Çocukken ilk duyduğum zaman bayağı bir korkmuştum bu laftan ve bu lafı söyleyenden. Yıllar içinde, savaşın bütün deliliği içinde, böylesine delice sözlerin aslında rasyonel laflardan daha motive edici olabildiğini gördüm. Zaten savaş başlıbaşına bir delilik, bunun içinde -özellikle de cephede- rasyonel bir şeyler aramak çok da akıl karı değil.
Fakat, Dağlıca Baskını esnasında teslim olan 8 asker ile ilgili çıkan tutuklama kararından sonra, 90 yılda çok da bir şeyin değişmediğini farkettim. Baskın yiyen, arkadaşları ağır silahlarla vurulup parçalanarak ölen, etrafları sarılan ve ölmelerinin çatışmanın gidişatını kesinlikle değiştirmeyeceğini gün gibi aşikar olan bir anda, askerler teslim oldukları için, "emre itaatsizlik" suçundan yargılandılar ve 2 yıl hapis yatacaklar. Demek ki 2010 yılında hala ölmeyi emreden komutanlar olabiliyormuş!
Hadi bu olay yargının kararıdır diyelim, dünyayı ve savaşı başka bir boyuttan görüyorlar, bizim algılayamadığımız bir hayat görüşüne sahipler diyelim... İşin ilginci, bu kadar açıklanmadan çok öncesinde, toplumun zaten askerleri mahkum eden görüşü oluşmuştu. Facebook'ta grup kurarak, gittikleri özel üniversitelerde kafa tokuşturup kurtlar vadisi replikleri papağanlayarak kendini ağır milliyetçi addedenlerin pek algılayamayacağı bir durum belki de bu; en zor şartlar altında hayatın ve sana öğretilen idealler arasında seçim yapmak... Söyleyin bana hangisi daha önemli, kendi canın mı yoksa 19. yüzyıldan sonra ortaya çıkmış sanal bir millet kavramı ile şekillenen sınırlar mı? Ben bu sorunun cevabını vermek yerine sadece şunu söylemek istiyorum: Allah kimseyi böyle bir seçimi yapmak zorunda bırakmasın, bırakmış olanların da iki dünyada yardımcısı olsun...
1 yorum:
eline saglik.
Yorum Gönder