bu haftasonu önce Şerey Bey'de olanlar, sonra bugün sırasıyla Kasımpaşa ve Mecidiyeköy'deki maçlar, hepimizin ruhunu açtı.

Bu tarz maçların değişmeyen bir formülü vardır: ya hiç gol olmaz, ya da bir gol oldu mu, devamı gelir...  Bugün hiç gol olmadı ama her iki kalede de sürüsüne bereket pozisyon yaşandı. Sahadaki oyunculara baktığımızda, iki takımda da ligin en süratli ve en iyi top süren oyuncuları olduğundan bu kadar gol pozisyonuna denk gelmek  sürpriz sayılmaz. Bursaspor asla bir Şampiyonluğa-Koşan-Sivasspor değil; geçen sene aynı zamanlarda maçlarını izlediğim Sivasspor'a göre çok daha soğukkanlı ve akıllı oynuyorlar. Bir kere kadroları daha zengin ve kenardan da maça girip oyunu etkileyecek oyuncuları var. Misal, bugün Sercan çıktı, yerine giren Turgay ile yine tehlike yarattılar. Zapo kart görünce, yerine giren İbrahim de ligin kalburüstü stoplerlerinden biri. Bursaspor herşeyden önce tempolu ve açık oynamayı seven bir takım, oyuncularının çoğu çizgide etkin, süratli oyuncular, hatta en önemli forvet oyuncuları Sercan bile aslında salt golcünün ötesinde dikine oynayabilen ortasaha forvet arası boşlukta da etkin bir oyuncu. Zaten dikine oynayabilen yerli oyuncuların varlığı Bursayı ligin son düzlüğüne kadar şampiyonluk potası içinde tuttu. Şu an 4 büyükler arasında yerli oyuncu kalitesi Bursaspor kadar iyi olan bir takım yok. Bu da Bursa'nın başarısının tesadüf ya da büyüklerin başarısızlığından çok, kendi kadro yapılarının başarısı olduğunun en iyi kanıtı.

Bu akşamın en kahredici yanı, geçen hafta sözde şampiyonluk mücadelesi veren iki takımın olaylı maçından sonra, bu akşamki muazzam mücadelenin iki takımın da işine yaramamış olmasıydı. Geçen hafta, kötü bir maç ve sahada çukur kazan, saç çeken, adam döven oyuncular varken, bu hafta sahada canını dişine takarak mücadele eden ama yenişemeyen iki takım vardı. Sonuçta kazanan Fenerbahçe oldu, tıpkı filmlerdeki kötü adamlar gibi; hani şu hiç olumlu bir şey yapmayıp filmin sonunda iyi adamların çanına ot tıkayan kötü adamlar olur ya, aynen onlar gibi... Fakat hayatın adaleti de böyle bir şey işte, zaten Fenerbahçe'yi seven de nefret eden de bu özelliğinden dolayı bunları hissetmiyor mu? Fırsatçılık, "1-0 olsun bizim olsun"culuk, ne olursa olsun kazanmak mübahtır felsefesi işin sonunda kupayı da başarıyı da götürmez mi? Aziz Yıldırım'ın kupaların parlak metaline yansıyan gülümsemesi bize bunları öğretmedi mi? Öyle bir nefret ki o parlak metale aksaden gülücükte gizlenemeyenler: bu hafta düşen Anadolu'nun en düzgün camialarından Denizlispor'un ardından zafer naraları, ezeli rakibine daha oynanmamış maçı satmakla suçlayan ağızların köpük saçarcasına bir nefret saldıranlar...

Ama yine de milyonlar biliyor ki bu gece sahada boks maçı tabiriyle "şampiyonların maçı" vardı... Ve iki camia bugün kendilerini tanımayanlara sahadaki futbolları ile önemli bir ahlak dersi verdiler, sonuç ikisini de şampiyonluktan uzaklaştırsa bile...

Fotoğraf: NTVSpor.net
Devamı - Galatasaray-Bursaspor 0-0: Ruhumuz Yeşil, Bedenimiz Kırmızıydı

Acaba Çok Mu Samimi Olduk?

Mehmet Demirkol'un favori spor yazarlarımız arasında olmadığını blog'u takip edenler bilir. Burada kendisini pek çok kez eleştirdik, hatta kendisi üzerinden temsil ettiği spor yazarlığı akımına da karşı olduğumuzu belirttik. Hatta geçen günlerde, yine aynı konuda, fazla ağır olduğunu düşündüğüm bir post'u sonradan geri çektim. Biz bu kadar ince düşüncelerdeyken, başka bir sanal platformda birilerinin gerçek hayatta hiç tanımakları birine bu kadar bodoslama dalacağını bilemezdik tabii ki... 

Demirkol ile 17 yaşındaki bir Twitter'da yaşadığı garip diyalog konusunda taraf tutacak değilim. Sonrasında hiç takip etmediğim halde Demirkol'un twitter sayfasını buldum orada konuyla ilgili açıklamasını da okudum. Açıkçası, samimi bir dille olayı anlattığını düşündüm. Her meslek grubunun "tilt olduğu" durumlar vardır, avukatlara yalancı, doktorlara paragöz, gazetecilere de "x kişinin adamı" derseniz, sinirlerini kontrol edemeyebilirler, sonuçta onlar da sabır makinesi değiller, hele bir de kafaları bozuksa zılgıdı yemeniz kaçınılmazdır. Fakat burada benim dikkat çekmek istediğim husus, bir şekilde meslekleri ve konumları yüzünden tanınır hale gelenlerin, yeni kuşak sosyal "paylaşım" platformları yüzünden bizlerle fazlasıyla samimi olması. İsteyen eski kafalı diyebilir ama, birazcık tanıdığı birine bile   "siz" yerine "sen" derken acaba nezaketsizlik mi ediyorum diye düşünen bendeniz için, twitter, facebook, friendfeed gibi ortamlarda yapılan kişisel paylaşımlar fazla samimi ve manipülasyona açık geliyor. Herkesin önünde iş yapmak, herkesin önünde de hakaretin, suçlamanın binbir türünü yemeye fırsat bırakıyor. Bazıları buna "ne güzel işte, ünlüler de bizim gibi insanlar olduklarını farkediyor" açısından bakmak istese de, ünlü ünsüz farketmeden bana bu kadar samimiyet biraz fazla geliyor.


Devamı - Acaba Çok Mu Samimi Olduk?

Heavy Metal in Kasimpasa

Koray'in ele dikkat...
Devamı - Heavy Metal in Kasimpasa

24.04.2010

Pierce Atti 3-0 Oldu!



NBA Playofflari devam ediyor. Dogu yakasinin belki de en zorlu eslesmesi olan Boston-Miami serisinde, Boston Pierce'in "buzzer-beater"iyla durumu 3-0'a getirdi. Itiraf ediyorum bu sene canli maclarini izledigimden beri Celtics'i cok ihmal ettim. Sagolsun cocuklar kendilerini hatirlattilar. En azindan bir Dogu finali bekliyorum. Bileginize kuvvet e mi.
Devamı - Pierce Atti 3-0 Oldu!

23.04.2010

Vali Zamana Yenilince Bayındırlık Müdürlüğü de Yenik Sayıldı


Zaytung değil, bugünkü Radikal'den bir haber...

"Mardin'de 2 hafta önce başlayan ve 39 kurum takımının mücadele verdiği masa tenisi turnuvası bugün oynanan final ve yarı final maçlarıyla sona erdi. Savurkapı Mahallesi'ndeki Atatürk Spor Salonu'nda oynanan bugünkü maçlarda, final maçında Arçelik ile Bayındırlık Müdürlüğü takımları karşılaştı.

Vali Hasan Duruer'in işlerinin yoğun olduğu ve fazla zamanının olmaması nedeniyle karşılaşma 1'inci set devam ederken durduruldu. Vali Hasan Duruer, sözde şampiyon ilan edilen Arçelik takımına kupasını vermek üzere salona davet edildi. Vali Hasan Duruer de hiç bir şey olmamış gibi sahaya inerek sözde şampiyon Arçelik takımına kupasını vererek başarılar diledi. Daha sonra ikinci ilan edilen Bayındırlık Müdürlüğü takımına kupasını vermek üzere Belediye Başkanı Mehmet Beşir Ayanoğlu anonsu yapıldı. Başkan Ayanoğlu sahaya inerek ikincilik kupasını Bayındırlık ve İskan Müdürlüğü takımına verdikten sonra Vali Hasan Duruer ile birlikte salondan ayrıldı. Ardından karşılaşma kaldığı yerden devam etti.

Maç sonunda şampiyon ilan edilen Arçelik takımını 3-2'lik sonuçla yenen Bayındırlık ve İskan Müdürlüğü takımı, şampiyon oldu. Bunun üzerine Vali Duruer’in şampiyon olduğu gerekçesiyle verdiği kupa, Bayındırlık Müdürlüğü takımına verildi. İkincilik kupası alan Bayındırlık Müdürlüğü de daha önce aldığı bu kupayı Arçelik takımına vermesi salondakileri de şaşkına çevirdi. Salonda bulunan az sayıda izleyici bu durum karşısında gülmekten kendini alamadı."

(Haberin orijinali - Radikal)
Devamı - Vali Zamana Yenilince Bayındırlık Müdürlüğü de Yenik Sayıldı

Deplasman Biletleri, Manchester United ve Fenerbahçe

Deplasman biletleri her zaman için problemdir. Sayısı azdır, çoğu zaman kime gideceği bellidir, biletin olsa bile bazen içeri girmekte problem yaşayabilirsin. Deplasman aynı zamanda, taraftarlar arasında bir adı konulmamış rütbelendirmedir, en çok deplasmana gidenler, en zor ya da en uzak deplasmanları seçenler daima taraftar hiyerarşisi içinde en tepeye otururlar. Çoğu zaman kulüpler taraftarlarına yardımcı olur, onların ulaşımlarını sağlarlar. Hatta bazı taraftar gruplarına el altından deplasman biletleri dağıtılır ki, takımları gurbet ellerde desteksiz kalmasın... 

Deplasman biletleri ile ilgili iki haber bugün üst üste gündeme geldi. Birincisi bizim buralardan, Fenerbahçe'den; Kasımpaşa maçının fahiş fiyatla satışa çıkan deplasman biletlerini Fenerbahçe yönetimi blok olarak alıp, taraftarına daha ucuza satma kararı almış. Büyük takıma yakışan şık bir davranış ve kırk yılın başında kendisine denk gelen turisti kazıklamaya çalışan esnaf mantığından çıkamamış Kasımpaşa'ya "büyüklük" dersi adeta... Türkiye'de küçük takımların büyümemesinin özeti gibidir aslında bu hareket; bir tarafta sineğin yağını çıkarmaya çalışırken, öbür tarafta büyük takımlara sezon içi maç biletinde, sezon sonu da transferde fahiş fiyatlar vermek... Yıllardır oturtamadıkları ekonomik sürekliliği, bir maçla ya da bir transferle çözmeye çalışırlar ama iki yakaları da bir araya gelmez... Bakalım Türk futbolu bu İlhan Cavcavist hareketten ne zaman tamamıyla kurtulmuş olacak? 


İkinci haber ise Manchester United'dan; Glazerlar takıma yeni gelir kaynağı olarak deplasman biletlerini kullanmaya karar vermişler. Nasıl mı? Çok basit, yıllık 20 pound gibi bir para veriyorsun, üye olan 50bin kişi arasında yapılacak çekilişle deplasman bileti "satın almaya" hak kazanıyorsun. Dahice değil mi? Zaten satın aldığın  hizmet için önceden para vererek çekilişe girmek! Glazer yönetiminin hesabı basit: 50.000 x 20 = 1 milyon pound ek gelir! Dünyanın en zengin futbol kulübü, bir kalburüstü oyuncusunun yıllık maaşını bile karşılamayan bir ek gelir kalemi için karşısına taraftarını alıyor. Türkiye'nin ise en zengin futbol kulübü, kendi taraftarıyla onlara kazık atmaya çalışan rakip kulüp arasına girip, olayı taraftarı lehine, hem de para kaybetmek pahasına çözüyor. 

Hani bir dönemin meşhur reklam mottosu vardı ya "insanların güvenini kaybetmektense, para kaybetmeyi tercih ederim" diye, bu reklamı sanırım Glazer ailesine tekrar tekrar seyrettirmek lazım. 

Kaynak:
http://www.guardian.co.uk/football/2010/apr/22/manchester-united-glazer

Sonradan Yapılan Ek:
Yorumlarda yazdığı gibi, Fenerbahçe yönetiminin yaptığı tersine karaborsacılık sayılabilir, konuyla ilgili teknik bir bilgim yok, ne söylersem spekülasyondan öteye gitmez. Fakat yapılan işin yasallığı, o işin ahlaki boyutundan bağımsızdır. Fenerbahçe'nin yaptığı yanlış olsa bile, Kasımpaşa'nın yaptığı da şark kurnazlığıdır, bunu da bir kenara yazmak şart... Karaborsacılığın (tersine olsa bile) cezası vardır, fakat ne yazık ki şark kurnazlığının herhangi bir yaptırımı yoktur. O zaman şunu sormak lazım, Kasımpaşa normal bilet fiyatlarından satsaydı, Fenerbahçe'nin bu illegal olduğu iddia edilen hareketi yapmasına gerek olur muydu?
Devamı - Deplasman Biletleri, Manchester United ve Fenerbahçe

