20.01.2010

Gerçeğin Çölüne Hoş-Gelmedik


Bazı olaylar kuşakların dünyaya bakışını değiştirir. Türkiye tarihi pek çok suikaste ne yazık ki ev sahipliği yapmış bir tarih. Bunların pek çoğu biz doğmadan ya da kafamızda bir şeylerin şekillenmediği yaşlarda oldu. Hrant Dink'in öldürülmesi işte, bu olaylardan farklı olarak tam da artık böyle faili meçhullerin yaşanmayacağına inandığımız bir zamanda geldi bizi Halaskargazi Caddesi'nde buldu. Kendisini televizyondan defalarca izlemiştim, çoğu zaman makul konuşurdu fakat makul olmanın ötesinde samimi bir tarafı vardı. Belki de o yüzden, her zaman kafamdakilerle uyuşanı söylemese de onun olduğu tartışmaları izlemekten keyif alırdım. Ben kendisinin zamanla kült bir televizyon figürüne dönüşeceğini düşünmüştüm hep, hatta içten içe sevinirdim, sadece satışı sınırlı bir gazetenin genel yayın müdürü olarak kalmasını istemezdim.

Sonrasında, Halaskargazi'den o görüntüler geldi. İlk tepkim inanmamak oldu, zira öldürülmesi için hiç bir sebep yoktu. Fakat, sonrasında yaşanan olaylar, Dink'in bu olaylar öncesinde de devlet tarafından "uyarılması" gibi şeyleri görünce, kendimi bir fantazi dünyasında yaşattığımı yıllar boyunca farkettim. Gerçeğin çölündeydim artık ve bir adam vurulmuş, yerde yatıyordu. Adalet isteyenlerin sesi kısık, kanından sarhoş olanların ise sesleri yüksekti. Hala daha, o "beyaz bere"yi sembol haline getirenleri, "plan yapmayın plan" diye şarkı söyleyen İsmail Türüt'ü ve polisin yakaladığı katille Türk bayraklı poz verişini anlayamıyorum. Hrant Dink ve benzerlerinin yıllarca boşuna bir mücadele vermiş olduğunu görüyorum. Farklı olanın, ötekileştirildiği, devamında da katline kadar varan bir sosyal linçten geçirildiğini nicedir kabullenmiş durumdayız. Hatta, adaleti ve vicdanı savunanlara resmen deli gözüyle bakılmakta.
Dink Cinayeti, tarihi başka türlü yaşamış bir ülkede -mesela İspanya'da- gerçekleşseydi, bu olay sonrasında bütün toplum birleşir ve olayın üzerine giderdi. Tarihinde hiç iç savaş yaşamamış, yaşanan en büyük sosyal patlamaları ile Maraş Olayları, Sivas Tatsızlığı gibi değersizleştirici başlıklar altında ele almış, o yüzden de toplumsal vicdanı olaylardan değil dogmalardan beslenen bir ülkede yaşadığımız için, Dink cinayeti'nde bile olayın kendisi ve adalet isteminden çok, "Hepimiz Ermeniyiz" sözüne takıldık. Zaten hala "İyi biridir ama alevidir/kürttür/ermenidir/hristiyandır/atesittir" diye ötekileştirmekten kurtulamayan, iyiliğin bile misal "ermeni olmak"tan dolayı değerinin düştüğü bir yerde, Dink için adalet istemek de çölden orman yaratmak kadar gerçek dışı kalmakta, zira vicdanlarımız çölleşeli çok olmuş da haberimiz yokmuş.
Bizler yine bu blog'da Ediz'in yaptığı hareketleri tartışalım. Kerem'in yazısına gelen yirmiden fazla yorum gösteriyor ki ülkede hala ciddi bir kesim bu tarz olayları makul bir politik-sosyal düzeyde tartışabiliyor. Fakat problem şu ki, sizin idealleriniz gereği savunduğunuz bu tarz insanlar, gün gelip devran dönünce sizleri bütün sosyal ve ekonomik tahakkümleri ile karşısındakini kıskaca almakta, hatta linç etmekte beis görmüyorlar. İşin acısı da bu: Alev Alatlı'nın söylediği gibi bu ülkenin insanı mezalime tepki gösteremeyecek kadar zalim olabilir.*

* Alev Alatlı'nın İşkencesi kitabının arka kapağında da yer alan sözün tam olarak açılımı şudur:
"Türkiye'de işkence gören ile işkenceci arasındaki fark, Birinci Şube'de tutukluyu polis memurundan ayıran kötü kontraplak kadar incedir. Mazlumla zalim her zaman yer değiştirebilirler. Çünkü bu ülkenin insanı "mezalim"e tepki göstermeyecek kadar zalim olabilir.

0 yorum: