31.12.2009

2009 Bilançosu: Teşekkürler Borges, Stalker, Sirevo, ArsenalTürkiye, Bolat ve Diğer Başlığa Sığmayanlar

Yeni yıla girmemize saatler kala, yılın bilançosunu yapmak yerine gönlün bilançosunu yapıp gelecek seneye ruhen ferah girmeye karar verdim. Aşağıdaki teşekkür listesini yayınlamayı o yüzden borç bilirim:

* THE OGE BROS
Bu blogu kuran ve bizim de yazmamız için bir yer açan arkadaşlarıma teşekkür ediyorum. Şu an ikisinin de yurtdışında olduğunu düşünüyorum (Gerçi Gökçe gelmiş de olabilir, takip edemiyorum) o yüzden onlara benden 2 ile 7 saat sonra girecekleri yeni yılda mutluluklar biliyorum.

* Blogda beraber yazdığım arkadaşlarıma teşekkür ediyorum. Aslında çoğu benim ortaokul ve liseden beri sınıf arkadaşım fakat yeni gelenler de yaptıkları katkılarla hiç yabancılık çekmediler. Özellikle Kieran yazdığı yazılarla özel bir teşekkürü hakediyor.

* Bir blog yorumsuz olmaz tabii ki... Bazen biz kendi aramızda yorumladık yazılanları, bazen de sizler katıldınız ve emin olun yazdığınız her yorum müthiş değerliydi. Blogger sayfamı her refresh ettiğimde "x sayıda yorumun kontrol edilmesi lazım" lafını duyduğumda müthiş heyecanlanıyordum. Blog'u izleyen ve yorum yazan herkese teşekkürü bir borç bilirim fakat aradan özellikle üç kişiyi de anmamam izin verin lütfen: SirEvo, Bolat ve Stalker... Gerek yorumlarınız gerekse duruşunuz bizim için çok değerli oldu. Yazılarımızın değerini bir parça da sizler arttırdınız, bu anlamda bütün ekip adına sizlere ve diğer yorumculara teşekkür etmeliyim.

* Ve tabii ki, artık kardeş olduğumuz bloglar... Bir Beşiktaş taraftarı olarak özellikle iki blogun adını buraya yazmak lazım: Gayin-Sin ve Ortega... Galatasaray ve Fenerbahçe hakkında hem doyurucu hem de keyifle takip edilen yazılar yazdılar. Özellikle Ortega benim için özel bir blog çünkü üzülerek söylüyorum Fenerbahçe bloglarında ne yazık ki yeterli tarafsızlığı bulduğumu söyleyemiyeceğim, Ortega bu bağlamda önemli bir blog, umarım her geçen gün yazılarını daha da iyi seviyeye getirir.

Bunun dışında özel teşekkürü borç bildiğim bloglar, Stalker'ın blogu ve Arsenal Turkiye. En deger verdigim iki takım hakkında yazı yazarken aynı zamanda sadece taraftarlığı değil öğrenmeye de devam ettiğim için bu iki blog kişisel övgümü hakediyor.

* Özel teşekkürler ise daha kurumsal bazda tanıştığım ya da uzakta oldukları için birebir teşekkür etme fırsatı duymadığım kişilere: öncelikle blogidmanyurdu ve futbloglar ekibine teşekkür etmeliyim, sayelerinde yazılarımız artık daha fazla insana ulaşmakta. Barış'a ayrıca özel bir teşekkürü borç bilirim, düzenlediği toplantı sayesinde tanımadığım pek çok blogger'ı tanımış oldum. Ayrıca özel olarak, Borges'e de teşekkür etmek lazım; her zaman bizim blogu destekledi ve daha da güzeli yazılarıyla geri döndü. Artık bundesliga yazarken referans alabileceğim bir blogum var...

* Borges gibi blog top 10'u yapmak istemiyorum çünkü haddime değil, fakat samimiyetle söylemem gerekirse 3 blogun takipçiyim: Stalker, Borges ve Arsenalturkiye... Uzgunum listede bilinen bloglar yok amam bunlar da cok güzel be abi....

Burada adı geçmemiş fakat yeri gönülde sağlam olan herkese de mutlu yıllar... Gelecek sene de bizleri ve diğer blogları izlemeye devam edin.

Arkadaşlar sonuçta bu blog bambaşka bir hikayeden başladı, o yüzden bizim için tabiri caizse dışardan yazan herkes o kadar ilgi odağı oldu ki bunu kelimelere dökmem mümkün değil. Sonuçta biz 3 farklı kıtaya dağılmış dostların birbirleri ile iletişim kurduğu bir organizasyon olarak başladık bu işe ve gariptir takip edilen spor bloglarından biri olduk. Bu bağlamda yorum yazan ve okuyan herkese teşekkürler...

Bu da 2010 için naçizane hediyem olsun, Tellier'den La Ritournelle.... Bırakalım aşk kazansın...







Devamı - 2009 Bilançosu: Teşekkürler Borges, Stalker, Sirevo, ArsenalTürkiye, Bolat ve Diğer Başlığa Sığmayanlar

30.12.2009

Teşekkürler Sergen



Sergen Yalçın A2'deki görevini bırakırken Marmara grubundaki puan tablosu. Naylon staj yaptı, işini zaten ciddiye almıyordu diyenlere sanırım en iyi cevabı takımın başarısı vermekte.

Cumali, Necip, Ali ve Can gibi farklı mevkilerde son derece yetenekli oyunculara sahip A2 takımı sadece Beşiktaş'ın değil Türk futbolunun da geleceği olmakta.

3-1 yendikleri Kasımpaşa maçı sonrasında, genç oyuncular hocalarına bırakmamaları için baskı yapmışlar. Nasıl yapmasınlar ki, şu an kendilerinin top koşturduğu alt yapıdan son 20 yılda çıkan en büyük oyuncunun kanatları altında geleceğin Beşiktaş'ı yaratılıyor, fakat başka sebeplerden ötürü bu güzel ilişki sona ermek zorunda kalıyor.

Olsun, Serpil Hamdi Tüzün'ün öğrencisi olarak Sergen Yalçın, hem hocasına hem de yetiştiği klübe vefa borcunu fazlasıyla ödemiştir. Beşiktaş yönetiminin yapması gereken, bu oyuncuları ucuz takaslarda heba etmeden, A takımın içine monte etmenin yöntemlerini bulmasıdır.

Teşekkürler Sergen Yalçın, saha içinde ve kenarda yaşattıkların için...



Devamı - Teşekkürler Sergen

29.12.2009

Bellamy Yeniden mi Doğuyor?


Dün akşam Wolves-City maçını izlerken uzun süredir görmediğim bir isimle karşılaştım: Craig Bellamy. City'nin çılgın transfer harekatı sırasında herhalde en sessiz sedasız gerçekleşen transfer Galli forvetinki oldu. Mancini'nin başa geçmesi ise, Adebayor-Robinho-Tevez-Santa Cruz gibi isimlerin arasından sıyrılıp ilk onbirde tekrar sahaya çıkması, City kadrosunda ciddi değişikliklerin olacağına işaret.

Dün akşam Bellamy bu şansı iyi kullandı. Wolves, evinde oynamanın verdiği rahatlıkla açıldığı zamanlarda, Bellamy özellikle soldan içeri topla yaptığı koşularla defansı ilk yarıda çok zorladı. Defansı diğer taraftan zorlayan bir başka oyuncu da Carlos Tevez'di. Nitekim, ilk gol bu ikilinin işbirliği sayesinde geldi: Bellamy'nin kanattan taşıdığı topa, Tevez zor bir vuruş yaparak takımını öne geçirdi. Bu golden sonra da rahatlayan City, maçı 3-0 kazandı.


Bellamy'yi pek çok futbolsever, yıldızının parladığı Newcastle döneminde tanıdı. Shearer son dönemlerinde, artık fiziğinden çok aklıyla oynayan usta golcünün yanında Bellamy hızı ve yıpratıcı koşuları ile Shearer ile iyi bir ikili olacağının sinyalini vermişti. Bir forvet oyuncusu olsa da, kanatlardan bindirme yapmayı, koşularla defansın dengesini bozmayı seven tipik bir İngiliz futbolu ürünü açık oyuncusu Bellamy. Fakat, üst düzey İngiliz futbolcuların pek çoğunda görülen saldırgan kişilik ve skandal yaratma becerisi Bellamy'de de fazlasıyla var ve bu da şu ana kadar oyuncunun potansiyelinin hep altında performans göstermesine sebep oldu.

Nitekim, başarılı şekilde süren Newcastle kariyerenin bir anda bitmesinde de bu kişiliği etkili oldu. Robson döneminde coşan Bellamy, Robson'ın yerine gelen Souness ile hiç bir zaman başarılı bir ilişki kuramadı. Arsenal ile oynanan maç öncesi, Souness'ın onu sağ kanatta oynama isteğine karşı çıkan Bellamy, sakat bahanesi ile maça çıkarılmadı. Fakat maç sonrası yapılan basın toplantısında Souness, Bellamy'nin kendisi takımın başında olduğu sürece bir daha asla Newcastle forması giyemeyeceğini açıkladı. Bu olayın hemen ertesinde de, Galli oyuncu apar topar Celtic'e kiralanarak bir nevi sürgüne yollandı.

Bellamy, sürgünde de rahat durmadı. Bu sefer de, takımın kaptanı ve sembolü olan Shearer'a, FA Kupası'ndan elendikleri akşam hakaretler içeren sms'ler gönderdi. Bellamy sonradan bu olayı hep inkar etse de, yönetim ve camia için kutsal kabul edilen bir isme sataşması, Newcastle defterini bir daha açılamamak üzere tamamen kapadı.

Sırasıyla, Blackburn, Liverpool ve West Ham'e giden galli golcü, hiç bir zaman -Blackburn'deki kısa bir dönem hariç- eski formuna ulaşamadı. Fakat, oyun stilinin İngiliz ligi için tam biçilmiş kaftan olması, pek çok teknik direktörün kadro genişliği bağlamında Bellamy'i takımında görmek istemesine yol açıyordu. Bu yüzden, transfer değeri hiç bir zaman da düşmedi. Son City transferi de dahil olmak üzere, gerçekleştirdiği bütün transferlerde ödenen toplam bonservis bedelinin 47 milyon sterlin'i bulması da bunun kanıtı.

Bellamy şimdi 30 yaşında. Fiziği ile oynayan pek çok oyuncu için 30 yaş kritik bir dönemi işaret etmekte. Eğer ciddi bir sakatlığı olmazsa, 2-3 sezon da üst düzey oynayabilir. Mark Hughes, Bellamy'e inanıyordu, sanırım Mancini de benzer şekilde hissetmekte. Galli düşen de, kaybolan zamanı geri alamayacağına göre önünde 2-3 sezonu en iyi şekilde değerlendirmek. City'nin bütün yabancı transferleri içinde, taraftarı tarafından benimsenecek Britanyalı bir ikona ihtiyacı var. Barry, Wright-Phillips ve belki de Bellamy'den zaten en çok beklenen şey de bu: bütün o yıldız isimlerin arasında bir Terry ya da Lampard gibi sembol ve lider olmaları.
Devamı - Bellamy Yeniden mi Doğuyor?

2010'a Girerken Bitmesini İstediğim Geyikler İlk 5


1. Milli Takıma Yerli Hoca mı Yabancı Hoca mı Gelsin?
Bence hiç gelmesin, 70 milyon zaten gelecek olandan daha iyi biliyor bu işi!

2. Rijkaard'ı küçümsemek...
Başarısız olabilir tamam da, küçümsemeyelim artık ya! Gören de, yan bakkalın futbol oynamamış çırağı Galatasaray'ın başına geçmiş sanır. Ben de koşulsuz fanatiği değilim adamın fakat gelişmeleri en az sizler kadar merak ediyorum.

3. Total Futbol mükemmel bir şey ya!
Karşı tarafın da en çok tutunduğu argüman bu cümle aslında. Sanki bütün dünya total futbolla doğdu, onunla büyüdü; total futboldan önce futbol oynanmıyordu hiç, sonra dahi Hollandalılar geldi, herşeyi değiştirdi. Valla içimdeki Cruyff sevgisini tükenme noktasına getirdiniz, tebrikler. (Fakat avatarım değişmeyecek)

4. Alex katsayısı
Sanırım bunu literatüre Sinan Engin soktu, fakat kuyuya atılan taş misali kimse çıkarmaya da vakıf olamadı. Adamın futbol kariyeri birkaç seneye sona erecek, hala gelen her yabancıyı Alex ile kıyaslıyoruz. Alex ile kıyaslananların toplam performansı da 1 Alex etmedi ya, o da ayrı bir konu...

5. Tangocular, Sambacılar...
Ve spor basınının yüzyıllardır kullanmaktan sıkılmadığı bütün klişeler.
Devamı - 2010'a Girerken Bitmesini İstediğim Geyikler İlk 5

2016 KAVGASINA FENERBAHÇE DE KARIŞTI


Fenerbahçe, devam eden 2016 tartışmalarına başka bir açıdan katıldı: 2009 UEFA Finali'ne ev sahipliği yapmış stadyumlarının neden EUR0 2016 için düşünülen stadyumlar arasında olmadığına dair, gerek TFF'ye gerekse başka mercilere ilginç sorular ve sorularla beraber ilginç suçlamalarda bulunmuş. İşte açıklama şu:

"Türkiye, Euro 2016'ya aday oldu; TFF 2009 UEFA Finali'nin oynandığı Fenerbahçe Şükrü Saracoğlu'nu aday stadyumlar arasında göstermedi!


EURO 2016 adaylık başvurusu çerçevesinde, TFF'nin organizasyon logosunun tanıtıldığı ve maçların oynanacağı statların açıklandığı toplantı, geçtiğimiz hafta gerçekleştirilmiştir. Organizasyonun gerçekleştirileceği stadyumlar arasında 2009 UEFA Kupası Finali'ne ev sahipliği yapmış, ülkemizin en modern ve en güzel stadyumu olan Fenerbahçe Şükrü Saracoğlu Stadyumu'nun yer almaması bizleri son derece şaşırtmıştır.



Üzülerek ifade etmek isteriz ki, bu durum, bugünkü TFF'nin yönetim anlayışının geldiği noktanın kamuoyu tarafından anlaşılması bakımından son derece iyi bir örnektir. Bu kararın alınmasında yoğun çabaları olduğunu bildiğimiz, TFF Genel Sekreteri Ahmet Güvener'in ve Genel Sekreter Vekili Orhan Gorbon'un profesyonel yöneticiler olarak, kulübümüze karşı asla tarafsız olamayacakları bu karar ile bir kez daha ortaya çıkmıştır. Önce ulusal basına, kasıtlı olarak stadımızın çevresinde otopark sorunu olduğu şeklinde haberler sızdırılmış, bu şekildeki haberler hemen sonrasında TFF tarafından yalanlanmış ve sonuçta kamuoyu geçtiğimiz hafta açıklanan karara hazırlanmıştır. Bugün proje ve çizim safhasında olan (aday) stadyumların, EURO 2016'ya hazır olacağına inananların, stadımızın çevresindeki bugünkü otopark sorununun 2016'ya kadar çözülemeyeceği gerekçesi ile aldıkları karar ciddiyetten ve objektiflikte uzaktır. Bunun da ötesinde, TFF tarafından alınan karar, 2009 UEFA Kupası Finali'nin stadımızda oynanmasına karar veren UEFA'nın stadımızın yeterliliği konusunda aldığı kararın inkarı niteliğindedir. TFF Başkanı Sayın Özgener tanıtım konuşmasında, "Türkiye'nin son olarak, 2009 UEFA Kupası Finali'ni düzenleyerek uluslararası organizasyonlardaki rüştünü ispat ettiğini" söylemiş, ancak ne var ki TFF'nin rüştünü ispat ettiği final maçının oynandığı stadyum olan Fenerbahçe Şükrü Saracoğlu Stadyumu, EURO 2016 Finalleri'nin oynanacağı stadyumlar arasına girememiştir. Bu durum karşısında bizler, TFF'nin rüştünü ispat ettiğine ilişkin TFF Başkanının iddialı açıklamalarına şüpheyle bakmaktayız. Kuvvetle muhtemeldir ki, bu açık çelişki üzerine her vesileyle stadımıza olan beğenisini açıklayan başta Sayın M. Platini olmak üzere UEFA yetkilileri de TFF'nin rüştünü ispat ettiğine dair, Sayın Başkanın açıklamasına itibar etmeyeceklerdir.



TFF'nin adaylık başvurusunun değerlendirileceği, Mayıs 2010 tarihinde UEFA tarafından başvurunun kabul edilmesi halinde ve ancak bu tarihte başlansa bile en geç 2016 yılında stadımızın çevresindeki otopark sorunu kalıcı olarak kolaylıkla çözülebilecek bir durumken, bugün mevcut çevresel durum, stadımızın EURO 2016'da ev sahipliği yapacak stadyumlar arasında olmamasına gerekçe olarak gösterilmiştir. Hal böyleyken henüz tek bir kazma vurulmamış stadyumların EURO 2016'ya hazırlanmasının bir sorun olarak görülmemesi ise tam bir çelişkidir.


Spor kamuoyu, konuyla alakalı olarak aşağıdaki soruların cevaplarını öğrenme hakkına sahiptir.


-Organizasyona ev sahipliği yapacak şehir ve stadyumların, organizasyon komitesi tarafından belirlenmesinde hangi kriterler etkili olmuştur? Stat ve şehir seçiminde dikkate alınan yegane kriter büyük oranda seçilen stat ve şehirlerin TFF Yönetim Kurulu Başkan ve Üyelerinin yaşadıkları şehirler olmaları mıdır?

***

-En az seçilen şehirler kadar potansiyelleri olan Trabzon, Ş.Urfa, Diyarbakır gibi şehirler böyle bir organizasyon için ev sahipliği yapmaya neden layık görülmemiştir.? Bunun herkesçe kabul edilebilecek mantıklı bir izahı var mıdır? Bu iller, 2016'ya kadar hangi kriterleri sağlayamayacağı düşüncesiyle bu organizasyon çerçevesinde yer bulamamıştır?


***


-Bu şehirler arasında yedek şehirler varsa, yedek olarak düşünülen şehirleri esas şehirlerinden ayıran ince kriter nedir? Bu yedek şehirler, esas şehirler kadar organizasyonu yapma yeterliliğine sahip olarak görülüyorsa neden yedekte tutularak organizasyonun ülkemizin bir bölümünde toplanmasına karar verilmiştir? Bu durum, organizasyonun alınması halinde büyük yatırım olanaklarına kavuşacak aday şehirlerin seçiminde TFF Başkan ve Yönetim Kurulu üyelerinin ne denli etkili olduklarını göstermez mi?

***


-Asya ve Avrupa kıtaları arasında uzanan İstanbul, ev sahibi adayı olduğu her organizasyonunda "kıtaları birleştiren şehir" imajı ile ön plana çıkmış ve bu güçlü yönü ile aday olduğu her organizasyonda ev sahipliğine seçilmişken, İstanbul'un Asya kıtasında bulunan parçasının ve bu parçasında mevcut potansiyelin EURO 2016 organizasyonu dışında tutulmasının akla sığan bir izahı var mıdır?

***

-Organizasyonun dışında kalan bu büyük alanın kapasitesi ve potansiyeli diğer aday şehirlerin toplamından daha büyük değil midir? Bu durum hangi objektif gerekçe ile komite tarafından göremezden gelinmiştir?

***

-Avantajlar ve dezavantajlar bir arada değerlendirildiğinde, Fenerbahçe Şükrü Saracoğlu Stadyumu'nun bu organizasyonun Türkiye'ye alınmasına ve başarılı ile organize edilmesine sağlayacağı büyük fayda nasıl olmuş da göz ardı edilmiştir?

***

-Organizasyon komitesinin, adaylık sürecindeki bütçesi nedir? EURO 2008 ve EURO 2012 adaylık süreçlerindeki bütçeler ile kıyaslanırsa EURO 2016 adaylık bütçesi EURO 2008 ve EURO 2012'nin adaylık bütçesinin kaç katı olmuştur?

***

-EURO 2016 Organizasyon komitesinin içinde bulunan Sayın Ahmet Güvener ve Sayın Orhan Gorbon, stadyum inşaatı ve renovasyon projeleri ile spor organizasyon, danışmanlık, araştırma, inceleme konularında faaliyet gösteren bir büyük yabancı şirketin Türkiye Temsilciliğinde bulunmuşlar mıdır? Halen bu temsilcilikleri faaliyette midir? Bu temsilcilikleri üzerinden TFF'ye herhangi bir iş yapmışlar mıdır?

