28.05.2009

Tugay Olmak


1987-1988 yılından, Galatasaray futbol takım oyunucularını tanıtan bir broşür hatırlarım... herkesin göz renginden en sevdiği yemeğin ne olduğuna kadar gereksiz bilgilerin yer aldığı bir kitapçık. Bir soru vardı, kullandığınız arabanın markası nedir şeklinde; herkesin Renault 12, Doğan 5 vites, Ford Taunus gibi cevaplar verdiği bir soru... Bir futbolcu ise 'abi yaşım kaç başım kaç, bir sonraki soruya geç' kıvamında bir cevap vermişti...

20 bin kişi kapasiteli Ali Sami Yen'e 30 bin aslan parçasının sıkış tıkış girdiği, kafada şapkadan çok çekirdek poşeti havası veren komik görüntülü sarı-kırmızı karton kasketlerin takıldığı, kafa göz yarmasın diye suyun kare şeklinde, üzerinde mavi yazılı poşetler içinde satıldığı, ve benim döner kapıdan babamın bacakları arasında girip, onun omzunda püfür püfür esintili kral dairesinden maç izlediğim dönemlerden bir ümit milli takım maçı... kimle oynadığımızı hatırlamıyorum ama maç 6-4 lehimize bitiyor. O takımda tek bir Galatasaray'lı oynuyor ve tüm maç gurur tablosu olarak gözüm onda...

Futbola ilgimin başladığı dönemlerde yükselişini bizzat gördüğüm ilk oyuncu olduğu için benim için Galatasaray altyapısının tanımlayıcısı olmuştur Tugay Kerimoğlu.


Gascoigneimtrak hınzır gülüşü, tribünlerin önünde sarfettiği, unutulmayan (ve Arda Turan'a da bulaştırdığı) 'ben burda doğdum burda ölecem' sözü, kendisiyle özdeşleşmiş tek ayağı top üzerinden geçirdikten sonra diğer ayakla topu yana çekerek rakibini her seferinde ekarte edişi (90'ların sonlarına doğru bu çalımı takip eden hareket, topu stop edip geri dönme, sonucu efektif olarak kocaman bir 'sıfır' olan hareketler silsilesi, ve taraftarı çıldırtma) ve sürekli değiştirdiği saç imajını hatırlıyorum. Aynı şekilde, attığı goller sonrasında yaptığı ilginç danslar (özellikle, 4-1'lik Hertha Berlin maçında attığı golden sonra yaptığı bir nevi veda şovu olan slow-motion koşu)...
Tabii ki hepsinden önemlisi, 92-93 şampiyonluğu sonrasında Falco Götz ile üzerindekileri çıkarıp tribünler önünde yaptıkları türlü şebeklikler, ve yaklaşık 20 senedir Türkiye'de tüm takım tribünlerinin bıkmadan, sıkılmadan oyunuculara gına getirene kadar yaptırdıkları, artık kabak tadı vermiş olan yumruk şovunu Türk futboluna sokmaları.

Galatasaray'daki hırslı, savaşçı, ancak yüksek tekniğine rağmen futbol mantalitesini bir türlü geliştirmeyi başaramayan görüntüsünden sıyrılıp Blackburn Rovers'da mavi-beyazlı forma ile olgunluk çağını yaşadı. Belki ortamın, medyanın ve yaşadığı şehrin üzerinde baskı yaratmamasından ötürü, belki de yaradılış itibariyle başka kültürlere adaptasyon sorunu yaşamamasıdır onu bu kadar başarılı kılan. Glasgow Rangers ile çıktığı daha ilk maçta ceza sahası
dışından çektiği şut direk dibinden dışarı çıktığında kafasını elleri arasına alıp Brit aksanıyla 'oooohhh fooooook' diye bağırışı gülme krizine girmeme neden olmuştu. Saha içinde kendine has bir şekilde renkli bir kişilik olsa da saha dışında hiçbir zaman popülist olmadı, içinden geçeni esprili bir şekilde söyleyen 'adam gibi adam' oldu, sıradan bir Türk futbolcusundan beklenmeyecek derecede kaliteli şekilde kendini ifade etmeyi beceren bir futbolcu idi. Sanırım saha dışında şov yapmayı sevmediği için, yurtdışında olağanüstü başarılı geçirdiği 8 sezon boyunca hiçbir zaman gazetelerimizde ahım şahım bir yer bulamadı. Yurtdışına açılmaya çalışan, medya tarafından pohpohlanan ismi aşikar şımarık futbolcuların aksine kendini hep geliştirip, dünyanın en zor ligi olan Premiership'te her sene öyle ya da böyle var olan bir takımda kaptanlığa, ve o mevkiiden 'efsanelik' mertebesine erişti.


Her ne kadar Alex Fergusonun '10 sene genc olsaydı, Manchester United için ideal bir oyuncu olurdu' sözü eminim biraz içini burkmuş olsa da, 30 yaşında Avrupa'ya çıkmış olması, hiçbirşey için geç olunmadığını kanıtlıyor, aynen Ümit Özat örneğinde olduğu gibi. Bu örneği gördükten sonra, Arda Turan, Semih Şentürk, Mehmet Topal, Servet Çetin, Gökhan Gönül, Batuhan Karadeniz gibi nicelerinin sonunun Hasan Şaş, Ümit Karan, Fatih Akyel, hatta Okan Yılmaz olmasını istemediğim için onlara 'geç olmadan kendinizi kurtarın, ve jübilenize kadar dönmeyin' diyesim geliyor. Tabi örnek olarak bu 4 oyuncuyu seçmemin kendine özgü değişik nedenleri var.

Tugay'ın yaşadığı gururun darısı bundan sonra da Tuncay'ın ve Nihat'ın başına diyelim.

Brezilya ile karşılaştığımız jübile maçı, benim için bir dönemin kapanması anlamına gelen bir gün olduğu için, belki de Hakan Şükür, BÜlent Korkmaz, Cüneyt Tanman, Muhammet Altıntaş, Suat Kaya, Simoviç, Cevat Prekazi, hatta Hagi'nin son maçlarını izlemekten bile daha fazla hüzünlendirmişti.
Artık izlemesi tüm Galatasaraylılar için angarya haline gelen Süper Lig'in kapanış mücadelesi olan Galatasaray-Sivasspor maçına göz atmamın tek nedeni olacak, Tugay'ın yıllar sonra Ali Sami Yen'e 'Galatasaray' amacıyla gelecek olması.
Okul dönemlerimin 2 büyük Galatasaraylı'sı Tugay Kerimoğlu ve Bülent Korkmaz'ı, birine yönetim kuklası haline geldiği için buruk bir şekilde veda etmek, diğerine ise yuvana hoşgeldin, kapımız sana her zaman açık demek için yıllar sonra aynı renkler altında el ele görmek istiyorum. Galatasaray'ın 14 senede 8 şampiyonluk gören 90'lardaki altın çağında (şu andaki en ufak başarısızlığı bile çekemeyecek hale gelmiş bir taraftar jenerasyonu yaratan, ve bana keyifli bir gençlik hediye eden takım) imzası bulunan 2 büyük kaptanını tekrar bir arada görmek milyonlarca Galatasaraylı'nın gözlerini dolduracaktır eminim ki.

Bu haftasonu, forması ile belki sahada yer alamasa da, çok sevdiği renklerle bezenmiş eski stadında, kulüp içinde başka görevlerde yeniden doğabilmek için kendisi için eminim ki son derece kutsal olan Ali Sami Yen cennetinde gözlerini futbola kapayacak. 2000 yılında UEFA kupasını ellerinde kaldıramadan gidişi sessiz oldu, umarım dönüşü muhteşem olacak.


0 yorum: