17.08.2009

Seviyorum seni ekmeği tuza banıp yer gibi...


Seksenbeşinci dakikada tribünler Nazım Usta’nın dizeleriyle selamlıyordu takımı:

“Seviyorum seni
ekmeği tuza banıp yer gibi
Geceleyin ateşler içinde uyanarak
ağzımı dayayıp musluğa su içer gibi”

Şükrü Saraçoğlu’ndaki ilk maçta ben de bu sezon ilk defa evde televizyon karşısına geçtim. Yurtdışında yaşayan ve çanak anten takma ihtimali bulunmayan insanların en sevdiği site/kanal olan Digiturkwebtv ile kesintisiz ve kaliteli bir yayın oldu.

Fenerbahçe kazanan kadrosunu Roberto Carlos ile takviye etmiş ve taraftar hafta boyunca protesto edilen yüksek bilet fıyatlarına rağmen yenı transfer (!) Lugano ile birlikte tribündeki yerlerini almıştı.


Artık bitirilmesi gereken bir uygulama olan Ulusal Marş sonrası Alex’in iki ufaklığı babalarını öperek ona şans dilediler ama sanırım nazarımız değdi kaptana. Alex’in her sene bir kere tekrarladığı yüzünü ekşitip baldırını tutma ritüeli hem sezon hem de maç için erken oldu. Daum’un tüm zamanlardaki favorisi Alexi’in yerine güzel bir bireysel emeklilik sözleşmesi imzalamış Deivid girince hem taraftarın yüzü düştü hem de değişiklik sırasında Gökhan Gönül’ün suratındaki memnuniyetsizlik takıma yansıdı.

Fenerbahçe maça çok istekli başlarken, karşısındaki Sıvasspor ise büyük takım olma özelliğini geçen senede ve ayrılan yabancılarının formalarında bırakmış, 90’ların klasik kapanan Anadolu takımı havasında 9 kişi ile ceza sahasında yığılarak direnç göstermeye çalıştı. Böylece Fenrbahçe sezon boyunca çok karşılaşacağı kapalı savunmalar önündeki ilk sınavına en ince ayrıntıların adamı Alex’ten yoksun olarak çıktı. Deivid Alex’in göstereceği zeka kıvılcımlarının hiç birini gösteremezken geçen seneden kalan basit top kayıplarını daha da güzelleştirerek devam ettirdi. Buna rağmen Fenerbahçe adına maçın en çok koşan 3. futbolcusu olması da oldukça ilginç.

Maç öncesi ve başındaki bu karışık duyguları ise iki adam bir keyif gecesine çevirdi. Alex sonrası kaptanlık bandını koluna geçiren Emre (ki tavip etmediğimiz bu mevzu çok ayrı bir tartışma konusudur) adeta bir futbol resitali izletti bize. Kendisinden beklenen çok üstünde bir mücadele üstün bir teknik ve adeta İniesta veya Xavi’den esintiler bıraktı taraftarın yüzünde. Bu performansını tüm maça yayarken Fenerbahçe’nin en fazla metre koşan ikinci adamıydı Emre. Kendisine hep şüphe ile baktığımız ve bakacağımız adamın bu futbolu rakımı yudumlarken tebessümler oluşturdu bende.

Ve Gökhan Gönül, büyük ihtimalle Arda Turan ile birlikte Lig’in en değerli ve en modern futbolcusu. Nesildaşısın mental ve fiziki eksikliklerini düşününce belki de en değerlisi. Gökhan hücümcu bek fetişisti Daum’un da en önemli futbolcularından biri olduğu kesin. Gökhan bindirdi bindi, savaştı, orta yaptı, çalım attı ve bizi bile yordu.

Criştian Baroni ise bende orgazmik bir keyif bıraktı, çok yerinde müdahaleler. Çok kalite uzun ve kısa paslar. Olmasa gerektiği yerde güzel kademeler. Emre ile uyumları ise daha ikinci haftadan çok çok umut verdi. Hele ki Andre Santos ile berbaer Brezilyalılarda görülen ciddi bir hastalık olan ilk defa ülkeleri çıkmayı çabuk atlatırsa. Çok faydalı olacaktır.