***

-2009 UEFA Kupası Finali'nin organizasyonu işi, Sayın Ahmet Güvener'in TFF Genel Sekreteri olduğu dönemde, başka bir teklif alınmaksızın, TFF tarafından, dışarıdan Sayın Orhan Gorbon'un sahibi olduğu bir şirkete verilmiştir. Bu şirketin, başka bir teklif alınmaksızın, bu önemli işi almasını sağlayan üstün yönü nedir? Sayın Orhan Gorbon'un bu şirketine, TFF tarafından söz konusu organizasyon ile ilgili ne kadar ücret ödenmiştir?

***

-EURO 2016 Organizasyonu kapsamında yapılması planlanan stadyumların, mimari konsept proje işi için teklif veren şirketlerin arasında Sayın Ahmet Güvener ve Sayın Orhan Gorbon'un halen Türkiye temsilcisi oldukları şirkette var mıdır? Bu şirketin verdiği teklifin tutarı nedir? Söz konusu iş, bu şirketin teklifinin şüpheli görülmesi üzerine çok daha düşük bir fiyatla başka bir şirkete verilmiş midir?


***

-EURO 2016 için büyük ölçüde yeni bir mimari uygulama ya da yenilemeye ihtiyaç bulunmayan, "Hazır bir stadyum durumunda" olan Fenerbahçe Şükrü Saracoğlu Stadyumu'nun EURO 2016 için düşünülmemesinde bu durumun herhangi bir etkisi olmuş mudur?

Yetkililerden, kamuoyunun aydınlatılması adına bu soruların cevaplanmasını bekliyoruz.



Fenerbahçe Spor Kulübü"

Açıklamanın Adresi:
http://www.fenerbahce.org/fb2008/detay.asp?ContentID=18123

Peki sizce Fenerbahçe haklı mı?
Devamı - 2016 KAVGASINA FENERBAHÇE DE KARIŞTI

28.12.2009

Taç Atışları Ayakla Kullanılsın (mı)



Söz bana ait değil, Arsene Wenger'in... Taç atışlarının ayakla kullanılmasının oyuna daha fazla tempo getireceğini söylemiş. Frikiklerde bazen kaybedilen zamanları düşündüğümde, Wenger'in açıklaması bana çok samimi gelmedi. Zaten, açıklamasının devamını okuyunca derdi anlaşılıyor: Rory Delap'in yarattığı uzun taç fenomeninin ligde yeni bir trend başlatmasından korkuyor tecrübeli hoca. Delap, şu an Premier Lig'in uzun taçlarda açık ara en tehlikeli oyuncusu, topu 38 metre uzağa kadar sert bir şekilde fırlatabiliyor. Takımı Stoke City bu sayede pek çok gol kazandı, hatta kaybedebileceği maçlardan (geçen sezonki Everton maçı gibi) zor da olsa puan almayı başardı.

Aşağıda, Delap hayranı İrlandalılar tarafından hazırlanmış bir "tribute" videosu var. Burada da görüldüğü gibi, Delap taç atmadan önce geriye çekiliyor ve takımın ceza sahası içinde pozisyon almasını bekliyor. Stoke onun bu kornervari taçları sayesinde ciddi ekmek yedi. Tabii bütün bu hazırlık süresince oyunun temposu düşüyor, fakat Delap'in bu fenomen hale gelmiş taçlarının da oyuna ayrı bir hava kattığı kesin. O kadarcık bekleme de, için heyecanı yükselten anı oluyor.



Delap'in taçları Premier Lig'de o kadar ciddi bir problem yaratmış ki, the Guardian Blog'da "Delap'ı Taçlarından Stoke'un Gol Atması Nasıl Engellenir?" başlıklı uzunca bir makaleyi geçen sene yayınlamışlar.

Delap ile ilgili bir başka güzel yazı da Noatsamisa'da, orada da kendisinden detaylı olarak bahsediliyor.

Biz zamanında, Mutlu Topçu'nun taç atışlarına hayranlıkla bakardık. Fakat Delap, Mutlu'nun en uzun tacının bile yaklaşık 1,5-2 katı uzak mesafelere topu fırlatıyor. Düşündüm de, keşke 100. yıl kadrosunda Delap Beşiktaş'a gelseymiş; böylece Cordoba'nın degajlar ve Delap'ın taçlar ile hiç korner ya da frikik kullanmadan bile şampiyon olurmuşuz.
Devamı - Taç Atışları Ayakla Kullanılsın (mı)

27.12.2009

2016'ya Kadar Sanırım Türkiye Bölünecek



2016 Avrupa Futbol Şampiyonası için şehirler belirlendikten sonra ben ufak çaplı bir kriz çıkacağını düşünmüştüm fakat açıkçası Trabzon'un yedek klübesine atılıp, olayın bir yaygaraya dönüşeceğini hiç düşünmemiştim.

Şimdi aday şehirlere bakalım:
Marmara Bölgesi: İstanbul, Bursa
İç Anadolu Bölgesi: Kayseri, Konya, Eskişehir, Ankara
Ege Bölgesi: İzmir
Akdeniz Bölgesi: Antalya

Yedek Şehirler:
Trabzon, Adana ve Şanlıurfa

Bu kentlerin seçimlerinde politik bir unsur var mı? Bence var... Mevcut hükümet, kendi oy deposu olan İç Anadolu'ya bu turnuva ile yüklenmiş. Eskişehir ve Antalya gibi kentler de iktidar partisinin anlaşılan düşürmek istedikleri muhalefet kaleleri.

Antalya özellikle en ilginç seçimlerden biri; şehrin nüfusu zaten yazın katlanıyor, turnuvanın yapıldığı Haziran-Temmuz başı, Antalya'nın otellerinde yer bulmak imkansız. Bir de üzerine, hem de olay çıkarma potansiyeli olan taraftar gruplarının kente geldiği düşünüldüğünde, Antalyalıları kabus gibi bir 2016 yazı bekleyebilir.

Konya ve Kayseri yeni stadları ile tesis bazında 2016'ya kadar hazır gözükebilirler fakat bu şehirlere kazara İngiltere, İrlanda ve hatta İskoçya taraftarlarının geldiğini düşünemiyorum. Garibanlar takılacak pub'ı bırak, doğru dürüst içkili lokanta bile bulamazlar. Gerçi, Kayseri kafası buna da çözüm bulur; geçici publar (pvc'den) kurulur, turnuva sonrası bunlar sökülüp pimapen yapılır, aynı muhafazakarlığa devam edilir, biradan kazanılan para helal paradan ayrı tutulur, gelecek seneki "Ukrayna Otobüsü" macerasına saklanır.

Ankara ve Eskişehir... Bu ikili için bir şey diyemiyorum, birbirine bu kadar yakın olan iki şehirden daha az sıkıcı olan Eskişehir'den gönlüm yana aslında. Ankara'nın bu işe girmesine hiç gerek yoktu.

İstanbul ve İzmir... Bence artık İstanbul'da bir şey yapmayalım; biz böyle iyiyiz. Bu turnuvadan gelecek para da Türkiye'nin geneline daha eşit dağılsın. İstanbul zaten megakentler kategorisinde ülkeden bağımsız olarak bir marka olmaya doğru gidiyor, bu tarz turnuvalar, her zaman bu şansı elde edemiyorlar. İstanbul yerine bir başka kent, mesela Çanakkale denenemez miydi? Hem yeni yapılacak köprü ile beraber kentin müthiş bir tanıtımı olurdu... (Çanakkaleli değilim bu arada) İzmir içinse sevindim açıkçası, eğer İzmir takımlarının laneti geçmezse 2016'da da İzmirli futbolseverler üst düzey bir futbol organizasyonuna sahip olamayacaklardı, bu turnuva hızır gibi yetişti.

Bursa beklediğim bir kentti, bana göre Türkiye içindeki en "underrated" kentlerden biri Bursa'dır. Sonuçta, yüzyıldan fazla başkentlik yapmış, çok yönlü bir kenttir. (Evet, hanım bursalı...)

Şimdi eğri oturup doğru konuşalım; yedek kentler kategorisindeki kentlere bu işin gelme şansı düşük, yedek kentlere bu işler için ne kadar bütçe ayrılacağını da ne yazık ki öğrenemedim fakat aday kentler kadar yüksek olacağını sanmıyorum. Bu da şöyle bir durumu ortaya çıkarıyor: Doğu Anadolu, Güneydoğu Anadolu ve Karadeniz Bölgesi bu işin dışında. Hani bir benzetme vardır ya "Ankara'nın doğusu" diye, bence hükümet bir açılım falan derdindeyse gerçekten, buralardan bir Diyarbakır ve Van'ı da almalıydı. Özellikle Van, müthiş doğası ve yüksek rakımı ile çok sürpriz sonuçlara imza atılabilecek maçlara ev sahipliği yapabilirdi. Anlaşılan, 2016'ya kadar Hükümet o bölgelerden umudu kesmiş ki, Avrupalı futbolseverlerin "Ankara'nın doğusuna" geçmesine izin vermemiş. Şanlıurfa var diyeceksiniz, evet coğrafi olarak Urfa o bölgededir fakat gidip gördüyseniz oraları, Urfa'nın demografik yapısının Diyarbakır ya da Van gibi olmadığını da hemen farkedersiniz. (Hayır, Kürt Değilim)

Son sözümü Trabzon'a ayırdım. Politik oyunları, işin arkasındaki lobileri bilmem; fakat bir futbol olayına girip Trabzon'u bunun dışında tutarsan o zaman ben senin samimiyetinden şüphe ederim. "X kenti var, niye Trabzon yok!" boylamında tartışmam bunu, fakat Trabzon'un maçlara evsahipliği yapmadığı bir Euro'2016 Türkiye şu haliyle benim için "İç Anadolu Halk Dansları ve Futbol Şampiyonası" kimliğinden çok da uzakta değildir. Karadeniz'de Trabzonun etkisi, futbol olarak sadece il sınırları ile geçerli değildir. Özellikle Doğu Karadeniz'de doğup büyümüş pek çok futbolcu için Tranbzonspor'da oynamak bir milli formayı giymekle eşdeğerdir. Bu kadar güçlü bir futbol aurasını ancak -daha küçük ölçekte de olsa- Adana'da bulabiliriz. Peki Adana bu listede nerde? Sanırım o da yedek klübesinde...

