6.11.2008

Size Baba Diyebilir miyim?


Bana ve benim gibi düşünen milyonlarca kişiye göre Süleyman Seba için yürek sözlüğündeki tanım "Beşiktaşlı olmaktır." Ama kendisine sorsanız bunu asla kabul etmez çünkü onun da kendine göre Beşiktaş olma tanımı ve bunun vücud bulduğu biri var.

"Süleyman Seba Special" gecemde sağdan soldan bulduğum muhtelif röportaj ve kayıtlarını izliyordum Başkan'ın. (Herkesin Büyük Başkan olduğu bugünler sadece Başkan demek sanırım yeterli olur kendisine.) 2003 yılında 100. yıla denk gelen şampiyonluğu kazanmadan önce kendisiyle yapılan bir röportajda iki kısa görüntü dikkatimi çekti. Birincisi, kendisini parasızlık ve yabancı transferlerdeki hatalarından dolayı eleştiren karikatür. O karikatür, Başkan'ın evinde kazandığı sayısız ödül, plaket vb. eşyanın ortasında duruyor. İkincisi ise, Büyük Başkan'ın (Hakkı Yeten), Başkan'ı alnından öpen meşhur fotoğrafın yağlıboya imitasyonu. Hani, hayatta anlar vardır ya, herşey birbirine bağlanır, bir anda kafandaki herşey berraklaşır; işte o iki görüntünün geçtiği on saniye ben de sebasız geçen 10 yılı da bir anda berraklaştırıverdi.

Karikatür doğası gereği insanla dalga geçen bir sanat. Yani karikatüristin eline düştün mü madara olacağın kesin fakat ince bir iş karikatür mesleği, herkes yapamıyor, bakan herkes de önündeki gerçeği kaldıramıyor. Hatırlayınız, pek sevgili başbakanımız mizah dergisine dava açmıştı kendi karikatürü yapıldı diye. (Sonra aynı derginin cevap olarak hazırladığı fotomontaj serisi ise aradaki zeka farkını ortaya koydu, tabiri caizse 1. golün sevincini yaşarken 2.si geldi.) Gerçi problem sadece Mr. Prezidınt'ta değil, ülkemizin teknik direktörü de kendisini eleştiren zatın bıyıkları ile cinsel münasebetlere girmeyi düşünüyor. Ülkemde fikrini söylemenin bedeli, "ulusual suspect" ya da "dinci" olmak, hiç bir şey olamazsan "Soros"çu olmak. Tabi bu iklimde, adamın birinin, ki yaşı ve yaptıkları gereği şu an ki muadilleri gibi tahammülsüz olması beklenirken, kendisiyle dalga geçilen bir karikatürü baş köşesine koyması, hiç bir olmasa, kendisine duyduğu saygı ve güvenin göstergesidir ki bunu uzun zamandır onun bulunduğu pozisyonlardaki adamlarda mumla arar olduk. (İlk başta onun yaptığı işlerin diyecektim aslında ama farkettim ki onun yaptıklarını hep kimse yapamamış. )

Hadi tamam, bahsettiğimiz kişilik eleştiriye açık olsun, hatta şunu düşünsün, "Ben zaten yapacağımı yaptım, erişilmez, ulaşılamaz pozisyondayım. İsteyen istediğini düşünsün, karikarüst yaptığı şeyle dalgasını geçtiğini sanıyorsa, ben de onun naif niyetiyle böyle dalga geçerim" diye düşünerek odasına assın. Fakat bahsettiğim 2. kare herşeyi tamamlar nitelikte...

Bizim kuşak için Süleyman Bey hep beyefendiliğin, Beşiktaşlı olmanın simgesi olmuştu. Kendisi Klüplerüstü bir kişiydi, bugün Fenerbahçeli'lerin, Galatasaraylı'ların "Ben xxx taraftarıyım ama Beşiktaş'a karşı da hep sempatim olmuştur." demesinin meali şudur: "Abicim, ben kendimi bildim bileli Süleyman Seba'yı tanıdım Beşiktaş'ın başında. Onun hali, tavrı, mütevaziliği benim de Beşiktaşa karşı, bizi yenip şampiyon olsalar da ben yine de çok üzülmem, en azından xxxxx'in şampiyon olmasından iyidir." Yani Süleyman Bey bizim çok bira içince bahsettiğimiz o Beşiktaşlı olma duruşunun sembolü idi. Sadece sembol değildi tabi, milyonlarca taraftara sahip, pek çok şirketle yarışır bütçesi olan bir takımın 16 yıl kesintisiz ve muktedir başkanı olmuştu. Çoğu insanın başını döndüren bir gücün başında, sessizce, ama kendini ve gücünü bilen bir şekilde başkan olarak kaldı. Yaptığı çok iyi işler oldu, yaptığı yanlışlar oldu, doğru zamanda yanlış şekilde bıraktı başkanlığı ama hep Başkan olarak kaldı. Gittikten sonra da ağzından tek bir kötü söz çıkmadı Beşiktaş hakkında. Kendi tabiri ile "5 yaşında geldiği" klübünden, hayattaki tek aşkından üzülürek ama kabullenerek ayrılığı, gitti.

Bunu yapabilmesindeki anahtar işte o ikinci karedeki yağlıboya resim. Biz belki onu Baba'mız olarak belledik ama o da Baba Hakkı'yı belledi yüreğinde. Tıpkı, samimi müslümanların evinde baş köşesinde Kuran durması gibi, o da evinin baş köşesine bu tabloyu koydu. Kafasından ne zaman sorular geçse, ikilemde kalsa bu tablo ile dertleşti kimbilir, "Sen olsan ne yapardın" diye sordu içten içe, işte sorduran şey, tıpkı günah işlemesine ramak kala, masasındaki Kuran'ı görüp, vazgeçen sofunun naifliğindeki gibi, yansıdı Başkan'a. Haddini bildi, duruşunu bozmadı, o da insan değil miydi, keyfini ve sınırsız gücününün keyfini süremez miydi? Bunları düşündüğü anda alnını öpen adamın, atacağı tokatı hissetti içinde. Karşısındaki adam "Baba" idi çünkü, ana "merhamet" , "karşılıksız sevgi" ise, baba da "vicdan" demekti. Dememiş miydi ecnebi yazar "Babalarımızın yüzünü unuttuğumuz zaman, vicdanımızı da gömeriz". İşte Başkan Baba'sını unutmamıştı. O yüzden de bize Baba'lık edebildi.

1 yorum:

Adsız dedi ki...

eline saglik deszen. haberlesmiyoruz kac zamandir ama yazini okuyunca sesini duyar gibi oldum buralardan. eline saglik.