Karayolu Futbola Yaramiyor

Son uc gunde Sampiyonlar Ligi'nde ve Avrupa Ligi'nde uc ust duzey mac seyrettim. Yanardag patlamasi sonucu alt ust olan Avrupa hava trafiginden dolayi, uc deplasman takimi da binlerce kilometre kara yolculugu yaptiktan sonra bu maclara ciktilar. Ilginc bir sekilde uc takim da yenildi. Maglubiyeti bir tek yol yorgunluguna baglamak dogru olmaz belki... Ama sonucu etkilemedigini soylemek de biraz saflik olur. Futbolda fiziksel hazirligin ne kadar onemli oldugunu herkes biliyor. Otobusde, trende en az 10 saat yolculuk yapan futbolcunun oynama kapasitesinde eminim bir degisiklik olacaktir. Hava trafigi simdilik normale dondugune gore bu haftanin evsahibi takimlari haftaya ucaklariyla rahat rahat deplasmana gidecekler. Barcelona, Lyon, ve Liverpool da tarihe 2010 senesinin Eyjafjallajokull magdurlari olarak gececekler.
Devamı - Karayolu Futbola Yaramiyor

Süper Lig'e Kaç Takım? 16-18-20

Öncelikle, spekülasyonlara yer vermemek için, son sözü başta söylemenin faydası var: Türkiye Süper Ligi, şu an için 18 takımda kalmaya devam edecek. Bunun arkasındaki sebepse çok basit: gelecek 4 yılın yayın ihalesini daha yeni yapmış bir federasyon, kendi zararına olacak şekilde ligde takım sayısını arttırmaz, bu sadece aynı fiyata 4 büyük takımın 16 fazla maçını yayınlayacak olan yayıncı şirketin lehine bir durum oluşturur. O yüzden, 20 takım spekülasyonlarını,  bir sonraki yayın ihalesine kadar rafa kaldırabiliriz. 

"İspanya ve İngiltere'de ise futbolun temsil sorunu, liglerin 20 takımlı olmasını sağlamıştır. İspanya, etnik ve siyasi sebeplerden; İngiltere ise en küçük yerleşim birimine kadar yerelleşmiş futbol kültürünün daha geniş temsili için üst düzey liglerini mümkün olduğunca kalabalık tutmaya çalışmışlardır."



İşin uygulaması ne kadar rafa kalksa da, teorisi hakkında konuşmak için bundan uygun bir fırsat olamaz. Spor ortamında, takım sayısı ile ilgili üç temel yaklaşım var. Birincisi, ligin bu haliyle iyi olduğunu savunan 18-ciler; diğeri büyük ligleri örnek vererek 20 takım isteyenler; ve radikal sayıda da olsalar, ligin kalitesinin arttırma değil, azaltma yoluyla iyileşeceğine inanan eski 16 takımlı hale dönelimciler... Sondan başlamak gerekirse, 16 takım şu an için bir hayaldir. Süper Lig'den iki takımın daha düşmesinin siyasi sonuçları olacağından, federasyona yoğun baskı olacaktır. Diğer taraftan, kar marjı artacak 16 takımın oluşturacağı baskı da cabası... Federasyon daha bir derbi maçının ardından yaşanan olayları yönetemezken, bu ikili baskıya hiç dayanamaz. 

20 takımı savunanların tezindeki en zayıf nokta, takım sayısı ile lig kalitesi arasında kurdukları mesnetsiz kalibrasyon. Doğrudur, kaliteli liglerden İtalya, İspanya ve İngiltere'de 20 takım var. Bunlardan İtalya Ligi, 18 takıma dönmeyi düşünüyor fakat blog'da daha önce yazdığım gibi, kuzey ile güney arasında ciddi eşitliksizlikler bulunan ülkede, bu durum büyük olasılıkla Güney'den gelecek takım sayısını azaltacağı için çok da verimli olmayacaktır.


"Liglerimiz, taraftarsız zengin kulüpler ve taraftarı olan ama parası olamayan kulüpler olarak garip bir gruplaşmaya ayrılmış durumda. Bunu aşabilen sayıca az camia var, zaten onlar da bütün başarılara ambargo koymuş durumdalar."

İspanya ve İngiltere'de ise futbolun temsil sorunu, liglerin 20 takımlı olmasını sağlamıştır. İspanya, etnik ve siyasi sebeplerden; İngiltere ise en küçük yerleşim birimine kadar yerelleşmiş futbol kültürünün daha geniş temsili için üst düzey liglerini mümkün olduğunca kalabalık tutmaya çalışmışlardır. Bu sayede, Xerez, Huelva, Stoke, Wigan gibi yerel camialar en üst düzeyde temsil şansı bulmaktadır. Bahsi geçen bu takımlar ya da benzerlerinin, Real Madrid, Barcelona, Liverpool, Chelsea, Manchester United gibi takımların olduğu liglerde, "futbolun kalitesini yükseltmek için" bulunduğunu söylemek açıkçası fazla iyimser bir yorum olur. Fakat bazen temsil, futbolun kendisi kadar önemli bir olaydır. Benzer bir örneği 20 takımlı Fransa Lig'i için de söyleyebiliriz fakat oradaki rekabet diğer iki ligden daha farklı bir boyuttadır: Fransa'da 10 takımlı bir lig bile olsa yine 10 şampiyon adayı çıkarabilirler. Ayrıca, her büyük lig 20 takımlı değildir. 18 takımlı Bundesliga şu an Avrupa'nın en iyi futbol oynanan liglerinden biri. Federal yönetime ve 80 milyondan fazla nüfusa sahip olan Almanya niye 18 takımda derseniz, bunun arkasında Almanların, Anglo-Saksonların "boom-recession" tarzı dalgalı ekonomi yerine, sürdürebilir uzun vadeli ekonomiyi tercih etmesi olduğunu söyleyebilirim. Bundesliga'nın ekonomik devamlılığı şu an 18 takımı kaldırmakta. Televizyon gelirleri takım gelirlerinin yaklaşık %30-35'ine denk geliyor ve Bundesliga ekonomisi, maç gelirleri, sponsor gelirleri ve yayın gelirleri arasındaki en az farkın olduğu, o yüzden de ekonomik tabanı en sağlam lig. Şu an temel hedefleri, sağlıklı bir büyüme elde ederek, kısa vadede İtalya'yı ekarte etmek, uzun vadede ise Premier Lig'e alternatif oluşturmak. O yüzden, takım sayısını arttırmak gibi bir konunun şu an için gündemlerinde olduğunu sanmıyorum. 

Peki Türkiye gibi geniş coğrafyası ve farklı bölgeleri olan bir ülkede, 20 takım temsil eşitliği için daha doğru bir seçim değil mi? Sorunun cevabının evet olması için, öncelikle yerel düzeyde yerleşim birimlerinin hangi takımlarla temsil edildiğine bakmak lazım. Liglerimiz, taraftarsız zengin kulüpler ve taraftarı olan ama parası olamayan kulüpler olarak garip bir gruplaşmaya ayrılmış durumda. Bunu aşabilen sayıca az camia var, zaten onlar da bütün başarılara ambargo koymuş durumdalar. Her yıl milyonlarca dolar, Belediye takımlarına ya da alt liglerin seyircisiz şirket takımlarına akıyor, fakat bu takımlar kazandıkları bütün başarılara rağmen temsil gücünden yoksun oldukları için, uzun vadede futbolumuza harcanan miktarlar kadar katkı yapamıyorlar. Lig sayısını tartışmadan önce, belki de bu kulüp kurma, kulüp satın alma ve şirketleşme konularında ciddi bir revizyona gidilse daha doğru olur. 20 takımlı bir ligde, alttan gelecek takımların yine seyircisiz takımlar olma ihtimali var, belki de Federasyon bütün kamu ve özel şirket takımlarının profesyonel statüsünü değiştirmeli, ondan sonra ligin temsil sorunu ile ilgilenmeli. Adana ve İzmir'in yıllardır takımı olmayan bir ligin, 20 takıma dönmesinin bu bağlamda futbolumuza hiç bir faydası olmayacaktır. 

Peki 20 takıma ne zaman dönülebilir? Açıkçası, futbolumuzun yarattığı ekonomik büyümenin, kıtasal başarı artmadıkça, aynı düzeyde artarak devam edeceğine inanmıyorum. Şu anki, yayın ihale bedeli bile ligimizden çok ligin hitap ettiği pazarın büyüklüğünden kaynaklanmaktadır. Bundan 4-5 yıl sonra olacak ihalede, yayın bedellerinde müthiş bir artış olmayacaktır, o zaman elindeki ürünü daha çekici kılmak isteyen federasyon 20 takımlı ve daha bol maçlı bir lige dönmeyi düşünebilir. Fakat, dediğim gibi, alt liglerde ve kulüp sahipliğinde değişimlere gidilmezse, değil 20, 200 takımlı olsa, Süper Lig'in kalitesinde bir değişim olmaz... 
Devamı - Süper Lig'e Kaç Takım? 16-18-20