Partilerden bağımsız olarak, kim iktidara gelirse gelsin bu turizm ve tanıtım işini esnaf mantığından öteye taşıyamadı. Böyle bir turnuva için, futbol ve spor kimlikleri güçlü olan kentlerin seçilmesi gerekiyordu fakat listeye bakınca bunun tam karşılığını bulamıyoruz. Ayrıca artık İstanbul'un bu tarz organizasyonlardan da muaf edilmesi gerekiyor. İstanbul'a Türkiye'den mümkün olduğunca ayrı bir vizyon konulması şart, bu derin bir mevzu, konuyla ilgili zaten yıllardır çalışıyorum isteyene özel olarak anlatırım. Neyse efendim, sonuçta bu turnuva da ucuz politikalara heba edilmiştir, turnuva için seçilme şansımız çok yüksek o yüzden şimdiden aday şehirlere tebrikler...
Devamı - 2016'ya Kadar Sanırım Türkiye Bölünecek

Nette Bir Başka Fenomen: Vassell's World


Malumunuz, geçen aylarda Colin Kazım'ın Tweetter sayfası bayağı bir sükse bir yapmıştı. Özellikle Beşiktaş maçı öncesi yaptığı açıklamalarla pek çok kişinin de hedefi olmuştu. Kazım'ın formu düştükçe açıkçası tweetinin de eski tadı kalmadı. Şimdilerde ise yeni net fenomenimiz Darius Vassell'in blogu.

Vassell.net sitesinin blog bölümünde, Ankaragücü ile geçirdiği zamanlardan ilginç tespitlerini yazana Vassell, blogunu yorumlara açık tutuyor ve çoğu zaman da yorumlara karşılık yazıyor. Bir edebiyat üstadı olmasa bile, samimi tarzı ile çok cezbedici bir blog olduğunu söylemeliyim. Blog'dan gözüme çarpan bir kaç önemli post ise şunlar:


ISTANBUL

"Was the last time i played here (istanbul) for England against Turkey???
Reminds me of Alpay, i hear that he is coach at a Turkish 2nd division team.
Must ask some more questions about Alpay, a very charismatic teammate when we were at Aston Villa...."

"En son ne zaman burada oynamıştım, sanırım Turkiye'ye karşı oynarken... Milli takım derken aklıma Alpay geldi, duyduğuma göre ikinci ligde bir takımı çalıştırıyormuş. Aston Villa günlerinden karizmatik takım arkadaşım hakkında daha çok şey öğrenmeliyim."

BAYRAM

"Ok today is a special day Bayram.... Apparantly if someone younger than me kisses my hand then i must give them money and candy???? Could be an interesting day because im the oldest in the team!! still only 29 of course!"

"Anlaşılan bugün bayram ve özel bir gün... Eğer bugün benden genç biri elimi öperse ona şeker ve para mı vermek zorundayım? Bugün gerçekten de ilginç bir gün olacak gibi çünkü takımdaki en yaşlı oyuncu benim! Tabii sadece 29 yaşındayım!!"

KURBAN

"Couple of thoughts today, this whole sacrificing goat situation?? What is this ? :(

I watched a goat get sacrificed at training camp a few months back and it was at this moment i realised i am an animal lover..."

"Bugün birkaç konuya değinmek istiyorum, öncelikle tüm şu keçi kurban etme olayı, nedir bu allah aşkına?

Birkaç ay önce kamptayken, bir keçinin kurban niyetine kesilmesine tanık oldum ve o an farkettim ki ben bir hayvanseverim..."

Blog çok samimi ve çok özgün. Bu sayede, Türkiye'ye gelen yabancı bir oyuncunun, buradaki yaşam, kültür ve futbol hakkındaki fikirlerine de tanık oluyoruz. Bence, Vassell'in sitesinden bizim yönetici ve menejerlerin de futbolcu psikolojisi hakkında öğrenecek çok şeyi var.

Bu da blogunun adresi:

http://www.vassell.net/Darius/Blog/Blog.html

Devamı - Nette Bir Başka Fenomen: Vassell's World

"Genç" Zamora Güney Afrika'ya Gider mi?


Bobby Zamora ve Robert Earnshaw, artık futbolda olgunluk dönemine giren '81 kuşağının İngiltere alt ligler kategorisindeki en önemli yıldız adaylarıydı. Bunlardan, Earnshaw Cardiff City'de golcülüğü ile sivrilmiş fakat devamını getirememişti. En son, Nottingham Forest'a transfer olurken duyduk. Kendisi 10 yıldır hala beklenen patlamayı yapabilmiş durumda değil.

Zamora ise, açıkçası biraz da CM/FM serilerinin gözüme sokmasıyla ilgimi çeken bir oyuncu olmuştu. Sıkı bir West Ham taraftarı olan Zamora altyapı günlerini The Academy of Football'da (West Ham'in Altyapı Okulu) geçiren nadir şanslı oyunculardan biriydi. Lakin, West Ham'in altyapısı için İngiltere'nin Ajax'ı desek çok da abartmış sayılmayız. Fakat, altyapı günlerinin sonu ne yazık ki Zamora için iyi sonuçlanmadı: profesyonel olamadan West Ham'den ayrılmak zorunda kaldı.



1999-2000 sezonunda Bristol Rovers, Zamora'yı antremanlarına davet etti ve kısa süre sonra kendisi ile sözleşme imzaladı. Fakat, ilk 11 için yeterli düzeyde görülmeyen Zamora, gelişmesi için 2000 yılında kısa süreli olarak önce Bath City'e sonra da Brignhton H.A.'ya kiralık gitti. Özellikle, Brighton günlerindeki ilk 6 maçında attığı 6 gol ile kiralık gittiği bu takımda, bonservisi alınarak kalıcı bir yer edindi. Zamora'nın kariyerindeki ilk büyük çıkışı da bu döneme rastlamaktadır. Üç sezon kaldığı Brighton'da, 134 maçta 83 gol atan genç forvet böylelikle takımının üst üste iki lig şampiyonluğu kazanarak kendisini bir anda Championship'de bulmasında da başrolü oynadı. Aynı dönemde, İngiltere'nin U21 takımına da seçilen Zamora burada 6 kez milli formayı giydi.



Brighton'ın ve özellikle Zamora'nın bu başarısına Premier Lig'in büyük ekipleri kayıtsız kalmadı. Kendisini iki sezondur takip eden Glen Hoddle, Zamora'yı 2003 yılı başında 1,5 milyon sterline Tottenham Hotspur'e transfer etti. Hoddle, Zamora'dan umutluydu ve takımın önemli bir parçası olacağına inanıyordu fakat ufak bir problem vardı: yönetim Hoddle'dan bıkmıştı ve 2003-2004 sezonunda yapılan kötü başlangıç Hoddle'ın White Hart Lane günlerinin sonu oldu. Zamora da o sezonu pek parlak geçirmedi, çoğu sonradan oyuna girdiği 18 resmi maçta sadece 1 gol atabildi. Fakat o golü de bir zamanlar kendisini kapıya koyan West Ham United'a Carling Cup'da atmış, bu sefer de o, eski takımına güle güle demişti.



Zamora ile West Ham'in arasındaki aşk-nefret ilişkisi Carling Cup'da kalmamıştı. Kaderin bir cilvesi olarak, Zamora Tottenham'ın çok istediği Jermain Defoe'nin transferinde takas olarak kullanılmış, kendini eski aşkı West Ham'de bulmuştu. West Ham'deki dönemi 2004-2008 arasında uzunca bir süre devam etse de, bu transfer ile Zamora Premier Lig'den tekrar Championship'e dönmüştü. Kendini kanıtlaması beklenen bir yıldız adayı için bu resmen kariyer intiharı demekti. Neyse ki, West Ham'in Championship kariyeri kısa sürdü ve Zamora'nın dahil olduğu 2004-2005 sezonu sonunda tekrar Premier Lig'e katılmaya hak kazandılar.

Sonraki dönemde Zamora takımın en önemli gol silahı olmasa da, özellikle kupa maçlarında attığı kritik gollerle West Ham ve haliyle Premier Lig kariyerini sürdürdü. 2008 sonunda biten West Ham macerasında 152 resmi maçta 40 gol attı.



2008-2009 sezonu başında takım arkadaşı John Paintsil ile beraber 6.3 milyon sterline Fulham'a transfer oldu. Fulham'ın başında, kariyeri diğer İngiliz teknik adamlara göre çok daha uluslararası olan, son derece ilginç bir kişiliğe sahip teknik direktör Roy Hodgson vardı. Hodgson, Zamora'nın hala gerçek potansiyeline ulaşmamış bir yetenek olduğunu düşünüyordu. Fulham'daki ilk sezonu bu açıdan biraz tartışmalı geçti. Zamora, takım oyuncusu olarak önemli katkılar yapıyor fakat golcülük anlamında ciddi bir kısırlık yaşıyordu. Özellikle son vuruşları ve mental kapasitesi eleştirilen Zamora için 2008-2009 sezonu sadece iki golle tamamlandı. Yaz döneminde ligin yeni ekiplerinden Hull City, Fulham'a Zamora için tam 5,5 milyon sterlin önerdi fakat Zamora herkesi şaşırtarak bu teklifi geri çevirdi ve Fulham'da hala kanıtlaması gereken çok şey olduğunu söyledi.

2009-2010 sezonuna da bu hırsla başlayan Zamora, Brighton günlerine dönme sinyallerini verdi. Fulham'ın hem ligde hem de Avrupa'daki maçlarında çok iyi performans çıkartan Zamora, şu ana kadar 14 maçta 6 gole imza attı ve Fulham'ın ön cephesindeki Andrew Johnson ile iyi bir ikili oluşturmanın sinyallerini verdiler. Bu patlama sonrasında, başta Hodgson olmak üzere pek çok çevre Zamora'nın adını Capello'nun listesinde görmek isteklerini açık açık ifade etmeye başladı. Shearer sonrası dönemde, kronik forvet-eksikliği çeken İngilizler için Zamora, zayıf forvet hattında bir alternatif olabilir. Milli kariyerinde sadece İngiltere U21 tecrübesi olan Zamora, babası Trinidad-Tabago'lu olduğundan bu sezon başında bu ülkenin milli takımına çağrıldı. İngiltere formasının hayal olduğunu düşünen oyuncu da bu daveti kabul etti fakat o dönemde geçirdiği bir sakatlık T.Tabago forması giymesine engel oldu. Kaderin cilvesi diyebileceğimiz bu olay sayesinde belki de şimdi Zamora, İngiltere Milli Forması'na hiç olmadığı kadar yakın.



Peki Zamora nasıl bir oyuncu? Bu yazıya eklediğim eski videolardan da hemen anlaşılacağı gibi, öncelikle solak bir oyuncu! Sol ayağı son derece güçlü ve basında sanılanın aksine formunda olduğu zaman pek çok sol ayaklı futbolcu gibi sıradışı vuruşlara imza atıyor. Fakat sağ ayağının aksi derecede yetersiz oluşu da, Zamora'yı bazen çok basit pozisyonlarda inanılmaz sakar hallere sokuyor. Bunun yanı sıra, güçlü bir fiziğe sahip ve uzunca bir boyu var.(1.83) Bu sayede kafa toplarında da son derece etkili. Fakat bütün bu teknik özelliklerini sahaya her zaman yansıttığı söylenemez. Kariyerinde hiç bir zaman, üst düzey takımlardan birinde oynamadı ve mental olarak da her zaman üst düzeyde olduğu söylenemez. Bu da bizi, İngiltere Milli Takımı gibi rekabetin ve oyuncu kalitesinin son derece üst düzeyde olduğu bir takımda yapabilecekleri konusunda kuşkuya düşürmekte.

Zamora milli takıma seçilse bile, forvet hattı İngilizlerin hala en zayıf yeri olarak gözükmekte. Fakat şu "forvetsiz" haliyle bile favoriler arasında gösterilen İngiltere'nin kupa için bence düşük de olsa şansı var. 1998'de, bir başka nerdeyse forvetsiz takımın finalde 3-0 gibi net bir skorla kupayı aldığı düşünülürse, neden İngiltere'nin de benzer bir hikayesi olmasın? Ve hatta neden Bobby Zamora'nın da bu hikaye içinde ufak da olsa bir rolü bulunmasın?


Devamı - "Genç" Zamora Güney Afrika'ya Gider mi?

Kim Bu Enayi?



Fotoğrafı dirtytackle.net'te buldum. Oraya gidip kopya çekmeden fotoğraftaki, olası köpekbalığı yeminin adını bilen var mı?

İpucu: Arkadaş İspanya'da oynuyor ve kaşlara dikkat...



Devamı - Kim Bu Enayi?

48 saatte 2 lig maçı - federasyon uyuyor mu?


ingiliz Premier Ligi'nin sürpriz 4.lük adaylarindan Tottenham dün (26 Aralık'ta) 15:00 de Fulham'la deplasmanda maç yaptıgı maçı 0-0 beraberlikle tamamladı. Yarın ise (28 Aralık) kendi evleri White Hart Lane'de West Ham United'la oynayacaklar, maç saat 12:45'te. Yani 48 saat içinde 2 lig maçı... Buyrun buradan yakın...

Devamı - 48 saatte 2 lig maçı - federasyon uyuyor mu?

26.12.2009

Türk Basınında İntihal Sorunu: Jovanoviç Fener'e Göz Kırptı


NTVMSNBC ve Radikal.com.tr Türkiye ile ilgili haberleri takip ettiğim yegane internet siteleri... Bu sabah iki medya kuruluşunun Jovanoviç haberinde ilginç bir şekilde birbirlerini tekrarladıklarını gördüm. Bu sıradan bir benezerlik değil. Başlığın aynı olmasının dışında yazının içinde de birebir copy-paste'lik alıntılar var. Radikal yazının kaynağını Anadolu Ajansı olarak göstermiş, fakat NTVSPOR'da kaynak olarak NTVSPOR ve ajanslar yazıyor. Gazetelerin ve televizyonların internet sitelerinin çok kötü yönetildiğini biliyoruz, fakat NTV ve Radikal bu piyasada kaliteleriyle öne çıkan isimler. Böyle baştan savma iş çıkaran elemanlarla çalışmaktan umarım vazgeçerler.


Devamı - Türk Basınında İntihal Sorunu: Jovanoviç Fener'e Göz Kırptı

Rossi ve attığı son 2 gol


İlki burada, topu havada kontrol ve vuruş arasında sanırım 2 nanosaniye var




Ikincisi de bu videonun 3. dakikasında



Ne dersiniz italya'nın Dünya Kupası'nda şansı var mı?

Devamı - Rossi ve attığı son 2 gol

25.12.2009

Önder Satış Listesinde: Savunma Sallanıyor


Devre arasının ilk transfer heyecanı Önder oldu. Uzun zamandır Fenerbahçe forması giyen fakat hiç bir zaman tam anlamıyla ilk 11'i zorlayamayan Önder sonunda satış listesine konuldu. Önder aslında çok iyi bir yedek ve bir çok Anadolu takımında direk 11 oynayacak bir defans oyuncusu. Fakat geçtiğimiz ay yaşanan 'kaza' ve sakatlanma hadisesi onun Fenerbahçe'deki geleceğini tamamen kararttı.

Transfer açılımı yapması beklenen Fenerbahçe'de ilginç bir karar olarak göze çarpıyor Önder'in gönderilmesi. Hatta bazıları Kazım'ın da sırada olduğunu söylüyor ki, Daum'u ve Aziz Yıldırımı yıllardır seyreden bir sporsever olarak buna pek şaşırmam. Fakat özellikle Önder'in gönderilmesi Fenerbahçe defansında problem yaratacak gibi gözüküyor. Takımdaki bol ortasaha alternatiflerinin yanında savunma fakirliği yadsınamaz derecelerde. Lugano ve Bilica'nın cezalı ve sakat olacağı maçlarda, ki bunun gerçekleşme olasılığı çok fazla, defansta neredeyse hiç bir yetkin oyuncu yok. Daum Bekir'e defansın ortasında güvenmediğini şu ana kadar ki kararlarıyla göstermiş durumda. Belki Joker Deniz'den medet bulunacak kim bilir?

Daum hücuma yonelik bir transfer istese de savunmayı göz ardı etmemesi kadro derinliği açısından isabetli olur. Tabi devre arasında nerden iyi bek alınır ondan emin değilim. Bu arada Önder'e yurt içinden ve dışından talipler varmış. Fenerbahçeli futbolcuların emekli olmadan gitmeyi en çok sevdikleri takım olan Beşiktaş'tan Önder için bir teklif gelmesi şaşırtmaz, ama Galatasaray'ın ona daha çok ihtiyacı olduğunu düşünüyorum. Tabi Önder'in bonservisi Fenerbahçe'de olduğu için bu takımlara hemen gitmesi imkan dahilinde değil. Fakat 2010 sezonun başında böyle bir transfere kimse şaşırmasın.

Devamı - Önder Satış Listesinde: Savunma Sallanıyor

23.12.2009

İlk Yarının Hayal Kırıklığı: Sercan Yıldırım


Bu sezon büyük patlama yapması beklenen ve uğruna milyonlarca dolar reddedilen Sercan, bence bu sezonun ilk yarısının en büyük hayal kırıklığı oldu. Sercan 12 maçta oynamış. Sadece 2 gol atabilmiş ve asisti yok. Bursaspor'un bu kadar başarılı olduğu bir sezonda Sercan'ın etkisiz kalmasının sebebi ne olabilir merak ediyorum. Sercan abartılmış bir oyuncu mu? Daha gelişmeye mi ihtiyacı var? Yoksa sadece şannsız bir sezon mu geçiriyor? Bursa'yı ve Sercan'ı takip eden varsa ve bizi aydınlatabilirlerse sevinirim.


Devamı - İlk Yarının Hayal Kırıklığı: Sercan Yıldırım

22.12.2009

TSL'nin En İyi İkilileri- Analiz


Volkan'ın koyduğu ilk yarının en iyi ikilileri istatistiğine bakınca üç farklı etkileşim dikkatleri çekiyor. İlk göze çarpan Fenerbahçe'nin gol ayakları Alex ve Guiza arasındaki müthiş uyum. Alex Guiza'ya 4 asist yaparken, Guiza da çaktırmadan Alex'i 3 kere golle buluşturmuş. Alex Semih'le daha iyi anlaştığını ifade etse, bu sezon ilk yarı itibariyle Guiza'yla da iyi bir ikili oluşturdukları bir gerçek. Özellikle Fenerbahçe'nin bu sene az gol atabildiğini göz önünde bulundurursak, her golün ve asistin önemi daha da artıyor.


Diğer ikililere gelirsek, Makukula'nın Cangele ve Mehmet Eren'le kurduğu bağ gerçekten etkileyici. Ligin gol kralı, iki oyuncudan da 4'er gol pası almış. Guiza ve Alex ikilisinden sonra burada daha cok bir "ménage à trois", ya da üçlü bir sinerji söz konusu. Makukula'ya doğru akan bu pas trafiği Kayseri'nin ilk yarıdaki başarısını simgeliyor. Her kim ki Kayseriyi durdurmak istiyor bu asist yollarını kesmek zorunda!!

Listedeki üçüncü ilginç istatistik de Keita'nın asistçi özelliği. Hem Kewell'a hem de Nonda'ya üçer asist yapmış sevgili Abdül Kader. Buradaki üçlü iletişim Kayseridekinden daha farklı. Golleri atanlar çoğalırken, pası veren adam azalıyor. Açıkçası ben Arda'nın da bu üçlüye bi yerden monte olacağını düşünüyordum ama Arda'nın etkileyici 10 asisti takım içinde daha dengeli dağılmış gibi gözüküyor.

Devamı - TSL'nin En İyi İkilileri- Analiz

Türkcell Süper Lig 2009-10 İstatistikler-3: Kadro Derinliği



2009-2010 sezonunda ilk yarıda, hangi takım kaç oyuncu ile mücadele verdi merak ediyorsanız istatistiği burada. Bu tabloda dikkat çeken takımlar, dar ama genç kadrosu ile liderlik kavgası veren Kayserispor ile, Ankaraspor'un eskilerini de bünyesinde toplayıp kadrosu adeta şişen Ankaragücü.



Devamı - Türkcell Süper Lig 2009-10 İstatistikler-3: Kadro Derinliği

Türkcell Süper Lig 2009-10 İstatistikler-2: En İyi İkililer



Turkcell Süperlig 2009-2010 sezonunda, ilk yarıda gol hattında en çok iş yapan ikililer. Kerem'in konuyla ilgili detaylı analizi de bu yazıdan sonra gelecek, kaçırmayın derim.



Devamı - Türkcell Süper Lig 2009-10 İstatistikler-2: En İyi İkililer

Türkcell Süper Lig 2009-10 İstatistikler-1: Joker Oyuncular



İlk yarı itibarı ile, sonradan onu girip en çok gol atan oyuncular listesi.



Devamı - Türkcell Süper Lig 2009-10 İstatistikler-1: Joker Oyuncular

Roger Lemerre Ankaragücü'nde Ne Yapabilir


Ankaragücü'nde yönetimin Hikmet Karaman ile yolları ayırmasından sonra, takımın başına yabancı kariyerli bir teknik direktörü getireceği konuşuluyordu. Kerem, geçen ay blogda yazdığı bir yazıda, Trond Sollied'in geleceğini söylemişti. Fakat Sollied ile anlaşamayan Ankaragücü Yönetimi, onun yerine çok daha kariyerli birini; Roger Lemerre'i takımın başına getirdi. Lemerre bugün itibarı ile artık Ankaragücü'nün başında, kendisine başarılar diliyoruz. İyi niyetimizi bir kenara koyup, yine de sormadan duramıyoruz: Ankaragücü, klüpler bazında hiç başarısı olmayan Lemerre'i takımının başına getirerek doğru bir iş mi yaptı?


Açıkçası, Lemerre için kariyerinde iki önemli kişi olduğunu söyleyebiliriz. Birincisi, Aimé Jacquet. Jacquet, 1993 yılında Houllier'den aldığı vasat ve sorunlu Fransa Milli Takımını, 5 yıl içinde Zidane önderliğinde yenilmez armadaya dönüştürdü. Kurt teknik direktör bunu başarmak için kuşağının en yetenekli fakat sorunlu oyuncularını -Cantona, Papin ve Ginola- milli takımdan kesti ve yerlerine Zidane, Deschamps başta olmak üzere daha genç ve yetenekli oyuncuları erken yaşta A takıma monte etti. Sonra bu oyunculara, Thuram, Lizarazu, Petit, Trezequet ve Henry de eklenince Fransa'nın "mükemmel oynamasa da yenilmez" takımı ortaya çıktı. İşte, Jacquet'in 1998 yılında, Dünya kupasını kaldıran bu takımında Lemerre de yardımcı teknik direktör görevindeydi. 10 yıllık Ordu Milli Takımı teknik direktörlüğü tecrübesinden sonra Jacquet ile bu turnuva öncesinde çalışmaya başlamış ve Fransa'nın futbol tarihindeki en büyük başarısının altına imzayı atanlar arasında yer almıştı.


Bazen başarının belgelendiği bir fotoğraf karesinin içinde bulunmak insanlara hiç düşünmedikleri fırsatların yolunu açar. Lemerre'in de başına bu geldi: fotoğraf karesinden Jacquet çıkınca, yerine turnuvadaki performansı da göz önüne alınarak, Lemerre'in geçmesine karar verildi. Lemerre'in milli takım kariyeri zirvede başlamıştı. Herkes, özellikle de Fransa spor basını, takımlarının en iyi olduğunu düşünüyordu. Gerçek ise, Fransa'nın en iyi olmaktan çok en zor yenilen takım olmasıydı. Doğru dürüst forvetleri olmadan (Henry ve Trezequet Fransa 98'de hala çok gençtiler) müthiş defansları ve Zidane gibi bir özel yetenek sayesinde kupaya ulaşmışlardı. Fakat, yenilmez kabul edilen takımın önünde bir başka büyük sınav daha vardı: Euro 2000.

Bazı Avrupa merkezli futbol otoritelerine göre Avrupa Futbol Şampiyonaları, Dünya Kupası'ndan bile zorlu turnuvalardır. Geçmişte yaşanan sürprizler ve zor rakiplerle karşılaşma olasılığının daha yüksek olması göz önüne alındığında, aslında bu yargı çok da uçuk bir fikir sayılmaz. Fransa bu turnuvaya 2000 yılında, Dünyanın şampiyonu sıfatıyla giriyordu. Blanc, Djorkaeff, Lama ve Lebeouf gibi oyuncular için Euro 2000 son büyük turnuvaydı. Zidane, Viera, Petit, Wiltord gibi oyuncular ise kariyerlerinin en verimli dönemlerindeydiler. Bunlara, Fransa 98'e göre kendini geliştirmiş Henry ve kuşağının en büyük yeteneği -hatta Henry'den bile yetenekli görülen- Anelka da eklenince Fransa'nın turnuvayı zorlanmadan kazanması bekleniyordu; olmadı... Fransa, finale kadar düşe kalka geldi. Grubu, Hollanda'nın arkasında 2. sırada bitirdi. Nefes kesen maçta Hollanda, Fransa'yı 3-2 yendi. Oynadığı futbol ile Hollanda bir anda favoriler arasına girmişti. Fransa ise kendisinden beklenen performansı gösterememişti.

Çeyrek Finalde, Fransa İspanya ile karşılaştı. Zor maçı 2-1 kazanmayı başardı. Hollanda ise gruplar sonrası çıktığı ilk maçta Yugoslavya'yı 6-1 ile perişan etmişti. Fransa basını, özellikle Hollanda'nın spektaküler futbolunu görüp Lemerre'e sıkı eleştiriler getiriyordu. Takım galip geliyordu belki ama bunda Lemerre'den çok yıldızların payı büyüktü Fransa basınına göre. Kritik anlarda, Zidane, Djorkaeff gibi oyuncuların attığı goller sayesinde Fransa zar zor ilerliyor gibiydi. Fransa, İspanya'dan sonra yarıfinalde bir başka İberyalı ile karşılaştı. Portekiz'i 117. dakikada Zidane'ın attığı altın gol (penaltıydı) ile geçen Horozlar, adını üst üste ikinci kez büyük bir turnuvanın finaline yazdırmıştı. Turnuvanın göz bebeği Hollanda ise penaltılar sonucunda, bir başka makine takıma -İtalya'ya- elenmişti.


Meşhur finali hatırlayanlar, bir tarafta Fransa'nın başarısını diğer tarafta da İtalya'nın şanssızlığını anımsayacaktır. 90+4 ve sonra uzatmada gelen altın gol ile Fransa, bu sefer de Avrupa'nın en büyüğü olmuştu. İşte burada da, Lemerre'in hayatındaki ikinci kritik şahıs, Zidane devreye girmişti. Yıldız oyuncu, turnuva boyunca takımın sahadaki gizli lideri olmuş, zor zamanlarda attığı goller ve paslarıyla yarattığı pozisyonlarla, takımının ve Lemerre'in vasat performansını kupaya kadar taşımıştı.

Euro 2000'in üzerine gelen konfederasyon kupası (2001), Fransa'yı ve haliyle Lemerre'in kariyerini sarsılmaz bir noktaya getirmişti; ya da en azından öyle düşünülüyordu... Fakat Lemerre, bütün iyi özelliklerine rağmen basınla daima kavga eden bir yapıya sahipti. Oyuncularının bile basına konuşmasından hazzetmeyen, eleştiri ve sorulara ters cevaplar veren biriydi. Onun döneminde, Fransa basını ile milli takımın arası bayağı açılmıştı. Kazanılan başarılar karşısında, basın şimdilik pusuya yatmış beklerken bir başka dünya kupasına Lemerre bu sefer takımın patronu olarak gitti.


Kore-Japonya 2002'de, Fransa son şampiyon olarak favoriler arasındaydı. Fakat eleme turu oynamadan gelen Fransa Milli Takımı, berbat 3 maç sonrası, daha gruplarda turnuvaya veda etti. Fransa, üç maçta da gol atamamış, sadece 1 puanla grubun son sırasında kalmıştı. Eski sömürgesi, hatta Fransa'ya pek çok oyuncu kazandırmış, Senegal ise aynı gruptan 2. sırada çıkmıştı. Fransızlara, özellikle de basına göre, Fransa sadece elenmemişti; Fransa aşağılanmıştı. Tam da kendilerini futbol devlerinden biri olarak görmeye başladıkları bir anda, bütün özgüvenleri tepe taklak olmuştu ve bunun tek bir sorumlusu vardı: Roger Lemerre.


Lemerre bu hezimet sonrası Milli takıma hatta ülkesine veda etmek zorunda kaldı. Basın kazanmış, Lemerre kaybetmişti. İlk durak, Tunus Milli Takımı oldu. Buradaki ilk zamanları parlak geçti. Tunus, ev sahipliğini de üstlendiği 2004 Afrika Uluslar Kupası'nı kazandı. Sonra, Dünya kupasına gitti. (2006) Fakat Tunus 2008 Afrika Uluslar Kupası'ndan çeyrek finalde elenince, Lemerre buradan da ayrılmak zorunda kaldı.


Sonraki durak Fas Milli Takımıydı. Atlas Dağlarının Aslanları olarak bilinen Fas Milli Takımı'nda, Lemerre yaptıklarından çok yapamadıkları ve yasakları ile anıldı. Basınla kavgası yüzünden, Fas basını onu pek çok kez protesto etti, toplantılarına katılmadı. Fransa'da kampa giren takımı izlemek isteyen Faslı taraftarların tesislere girişini yasaklayan Lemerre, durumu protesto eden yazı Fas Futbol Federasyonuna ulaştığı gün işini kaybetti.

Ankaragücü'ne kadar geçen kariyeri Lemerre'in kısaca böyle. En son 1986 yılında Fransız Kızılyıldız takımını çalıştıran Lemerre için Ankaragücü, yaklaşık 24 yıl sonra çalıştıracağı ilk klüp olacak. Klüpler bazında kayda değer başarısı olmayan Lemerre, tam bir milli takım hocası. O yüzden, Ankaragücü gibi bir klüpte nasıl bir yönetim anlayışı sergiler, ne kadar özgürlüğe sahip olur, nasıl bir kadro yapılanması çıkarır, bu konuda şimdiden bir şeyler söylemek spekülasyondan öteye gitmez.

Halkla ilişkiler konusunda tam bir yürüyen felaket olan Lemerre'in, en büyük şansı Ankaragücü gibi ulusal spor basınında sınırlı yere sahip bir spor klübüne gelmesi. Bu da onu, özellikle ilk başlarda, basın ve ilgiden biraz da olsa muaf tutar. Fakat, takım başarıya yaklaştıkça, Lemerre'in basınla daha sıkı fıkı olması gerekecektir. En az Fransa basını kadar saldırgan olan Türk basını, eğer kurt hocanın bir açığını bulursa affetmez. Bu konuda da en büyük destek herhalde, yardımcılığını yapacak olan ve hem Ankarayı hem de Türk futbolunu iyi bilen Ümit Özat'tan gelecektir.

Lemerre, kişiliği ve kariyeri ile Aragones'le benzerlikler göstermekte. Kendisi, Aragones'ten sonra gelen ikinci Avrupa Şampiyonluğu yaşamış teknik direktör. Böyle kariyerli bir hocanın, Türkiye'ye gelmesi gerçekten önemli bir olay. Fakat kariyerin herşeye yetmediğini, futbolumuz Hiddink, Del Bosque ve Aragones örneklerinde yeterince gördü, umarım Lemerre'in buradaki macerası seleflerinden daha iyi geçer.

