10.04.2010

Herşeyi Başlatan Final: 1950



Dünya kupasının bana göre iki başlangıcı vardır. Birincisi 1930'da Uruguay'da yapılan ve Uruguay'ın kazandığı turnuvadır. Diğeri ise, 1950'de Brezilya'da yapılan ve Brezilya'nın kaybettiği turnuvadır.

1950 yılında, savaş sonrası dünya 12 yıllık aradan sonra Dünya Kupası'na yeniden kavuşmuştu. Dönemin rekabet şartları gereği turnuvalarda bir Avrupa, bir Güney Amerika ülkesi evsahipliği yapıyordu. O zamana kadar yapılan 3 turnuvadan 2 tanesi Avrupa'da olmuştu, sıra Güney Amerika'daydı. Dönemin futbolda yükselen değeri olan Brezilya turnuvayı organize etmekle görevlendirildi. Bu görevlendirme, milyonlarca Brezilyalı için sadece bir organizasyon meselesinin ötesinde bir durumdu. Brezilya bu turnuvayı kazanırsa, büyük ülkelerden biri sayılabilirdi. Dünya savaşı yeni bitmiş ve o zamana kadar gelen mevcut düzen de o savaşla beraber sona ermişti. Yeni başlangıçlara ve yeni zaferlere uygun bir dönem başlıyordu ve bu dönemde cephelerde savaşmaktan usanmış uluslar için spor müsabakaları yeni ve daha kansız zaferlere ulaşmanın en kestirme yoluydu.


1950 yılında Brezilya hala futbolun en büyük ülkelerinden biri olarak sayılmıyordu. Önceki 3 turnuvaya da katılmışlar ve özellikle 30 ve 34 turnuvalarında ilk turda elenip, hiç bir varlık gösterememişlerdi. 1938'de ise, turnuvanın altın adamı seçilecek Leonidas da Silva'nın da müthiş performansı ile Brezilya, İsveç'i yenip Dünya üçüncüsü olmuştu. Aradan geçen 12 yıla rağmen, Brezilyalılar hala o başarının etkisiyle düşünüyorlar ve Avrupa'da farklı iklim ve yorucu ulaşım temposunda 3. olan takımlarının, kendi evlerinde rahatça şampiyon olacağına inanıyorlardı. Dönemin şartlarında, farklı kıtada turnuvaya katılan ekipler genelde başarılı olamazlardı, Brezilyalılar için o yüzden ne Avrupa'nın devleri, ne de tarihinde ilk kez bu turnuvaya katılacak olan Stanley Matthews'i kadrosunda bulunduran İngiltere ciddi rakipten sayılıyordu. Onların tek bir derdi vardı: Uruguay'ı yenip, şampiyon olmak.


1950 turnuvasında, Dünya Kupası için arayış modeli devam etmekteydi. Bu turnuvada, final yapmak yerine, final grubunda son 4 takımı sırasıyla birbirleriyle oynaması tercih edildi. 4 eleme grubundan çıkacak 4 birinci, final grubuna kalacaktı. Uruguay'ın burada şansı yaver gitti, Türkiye ve İskoçya Brezilya'nın uzaklığı ve yüksek maliyeti nedeniyle turnuvadan şekildi. Uruguay böylece grubunda yaptığı tek maçta Bolivya'yı yenip final grubuna kaldı.

Brezilya ise turnuvaya bomba gibi başlamış ve namağlup olarak final grubuna kalmıştı. Final grubunda, Brezilya adeta rakiplerini dağıttı: 7-1 ile İsveç'i, 6-1 ile de İspanya'yı yendi. Uruguay ise İsveç ile berabere kalıp, İspanya'yı yendi. Her şey son maça kalmıştı, Brezilya'nın da planı zaten buydu: son maçta Maracana'da 200 bin kişinin önünde Uruguay'ı yenip, onlara kupanın ve kıtanın en büyüğünün kendileri olduğunu hatırlatmak.


Brezilyalılar o gün daha oynanmamış maça kazanılmış gözüyle bakıyorlardı. Maracana 1 saatte dolmuş, herkes maçı değil, maçın sonrasındaki kutlamaları konuşuyordu. Gruptaki maçlara ve genel performansa bakıldığında, çok da haksız sayılmazlardı. Fakat unuttukları bir şey vardı: Uruguay takımı daha önce böyle bir turnuvada final oynamış ve kazanmıştı. Brezilya'nın ise böyle bir tecrübesi yoktu. Tecrübesizlik ve üstüne eklenen rahat davranışlar, Brezilya'nın sonu oldu.

Maçın başlarında öne geçen Brezilya, ikinci yarıda gelen Uruguay gollerine engel olamadı ve sahadan 2-1 mağlup ayrıldı. Bitiş düdüğü çaldığında, ortada bir kutlama yoktu! Sevinen bir avuç Uruguaylı futbolcu dışında, sahaya ve tribünlere bir ölüm sessizliği düşmüştü. Brezilyalı futbolcular arasında ağlayanlar vardı. FIFA bile duruma karşı hazırlıksızdı, bu turnuvanın mucidi ve FIFA'nın başkanı Jules Rimet bile konuşmasını kesin gördüğü Brezilya zaferi için Portekizce hazırlamıştı. Ne yapacağını bilmeyen Rimet, elinde tuttuğu kupayı alel acele Uruguay Kaptanı Varela'ya verdi. Uruguay 2. kere Dünya'nın en büyüğü idi...



Bu zafer iki ülkenin futbolu için de dönüm noktası oldu. Uruguay için bu alınan en büyük zaferdi. Değişen dünyada, futbol da değişiyordu ve Uruguay futbolu buna tamamen adapte olamadı. 1950'den sonra bir daha kupayı kazanamadılar, Güney Amerika'daki rekabette geriye düşerlerken, bir başka azılı düşmanları onların yerini zamanla alacaktı: Avrupalılar'ın ülkesi Arjantin...

Brezilya içinse bu başarısızlık pek çok konuda milat oldu. İlk olarak, o zamana kadar kullandıkları beyaz üzeri mavi formadan vazgeçtiler, şu ana kadar kullandıkları ve dünya futbolunda bir marka olan sarı formalarına geçtiler. Hezimetin bedeli, oyunculara; oyuncular arasından da siyahi olanlara çıkarıldı. Siyahi oyuncular "yeterince milliyetçi" olmamakla suçlandılar. Siyahi kaleci Barbosa, günah keçisi oldu. Futbolu bırakmak zorunda kalan Barbosa'dan sonra Brezilya kalesi on yıllar boyunca Siyah oyunculara kapalı oldu. (Dida gelene kadar) Siyah oyuncuların kendilerini kanıtlamaları için 8 sene geçmesi ve ortaya Didi, Garrincha ve Pele gibi oyuncuların çıkması gerekti. Fakat işin ilginç yanı, bu mağlubiyetten sonra Brezilya futbolu daha önce hiç yaşamadığı başarıları da, siyahi futbolcuları sayesinde yaşadı... 

1950 finali, futbolda bir dönemi sona erdirirken, savaş sonrası dünyada yeni dönemin yeni futbolunu da ortaya koyuyordu. Brezilyalılar bu değişimi görmüşler ve erkenden sahiplenmişlerdi fakat biraz erken ve biraz tecrübesiz kaçmışlardı. 1954 turnuvasında, Dünya bir başka büyük takımın yeni bir isimle yeniden doğuşuna sahne olacaktı: Federal Almanya. 1958'de ise, Maracana felaketinden sekiz sene sonra Brezilya da kupayı kazanacak ve kendini büyük takımlar arasına sokacaktı. 

0 yorum: