Gariptir, futbolun bu kadar sevildiği; sevilmekle de kalmayıp bu kadar yazılıp çizildiği bir ülkede hala bazı futbol terimlerinin Türkçe karşılığı yok. Futbol Türkçemiz, klasik stil 4-4-2'li günlerde kalmış gibi, sol açık, sol iç, santrahaf, libero, forvet gibi kelimeler dilimize girmiş bir şekilde fakat wingback, anchorman, box-to-box, target striker gibi kelimelerin hala Futbol Türkçe'sinde bir karşılığı yok. Bu kelimeler yerine haliyle "10 numara", "10 buçuk numara" (deep lying forward sanırım), golcü (poacher ve striker yerine, duruma göre değişir) gibi garip uydurma kelimeleri kullanıyoruz.
Box-to-box da bu terimlerden bir tanesi. İngilizlerin iki ceza sahası arasında gidip gelen tabiri caizse gerektiğinde dinamo, gerektiğinde oyun kurucu gibi çalışan oyunculara verdikleri isim. Tartışmanın başlığı, the Guardian Sports Blog'da yazılarını zevkle takip ettiğim Jonathan Wilson'a ait. Wilson, günümüz futbolunda oyunun iki yanını da iyi okuyabilen ortasaha oyuncularının nesillerinin tükendiğinden bahsederken konuyu da, haliyle, İngiliz Milli Takımı'ndaki temel bir meseleye getiriyor: İngiltere elinde bu kadar yetenekli oyuncuya rağmen ulusalararası turnuvalarda neden başarılı olamıyor?
Wilson için meselenin taktiksel özü basit aslında: İngilizlerin futbolunda hala karma bir ekol hakim. Bir tarafta hala, sayısı ciddi oranda azalmış olsa da, klasik 4-4-2'nin kanat oyuncularını ve forvetlerini yetiştiren; öbür tarafta ise çağdaş futbolun gereklerine uygun yine son derece donanımlı oyuncuları yetiştiren bir futbol ekolü Britanya'ya hakim. David Beckam ve Owen gibi oyuncular, klasik sistemin son örnekleri iken, Gerard, Ashley Cole ve Lampard gibi oyuncular ise modern futbolun üst düzey örnekleri. Beckham-Gerard-Lampard'a sahip bir ortasaha ismen müthiş gözükse de aslında son derece zayıf bir omurgaya sahip: Gerard ve Lampard alanlarından çıkıp sahanın her yerine top servisi yapmayı seven oyuncular, Beckham ise sadece çizgide etkili olan bir oyuncu, onun çıkışlarında Lampard ya da Gerard'dan birinin ortasaha çizgisine yakın kalması ve dönen topları alması lazım. Hadi yaşlanan ve artık takımdaki yeri de kalıcı olmayan Beckham'ı bir kenara bırakalım, Lampard ve Gerard gibi iki oyuncuyu klasik 4-4-2 sisteminde oynatabilir misiniz? Akıllı bir rakip, bu oyunculardan çaldığı toplarda bir anda kendini rakibin defansı ile karşı karşıya bulabilir zira ikisi de aynı şekilde ileri çıkmayı seven oyuncular. Formda ve hızlı bir rakip, herhangi bir gün İngiltere'yi bu klasik formasyonla perişan edebilir.
Aslında nicedir futbolda rakamsal formatların pek de bir değeri kalmadı. 4-4-2, 3-5-2, gibi taktikler yerlerini 4-1-2-1, 4-2-3-1, 2-3-3-1 gibi adından başka herşeye benzeyen sistemlere bıraktılar. Oyuncu pozisyonları, daha akışkan oldu; beklerden hücumcu bek olmaları istenirken, klasik kanat oyuncuları da yerlerini kanat forvetlerine ya da ters ayakla içeri kateden "gizli forvetlere" bıraktı. Başladığın yerden çok pozisyonu bitirdiğin yerin daha önemli olması, ortasaha oyuncularını da nicedir ikiye ayırdı: defansif ve ofansif ortasaha oyuncuları. Hatta bu iki rol de kendi içlerinde başka başka alt rollere ayrıldı. Artık bir ortasaha oyuncusu olmanın tek başına bir anlamı yok. Oyuncunun hücumdaki rolü, defans sırasında davranışı, toplu ve topsuz oyunları üzerinden tamamen yeni ve yaratıcı ortasaha kurguları kurmak mümkün.
Wilson'ın yazısından bu noktada ayrılıp değişen bu şartları kendi futbolumuz üzerinden düşünmek istiyorum. Üç büyük takımın teknik direktörleri de aslında bu durumu, Türkiye'nin şartlarına farklı farklı yaklaşımlarla adapte etmeye çalışıyorlar. Beşiktaş'tan başlarsak, ortasahanın ortasında Musfata Denizli genelde çakılı çıpa tabir ettiğimiz oyuncular ile defans direnci sağlam bir takım kurmak istiyor. Bu mevkii için düşündükleri genelde Fink, Ernst, Uğur ve bazen Ekrem arasından çıkacak bir ikili defansif ortasaha oyuncusu. Orta bölüm bu kadar sabit olunca, hücum varyasyonları için gereken akışkanlık forvet hattının hemen gerisinde sağlanmaya çalışılıyor. Yusuf, Tabata ve Tello bu bölgede maç içindeki duruma göre hem kanatta hem de ortada yaratıcı oyuncu rolünü üstleniyorlar. Oyun kanatlara açılmak istendiğinde duruma göre ya bekler oyuna katkıda bulunuyor, ya da Serdar, Holosko ve Ekrem gibi geniş alan oyuncularından faydalanılıyor. Beşiktaş'ın sistem diğerlerine göre daha katı ve özellikle ortadan delinmesi zor bir sistem. Fakat ileri uç oyuncularının özellikleri ne yazık ki birden farklı pozisyonda oynamaya uygun değil, bu da takımın hücum gücünü ciddi oranda etkileyen bir durum.
Fenerbahçe'de ise durum biraz daha farklı, Emre ülkemizde box-to-box yetişmiş son birkaç oyuncudan biri. (Diğeri de Ayhan) Bu yüzden Emre oyunun iki tarafında da iyi özellikler gösterebilirken, hiç birinde de o bölgeye özel futbolcular kadar performans gösteremiyor. Emre'nin bu yönüne destek vermek için Daum onun yanında genelde daha defansif özelliği olan oyunculara -Baroni gibi- yer veriyor. Bu oyuncuların önünde oynayan Alex ise, çoğu zaman kapasitesinin yarısı oynar halde klasik oyun kurucu rolde oyuna başlıyor fakat Guiza'nın tek forvet olarak yetersizliği ve golcülüğü ile ters orantılı pozisyon yaratma becerisi sayesinde Alex kritik anlarda insiyatifi eline alıp kale dibinde golcülüğünü konuşturuyor. Bu bağlamda, Alex'in serbest oynadığını söyleyebiliriz.
Fenerbahçe'nin elindeki asıl kozlar ise Mehmet Topuz ve Özer. Topuz, aslında tam da Denizli'nin kafasında akışkan ileri oyuna uygun adam, fakat kaderin cilvesi ki kendisi Fenerbahçe'de oynuyor. Kanatlarda da, ortada da etkili bir oyuncu, Türkiye'deki hücuma yönelik ortasaha oyuncularının belki de en önemlisi. Özer ise biraz de la Pena'yı çağrıştıran bir oyuncu: diğer kötü özelliklerini kapatan müthiş bir yaratıcı zekası ve pas verme becerisi var. Alex ile oynadığı zamanlarda, ki bu ender oldu şu ana kadar, takımın pas alışverişini rahatça üstleniyor ve Alex'i kendini daha verimli hissettiği ileri bölgeye taşıtıyor. Son Ankaragücü maçında verdiği paslar, özellikle Alex'e olanlar bunun güzel bir örneği... Fakat bütün bu yaratıcılığa rağmen, ortasahanın direnci hala çok zayıf ve takım Appiah ya da Marco Aurelio'nun eksikliğini hissediyor. Nitekim Beşiktaş gibi çakılı ve dirençli ortasahaya sahip bir takım karşısında ilk golü yedikten sonra dağılmaları bunun bir göstergesi.