Devamı - Roger Lemerre Ankaragücü'nde Ne Yapabilir

21.12.2009

Ilk yari ozeti: Ne varsa Alex'de var!


Fenerbahce bu sezon buyuk beklentilerle transfer ettigi dort futbolcudan ilk yarida yuksek bir verim alamadi. Hatta dusunulenin aksine Christian Baroni yeni transferler arasinda en cok one cikan isim oldu. Buna ragmen lig arasina lider olarak giren Fenerbahce'de Alex takimin gelmis gecmis en buyuk efsanesi olma yolunda emin adimlarla ilerliyor. Kaptan Alex bu sezon oynanan maclarda toplam 12 gol 9 asist yapti. Hala Alex'i tartisan var mi?
Alex'e en cok yaklasan isim takimin birinci golcusu Guiza olmus. Guiza toplam 10 gol 6 asistle oynamis. Emre sahadaki patlayici performansini rakamlara pek yansitamamis toplam bir golu 4 asisti var. Semih de sadece 4 golle eski performanslarindan uzak bir sene geciriyor. Kazim da hizli girdigi sezonda Galatasaray maci sonrasi dususe gecen isimlerden. Simdilik en buyuk hayal kirikliklari Andre Santos ve Mehmet Topuz. Ozer yavas yavas oynama sansi buluyor, onun asil performansini ikinci yari degerlendirecegiz.
Not: Rakamlar Lig, Super Kupa ve Avrupa maclarini kapsiyor
Devamı - Ilk yari ozeti: Ne varsa Alex'de var!

19.12.2009

Sacma Istatistikler #1


Besiktas Bu Sezon Nobre'nin Gol Attigi Her Maci Kaybediyor!


Devamı - Sacma Istatistikler #1

Yillara Meydan Okuyan Veron


Barcelona cok ugrasti ve biraz once Estudiantes karsisinda beraberligi sagladi. Buyuk ihtimalle maci da uzatmalarda kazanacaklar. Tabi belli olmaz bu isler. Skor cok onemli degil aslinda,benim icin macin surprizi Veron'u uzun zamandan sonra canli seyredebilmek oldu. Bu cok yetenekli oyuncu 34 yasinda hala performasinin zirvesinde yer aliyor. Bir not da havayla ilgili. Ben Kanada'da eski 30larla mucadele ederken ve eminim Turkiye'deki bir cok insan soguktan sikayet ederken Abu Dhabi sicaginda mac seyretmek dogrusu kemiklerimi isitti.

Devamı - Yillara Meydan Okuyan Veron

Old Firm Yine İş Başında: Beşiktaş'ın Hakkı Yeniyor!?


Lig Tv'den:

"İlk yarının son maçında Bursaspor'a mağlup olan Beşiktaş'ta hakeme isyan var! Teknik direktör Mustafa Denizli, maç sonrası Lig TV'ye yaptığı açıklamalarda hakem Tolga Özkalfa'ya yüklenerek "Bu takımın hakkını aramak bizim doğal hakkımız. Aynı oyuncu üç kere elle topu kontrol ediyor. Devre arasında arasında 'Hocam kurallarda ikinci sarı kart verilmez mi?' diye sordum. O da bana 'Hocam ben seni terbiyeli bilirdim' dedi. Ben terbiye sınırının dışına çıkmadım. Sadece bir soru sordum" diye konuştu."

Beşiktaş'ın gerçekten hakkı yeniyor. 3-2 yerine 3-0 olmalıydı maç. Hakkını vermek lazım.
Devamı - Old Firm Yine İş Başında: Beşiktaş'ın Hakkı Yeniyor!?

18.12.2009

Erzurum ile Çernobil Karışırsa



Habere az önce NTV'de denk geldim. Erzurumlular, 2011'de ev sahipliğini yapacakları Üniversitelerarası Kış Oyunları için maskotlarını seçmiş. Selçuklu'nun Anadolu'daki mirasının en belirgin olduğu kentlerden biri olan Erzurum, Türkler dahil pek çok milletin simgesi olan "Çift-başlı Kartal"ı oyunları maskotu olarak kullanmak istemişler. Makara da buradan sonra kopmuş: devletin azametini ve gücünü simgeleyen kartal maskota dönüşünce, nasıl anlatsam... Ortaya çıkan şey, Erzurum'dan çok Çernobil'den çıkacak nükleer felaket sonrası bir mutanta benziyor. İyisi mi, fotoğraflara bakıp son kararı siz verin.

Bu da web sitesinden bir capture: maskot bütün dikkatleri üzerine çekiyor:





Devamı - Erzurum ile Çernobil Karışırsa

Carlosname


Roberto Carlos bir çok Fenerbahçeli gibi beni de karmaşık duygular içerisinde bırakarak Türkiye'yi terkediyor. Fenerbahçe gibi en az üç senede bir şampiyon olması beklenen bir takımda Carlos kupayı hiç kaldıramadan ayrılmış oldu. Roberto Carlos ilerde Fenerbahçeliler tarafından nasıl hatırlanacak? Sevgiyle mi, saygıyla mı, bir tebessümle mi, yoksa sadece umursamazca mı?

Roberto Carlos gelmiş geçmiş en iyi sol bektir. Hatta sol bek gibi çok da umursanmayan bir pozisyonu belki de ilk kez o bu kadar ön plana çıkarmıştır. Başkasını bilmem ama,böyle bir oyuncunun Fenerbahçe formasını giymesi, sakatlıklar dışında vücudunun artık el verdiği ölçüde elinden geleni yapması beni son iki buçuk sene boyunca oldukça gururlandırdı. Şampiyonlar Ligi çeyrek final başarısında Carlos gibi bir adamın tecrübesinin etkisini de göz ardı edemeyiz.

Ama kahretsin ki Fenerbahçe Carlos'la şampiyonluk sevincini yaşayamadı. Belki yarım sezon daha sabretse olabilirdi. Olmasa da en ezından ben elimden geleni yaptım diyecek yüzü olurdu. Onun yerine sezon ortasında takımını yarı yolda bırakıp evine dönme kararı aldı. İşte bu yüzden buruk bir ayrılık olacak bu. Taraftarların hevesleri kursaklarında kalacak. Bu yüzden ne kadar çok sevilse de Carlos hiç bir zaman bir Fenerbahçe efsanesi olamayacak. Yanlış anlaşılmasın, kötü bir ayrılık değil bu. Daha dün son maçında taraftarlar kendisini bağırlarına bastı. Ama kimse ağlayıp sızlamayacak Carlos'un ardından. Van Hooijdonk gittiğindeki hissiyat, ya da Alex Fenerbahçe'den ayrıldığında göreceğimiz sahneler hiç yaşanmayacak. Bir Carlos geçti Fener'den diyeceğiz. Nasıldı diye soracak belki çocuklarımız. Biz de 'İyi adamdı ama pek bişi yapmadı' diyeceğiz.
Devamı - Carlosname

Maurice Richard - Roket Adam

Buz hokeyi bir çoğumuzun ilginç bulduğu ama fazla anlamadığı Kuzey Amerika ve Kuzey Avrupa ülkelerinin domine ettiği bir spor dalı. Limitli coğrafyasından dolayı sadece bir ülkede buz hokeyi bir numaralı spor mertebesine erişmiş: Kanada! Zamanımın çoğunu Montreal-Boston hattında geçirdiğimden hemen Amerikalıların hem de Kanadalıların spor zevkleri konusunda yeterli bilgiye sahip oluyorum. Açıkçası hokey konusunda o kadar da bilgili değildim çünkü bilirsiniz yapı itibariyle Akdeniz insanı pek soğuktan haz etmez. Türk erkekleri sanırım bu konuda ayrı bir çekingendir. Hatta buz pateni pistinde ayağında patenlerle kenara yastlanıp sigara içen ve buzda cebelleşen kız arkadaşlarını seyreden gençler gözümün önüne geliyor. Ya da Uludağ'a kaymaya değil de piyasaya giden arkadaşlar. Konuyu dağıtmayalım, bu yazının amacı bir film tanıtmak. Bu film buz hokeyi tarihi hakkında daha fazla bilgi edinmek isteyen okuyuculara iyi bir tavsiye olacaktır. Filmin adı "Maurice Richard" ama Amerika'da oyuncunun lakabı olan "The Rocket" olarak gösterime girmiş. Richard buz hokeyinin gelmiş geçmiş en büyük oyuncularından biri olarak kabul ediliyor, tabi bir Montrealliye sorarsanız en birincisi! Hemen fragmanla başlayalım:




Maurice Richard fakir bir aileden gelerek ve fabrikalarda çalışarak kendini geliştirmiş ve kısa bir zamanda NHL'in en iyi oyuncusu olmuş. Film de Richard'ın bu dokunaklı hayatını çok güzel bir şekilde yansıtıyor. Fakat "Maurice Richard" sadece bir spor filmi değil, aynı zamanda siyasi bir ayaklanmanın da hikayesi. Richard'ın yükselişi Quebec eyaletinde Fransız asıllı Kanadalıların sosyal hareketiyle birebir örtüşüyor. Britanya Monarşisinden beri fakir ve ikinci sınıf vatanadaş olarak yaşayan "Frankofonlar", 1950'lerden itibaren dillerini, kültürlerini, ve tabi ekonomik çıkarlarını koruyabilmek için mobilize oluyorlar. By girişimlerin sonucunda ortaya bir "Sessiz Devrim" çıkıyor: Quebec eyaleti federal bir çok hakka kavuşuyor, sekülerizm güçleniyor, Anglo elitlerin yerini Frenk denkleri almaya başlıyor ve günümüzde çok tartışılan bağımsızlık tartışmalarının da önü açılmış oluyor. Richard 1950lerde hokey oynadığı ve ana dili Fransızca olduğu için gençliği boyunca ezilmiş ve en iyi oyuncu olmasına rağmen bu tacizler devam etmiş. Richard'ın bu baskıya başkaldırışı ve halkının ilham perisi olması filmde oldukça güzel anlatılıyor.

Daha fazla konuyla ilgili bilgi verip, filmi seyredecekleri huzursuz etmeyeyim. Benim gibi sporu ve siyaseti seviyorsanız seyretmekten oldukça hoşlanacağınız bir film. Aksiyon sahneleri, yani hokey maçları, gayet profesyonel yapılmiş, bunun yanında festivallerden çuvalla ödülle geri dönmüş bir film. Bana yer yer birinci Rocky'i hatırlattı ki, tadından yenmez. Zaten adamın lakabı da Rocket değil mi? Rocky vs. the Rocket. Neyse, filmin en güzel sahnelerinden biriyle de bitirelim. Karşı takımın psikopat oyuncusu sopayla Ricard'ın kafasına kafasına vurunca, bizimki sonunda kafayı sıyırıyor. Evet bu bir hokey filmi ve bol bol kavga sahnesi var. Hokey ve kavga konusuna ise daha detaylı olarak başka bir yazıda girebilirim.


Devamı - Maurice Richard - Roket Adam

17.12.2009

Deli Gözler Fenerbahçe Defansını Ele Geçiriyor





Devamı - Deli Gözler Fenerbahçe Defansını Ele Geçiriyor

Galatasaray'ın Avrupa'da Yenemediği Takımlar


İşim gücüm olmadığı bir zamanda, Graz şehrine karşı özel hayatında da değişik duygular besleyen bir Galatasaray taraftarı olarak, dünkü maç sonrası bir istatistik çıkarayım dedim. Galatasaray'ın şu ana kadar Avrupa Kupaları'nda hiç üstünlük sağlayamadığı takımların Wikipedia'da zaten var olan listesini amaca yönelik toparladım. Tur bazında1 kere karşılaştığımız rakipleri 2. bir listeye ayırdım, onlara karşı 'kaza kurşunu' yaftası yapıştırmayı tercih ediyorum..

Sonuç olarak, 'maç bazında' hiç üstünlük sağlayamadığımız 4 takıma karşı oynanan turların kısa özetleri, neden ve bahaneleri... Keza bahane bulmayı ve yavuz hırsız olarak ev sahibini bastırmayı sevenlerimiz olacaktır...

Steaua Bükreş - 4 maç
(2 beraberlik 2 mağlubiyet - 87/88 (Şampiyon Kulüpler Şampiyonu olduğu yıldan iki sezon sonrası, biri Çavuşesku imzalı 4-0 lık maç olmak üzere) ve 07/08)
Kızılyıldız - 4 maç
(2 beraberlik 2 mağlubiyet - 79/80 (Türk futbolunun yıldız gibi parladığı yıllar) ve 88/89 (Kızılyıldız'ın Şampiyon Kulüpler Kupası'nı almasından 2 sezon önce))
Manchester Utd - 4 maç
(3 beraberlik 1 mağlubiyet - bu takım karşısında bahaneye gerek yok, ama bir dip not girelim: Tur atlama konusunda diğer Türk takımlarıyla karşılaştırmak gibi olmasın ancak 1-1 eşitliğimiz vardır - futbol dünyasının istatistik bilimine error verdirttiği an... bir de 4-0 lık maçta David Beckham'ı futbol dünyasına tanıtmışlığımız)
Sturm Graz - 4 maç
(2 beraberlik 2 mağlubiyet - .......................... - bahaneleri bulan burayı doldursun)

3 Maç Yapılanlar
Magdeburg - (Aynı turda 3 beraberlik - Para atışıyla tur atlamışız)

2 Maç Yapılanlar:
Atletico Madrid
Bayer Leverkusen
Chelsea (3-2 lik Milan maçıyla beraber GS'ın Avrupa statüsünü değiştiren, ve burda yer bulduğundan dolayı Polyannalık yapabileceğim maç serisi)
Club Brugge
Cska Moskova
Bayern Münih (Avrupa'da GS tarihinin en ağır yenilgisini de barındırır)
Spartak Moskova (İlk Şampiyonlar Ligi golümüz, Cihat'a sevgilermizi yolluyoruz)
Torpedo Moskova
Hamburg
Göteborg (Dikkat: atılan korner sayısında fark atmışlığımız vardır)
Parma
Real Sociedad
Anderlecht
Werder Bremen (Unutulmaz Rotariu şutu)
Tromso (Bir efsane)
Villareal
West Bromwich

1 Maç Yapılanlar:
Metalist Kharkiv (Yapma Servet, yapma Servet...)
Helsinborg

(İlginç bir kontra not: Tarihte karşısında en başarılı olduğumuz takım Dinamo Bükreş (6 maçta 4 galibiyet, 1 beraberlik, 1 mağlubiyet))

Bunu yazarsam diğer renktaşlarım tepeme çıkabilir, o yüzden liste dışında tutmayı tercih ediyorum. İstatistik biliminin bir defosu daha diye açıklayalım, ancak Arsenal de 1 beraberlik ile bu listeye giriyor. Küçüldüm, küçüldüm, cebe giriyorum...

Karşılaştığı maçlar baz alındığında Juventus, Liverpool, Lazio, Roma ile aynı galibiyet sayılarına sahip olan, Real Madrid'e toplamda üstünlük sağlamış bir takımın Sturm Graz karşısındaki basiretsizliğini açıklamak için sizi şu arkadaşa yönlendiriyorum: Uçan Adam.

Türkiye Ligi'nde GS'ın bir D.Ç. Karabük ve Yimpaş Yozgat zaafı vardı zamanında, nedense onları çağrıştırıyor bu Sturm Graz bana. Ha bi de bu postta ismi lazım değil bir takım :)
Devamı - Galatasaray'ın Avrupa'da Yenemediği Takımlar

16.12.2009

Dünyanın Bütün Forvetleri, Nobre'ye Karşı Birleşin!


Demiryolları çalışanları dün, greve katıldıkları için işten çıkarılan arkadaşlarının haklarını savunmak için grev yaptılar. Demiryolu çalışanları, sosyal dayanışmanın bu güzel örneğini sergilerken, benim de isyanım futbolculara... Kardeşim, insan hiç mi işçilerden, sendikal dayanışmadan feyz almaz? Anlamıyorum, gerçekten, Mert Nobre yılla 2 milyon avrodan fazla para kazanıyorken, nasıl olur da hiçbiriniz isyan etmezsiniz? Zulümdür bu, resmen zulümdür!

Nobre'nin geldiği günden beri sadece iki kişiye faydası olmuştur: Menejerine ve Alex'e. Alex, Nobre olmasaydı daha az assist yapacaktı büyük olasılıkla, fakat bunu atacağı gollerle dengeleyecekti. Menejeri de, Nobre'nin kazandıklarına bakılırsa en azından bu dünyalığını toplamıştır...

Futbolcu kardeşlerime buradan seslenmek istiyorum: sırtını kaleye yaslayıp, hiç gol atmayan bir forvetin 2 milyonu cebe indirdiği bir dünyada, size verilen paraya isyan etmiyor musunuz? Taner Gülleri, Makakula, Baros, Nonda ve hatta Bobo... Anadolu takımlarının adını hatırlayamadığım bütün forvetleri, birleşin! Siz de Nobre gibi TC pasaportuna sahipsiniz, sizin de bu parayı kazanmak hakkınız değil mi? Sesinizi duyurmazsanız, isyan etmezseniz, sonunuz Finansbank reklamlarındaki Engels'e dönecektir, bunu unutmayın!

"Bugünlerde, Türkiyedeki futbol sahaları üzerinde uğursuz bir hayalet dolaşıyor: Mert Nobre'nin hayaleti..."
Devamı - Dünyanın Bütün Forvetleri, Nobre'ye Karşı Birleşin!

You Won't Fool the Children of Birmingham



Villa ve Birmingham...Birmingham şehrinin iki takımı.Villa ligde son 6 maçtır yenilmiyor,32 puanla üçüncü sırada ve lider Chelsea'nın ve Manchester'in sadece 5 puan gerisinde.Lig başladığından beri geçen 17 maçlık periyotta Chelsea,Manchester,Liverpool,Tottenham ve City gibi iddialı,ilk dört adaylarından hiçbirine kaybetmedi.Üstelik bu beş maçtan toplam 9 puan alarak bu alanda bir rekor kırdı(Arsenal'le henüz karşılaşmadılar).

Bu yenilmezlik serisinin ardında Martin O'Neill'in,genç oyuncularla tecrübeliler arasındaki uyumu yakalayabilmesi ve istikrarlı kadro yapısı büyük önem taşıyor.Geçen sezondan itibaren Agbonlahor ve Ashley Young'u takıma tamamen monte etti,Friedel,Heskey gibi oyuncuları ise her türlü eleştiriyi göze alarak takıma koydu.Orta sahada Petrov-Sidwell(bazen Milner) sağ kanatta Milner sol da ise Ashley Young'la istikrarlı,hızlı ve dinamik bir orta saha kurmayı başardı.Ada'nın umut vaadeden yeteneklerinden Downing'in de sol kanada yavaş yavaş monte edilmesiyle orta sahanın teknik kapasitesi daha da arttı ve bir anlamda takımın kalibresi yükselmiş oldu.Sezon başındaki Warnock ve transfer sezonunun kapanmasından hemen önce gerçekleşen Dunne transferiyle de kafasındaki defans hattını kurmuş ve bugünkü Aston Villa'nın temellerini atmış oldu O'Neill.Kısacası,iyi bir organizasyon ve yönetim yapısı içerisinde durmadan yükselen bir Aston Villa trendinin ortaya çıktığını söyleyebiliriz.Tabii bunda en büyük pay yukarıda da anlattığımız gibi profesör tipli hoca Martin O'Neill'in.

Birmingham'da yaşanan rüyanın mavilisine geçelim...Birmingham Ekim'in son haftasından beri yenilmiyor.Bu süre içerisinde yaptıkları 8 maçtan 6'sını kazanmayı bildiler ve ligde 6.'lığa kadar yükseldiler.McLeish'de aynı O'Neill gibi istikrarlı bir kadro yapısı kurdu ve takımı Premier Lig'e henüz bu sezon yükselmiş olsa da McLeish'in uygulamalarıyla sanki yıllardır Premier Lig'de oynuyormuş gibi.McLeish kadrosunda, Ferguson-Bowyer gibi eski günlerine dönüş özlemi taşıyan hevesli,tecrübeli yıldızlarla,O'Connor-Ridgewell gibi genç,kaliteli yıldızları barındırıyor ve sonuçta bizler her iki takımda da başarıyı getiren sistemlerin,yani McLeish ve O'Neill'in vizyonlarının,izledikleri yolların birbirlerininkiyle farklı olmadığını görüyoruz.

İki takımı da Premier Lig'de verdikleri üst düzey mücadelelerinden dolayı kutluyorum.Dilerim başarıları devam eder ve Villa ligi ilk 4 Birmingham ise ilk 6 içinde bitirir.

NOT:Ayrıca her iki takıma da T-Rex'den "Children of the Revolution" şarkısını gönderiyorum.
Devamı - You Won't Fool the Children of Birmingham