Fenerbahçe karşısında çok zayıf ve mahkum gözüken rakibi karşısında sadece takımın kalitesinin çok altında kalan geri ikilisi ile sırıttı.Thaminimce Lugano ayrılacağı için alınan Bilica hiçbir şekide bırakın üstüne çıkmayı Edu’nun yarısı olacak performansa sahip değil. Çok mu fantezi bilmiyorum ama elimde olsa Edu’nun iyileşme sürecini de gözönünde tutarak Bilica’yı hemen olmadı devre arası zaten onu arayan Sivas’a geri gönderir. Daum’a ilk döneminde veremediğimiz üst düzey savunmacı Edu-Lugano ikilisini verirdim.

Güza Alex’sizlikten ve kalabalıktan müzdaripti ama koşup durdu ortasahanın gerisinden hatta sağbekten top çıkardığını bile gördük. Bu maça mahsus kendisine eleştiri oklarını göndermeyeceğim bahsettiğim Sivas acizliğinden dolayı.

Kazım ve Santos maç boyunca çok çok etkisiz iki kanadıydı Fenerbahçe’nin. Bunun da çeşitli nedenleri var şüphesiz. Bu iki etkisi adamın maçın açılış ve kapanış gollerini atması da geçen sene sezon başı hamlığıyla ilk altı maçın dördünde başarısız sonuçlar alan Fenerbahçe için umut verici idi.

Maçın özeti Koch’un gelmesi ile yetmişinci dakika sonrası maçı fiziken domine eden takım (Emre dahil). Daum’la geri gelen maç seyretme keyfi. Çokça umut veren güzel bir takım.

Fenerbahçe’nin güzel taraftarı bir aşkı belki en güzel tanımlayan şiirlerden biri ile Nazım Usta’nın şu dizeleri ile coşarken televizyon başındaki bizlerin yüzünde gülümseme ve aşk gözyaşları vardı...

“Seviyorum seni ekmegi tuza banıp yer gibi
geceleyin ateşler içinde uyanarak
ağzımı dayayıp musluğa su içer gibi,
ağır posta paketini, neyin nesi belirsiz,
telâşlı, sevinçli, kuşkulu açar gibi,
seviyorum seni denizi uçakla ilk defa geçer gibi.
İstanbul'da yumuşacık kararırken ortalık
içimde kımıldanan bir şeyler gibi,
seviyorum seni "Yaşıyoruz çok şükür!' der gibi.”

3 yorum:

REM dedi ki...

Bilica'ya biraz haksizlik yapiliyor bence. Adamin biraz uyum sureci olacak tabi ki. Unutmayalim ki, Volkan da, yedigi hatali goller hatirlaninca, cogumuz icin (buna Daum da dahil) Fenerbahce'de oynayabilecek kalitede degildi ama firsat buldukca kendini gelistirdi.
Bilica eger Lugano'yla birlikte birkac mac oynarsa cok iyi ikili olacaklarina inaniyorum. Ayrica Onder de dunku macta kademe hatalari yapti (Kamanan'in volesinde topa mudahele edemedi vs). Topu kesme ve oyuna olumlu sokma bakimindan bence cok iyi degil.
Kisacasi Bilica'ya biraz daha sure taniyalim...

SK dedi ki...

Lugano+Blica Turkiye'nin en iyi defans ikilisidir. Hayati boyunca kapanan takimlarda oynamis birinin bocalamasi dogaldir. Blica'nin tum diger stoperlerden ayiran onemli ozelligi topu oyuna iyi sokmasidir.

Gökçe dedi ki...

Cok erken konustugumun farkindayim ancak bu Bilica'dan fazla birsey bekleyebilecegimizi zannetmiyorum. Edu'nun kalitesinden cok uzakta. Roberto Carlos'un gitme Tuncay'in gelme ihtimali oldukca yuksekken. Edu'nun takimda tutulmasinin faydali olacagi inancindayim. Hatta bence tarihte bir Enke olayi varken 31 Agustos oncesi Bilica aynen Sivas'a diyorum...