Bu iki takıma göre izleme şansı daha az bulduğum Galatasaray'daki problem de Fenerbahçe'ye benziyor. Emre gibi klasik ortasaha oyuncusu gibi, hatta hücumu daha çok seven ortasaha oyuncusu gibi yetiştirilen Ayhan yıllar geçtikçe kendini ortasahanın göbeğinde top için mücadele ederken buldu. Yetenekleri Emre'ye göre daha kısıtlı olan Ayhan için Galatasaray'da bulduğu bu rol, kabus gibi geçen Beşiktaş yıllarından sonra yeniden doğuş gibiydi. (Türkiye Ligi'nde kalıp da kariyeri tükenme noktasına gelirken, küllerinden doğan kaç oyuncu vardır acaba?) Rijkaard'ın oynattığı futbolda Ayhan ve Mustafa Sarp'ın kilit rolleri var. Diğer iki rakibine göre, bu ikilinin hücum becerisi daha zengin. İki oyuncu da ileri çıkmayı seven tipte oyuncular. Bunların önlerindeki üçlü için ise dört oyuncu alternatifi var: Arda (sol / orta), Elano (orta / sağ), Kewell (sol) ve Keita (sağ). Kewell, Avustralyalı olmasına olmasına rağmen klasik İngiliz futbol kanat oyuncusu olarak yetiştirilen biri. Sürati ve yüksek top tekniği ile rakibi geçen, zamanın efsane futbolcusu geçirdiği sakatlıklardan sonra daha akılcı bir oyun kimliğine bürünmüş. Keita ise, Kewell'ın eski günleri gibi, kanatta müthiş hızı ve rakibini yormaktan zevk alan bir oyuncu. Bu oyuncuların ya da diğerlerinin kanatlarda boşalttığı alanları tutmak kolay iş değil. Fenerbahçe'deki Carlos ya da Gökhan gibi hücumcu beklere de sahip değiller. Bu yüzden de Galatasaray ortasaha ikilisi geniş bir alana müdahale etmek zorunda kalıyor. Defanslarının da hala form tutmamış olması bunun üstüne gelince, Galatasaray'ın taktiği çok gol atan ama çok da gol yiyen bir kimliğe bürünüyor.
Trabzonspor ise bu takımlardan farklı olarak ortasahasında Alanzinho dışında daha düz oyunculara sahip bir takım. Fakat kanatta açık oynayan oyuncuları, özellikle de Yattara, son derece süratli ve yetenekli. Gabric ve Colman da etkili oyuncular fakat Trabzon'un oturmuş bir ortasahaya sahip olmayışı takımlarının uzun süreli form tutmasındaki en büyük engel. Ayrıca forvetleri ikili oynamaya, tek forvetten daha uygun oyuncular bu da Trabzonspor ortasahasının hep bir kişi eksik oynamasına neden oluyor.
Sonuçta, box-to-box oyuncuların Türkiye'de de diğer ülkelerde olduğu gibi sayılarının azaldığını, mevcutta bu özelliğe sahip oyuncuların da ağırlıklı olarak daha defansif ve toparlayıcı roller üstlendiklerini görüyoruz. Fakat Türk futbolu hala, tek pası doğru yapıp, fiziği ile rakiplerini bozacak Appiah, Aurelio gibi oyuncuları kendi bünyesinde yetiştiremiyor. Bu konuda herhalde en büyük eksik, oyuncularımıza verilen taktiksel altyapının yetersizliği çünkü aynı ülke ortasahanın diğer tarafında son derece yaratıcı işler yapabilen ortasaha oyuncularını kuşaklardır yetiştiriyor. Demek ki, salt yeteneğe değil biraz da taktiksel eğitime ihtiyacımız var.
2 yorum:
güzel bir analiz..
box-to-box'un turkcesi kutu kutu pense olsun bence...
Yorum Gönder