Kınalıadasporda başlayan kariyeri sonra Beyoğluspor ve ardından Beşiktaş JK'da devam ettirdi. Oradan İtalya'ya Sicilya üzerinden giriş, Palermoda bir sezon. 28 maç 13 gol... Sonra İtalya'ya kadar gitmişken Roma'yı görmeden olmaz demiş, SS. Lazio'ya transfer olmuş. Oradaki kariyeri daha da parlak, 29 maçta 16 gol. Sonra tekrar Palermoya dönüş. 3 sezonluk İtalya macerasından sonra Galatasaray'a dönüş ve sonrasında futbolu bırakması.
Şükrü Gülesin Türk Futbolunun ilk uluslararası yıldızı olmuştu. İtalyan futbolunun Türk futbolculardan haberdar olmasını sağlamış, onun Türkiyeye dönüşünden bir kaç yıl sonra aynı dönemlerde Türkiye diğer iki büyük klubünün iki büyük yıldızını - Can Bartu ve Metin Oktay'ı- da Seria A'nın farklı takımlarına göndermiştik. Hatta Can Bartu resmi olarak Avrupa Kupalarında Final oynayan ilk Türk futbolcusuydu. Fiorentina formasıyla ile oynadığı bu maçta, Glasgow Rangers'ı yenerek kupaya uzanan Floransa ekibi sayesinde Bartu da bu başarıdan üzerine düşen payı alıyordu.
Şükrü Gülesin ile ilgili bildiğim en güzel anı ise bize bir zamanlar futbolun ne olduğunu çok iyi anlatıyor. (Hikaye Yiğiter Uluğ'un Haticeye Mektuplar Kitabından alınmıştır.)
1974 dünya kupası finalini izlemek için Almanya Münih'e gelen ekipten Şükrü Gülesin, maç sonrası acıkan karnını doyurmak için kafileyi peşinden yolda gördükleri bir İtalyan lokantasına sürükler. Spagettileri söylenirken, Gülesin 15-16 yaşlarındaki garson çocuğa italyanca sorar:
"Hangi takımı tutuyorsun"
"Lazio."
"Sukru Gulesin'i tanıyor musun?"
"Hayır."
"Baban da lazio'lu mu?"
"Evet"
"Ne yapıyor şimdi?"
"İçerde, mutfakta."
"Git, babana "Sukru Gulesin geldi seni görmek istiyor" de."
Çocuk biraz şaşkın, biraz da zorlama şekilde içeri gidiyor.
O içeri giderken biz de geçmişe dönelim,
Şükrü Gülesin'in İtalya'da fırtına gibi estiği yıllar. Palermo'daki başarısından sonra daha büyük bir ekibe, Lazio'ya transfer olur Gulesin. Orada da gollerine devam eder. İlginçtir, her mac sonrası evinin kapısına asılı bir istakoz buluyor. Ne kendisi ne de eşi iskatozları bırakan şahsı görmüyorlar. Hatta bir kaç kere sabahlayıp kapının başında meçhul yabancının gelmesini beklerler fakat yabancı ikisine rağmen yine her pazar akşamı kapılarına semiz istakozları bırakmaya devam eder.
Restorana dönelim yine,
Çocuğun mutfağa şaşkın ve biraz da isteksizce yönelmesinden hemen sonra, içerden Şükrü Gülesin'in yaşlarında bir adam heyecanla çıkıverir. Islak ellerini önlüğüne siler ve italyanlara özgü o abartılı ama samimi micazıyla "Sukru, Sukru, inananmıyorum buna. Bir mucize olmalı" diyerek gider sarılır eski laziolu futbolcuya. Gulesin biraz da bu ilginin saskınlıgında sorar adama:
"Demek beni hatırladın?"
"Nasıl hatırlamam? Sen benim en sevdiğim futbolcuydun." der ve sonra biraz da mahcup bir tonda devam eder. "Peki sen istakozları hatırladın mı? Hani pazar geceleri kapında bulduğun istakozları."
"Evet..."
"İşte o istakozları getiren bendim. Balık halinde çalışıyordum o zamanlar."
.........
Elbette bu hikayenin anlatılmasında bir amaç var. Bugün bayram, yine nerede o eski bayramlar nostaljisinin yapılacağı bir dönem. Kuşak olarak kendi değerlerimizi yaratacağımız yaşlardayız artık, nostaljiler bize göre değil. Fakat konu futbol olunca insan ister istemez Şükrü Gülesin ve İtalyan aşçı arasında katıksız futbol aşkını aramıyor değil. Ne en görkemli stadlar, ne takımınızın kar yaptıran hisse senedi, ne milyon dolarlık transferler. Futbol bir aşktı, hele bütün dünyayı yıkan bir savaşta yitirilen onca sevilmiş insandan sonra futbol son kalan aşktı avrupa için. Futbolcular da bu aşka ilham veren sanatçılardı. Avrupa 2. dünya savaşından sonra kendi yıkıntılarından yeniden yükselirken futbol da bu rönesansın en önemli ayağı idi. Görkemli bir gösteriydi, stadlarda sadece şanslı bir grup insanın izlediği bir gösteri. İtalyan aşçının Şükrü'sü vardı her pazar stadyumda izlediği, Madridlilerin Di Stefanosu gibi, Macarların Puskas'ı gibi. Televizyonda hiç gitmediği bir stadın hiç görmediği takımında değildi bu yıldızlar. Gece kapısına bir adet teşekkür hediyesi bırakacak kadar yakındı çünkü evi duvarlarla örülü sitelerin arkasında, son model güvenlik sistemleri ile donatılmış değildi. Büyük olasılıkla Şükrü de zaten canı balık çektiği zaman aynı hale gider oradan alışveriş yapardı.
Avrupada futbol böyle doğdu. Her şehrin, her kasabanın gurur duyduğu bir takımı vardı. Avrupalılara tuttuğu takımlar hayata tutunma azmi verdi. Yıldızlarını kendi ailesinden biri gibi sevdi, çünkü futbolu sevdi skoru değil. Kazanmayı sevdi ama kaybedince de yanlarına gidip teselli etti. Milyar dolarlık o endüstrinin arkasında nice istakoz hikayesi vardı bilmediğimiz, hiç bilemeyeceğimiz.
Eski bayramların nasıl olduğunu bilmiyorum ama eskiden futbolun, futbol aşkının ne olduğunu biliyorum. Tuttuğum takımın antreman sahasının evime kuş uçuşu 5 dakika mesafede olduğu zamanlarda içim yanmaya başladı bu sevgiyle. Tuttuğum takımın yıldız oyuncusu beyin travması geçirince eve koşup saatlerce resminin önünde ağladığımı hatırlıyorum. Bazen düşünüyorum da, bizde verecek istakoz hala var da, gidecek adresler artık pek bi meçhul, pek bi ıssız...
İyi bayramlar...
İlgili Yazılar : Beşiktaş,
Edebiyat,
Futbol
2 yorum:
ayrıca şükrü gülesin çok iyi korner golü atarmış. adam nasıl sevmez böyle topçuyu.
şimdiki yıldızlar kaçıyor insanlardan. sıkılıyorlar belki ilgiden. oysa ki kaçmasalar, halkın içinde olsalar gereksiz ve abartısız ilgi görmeyecekler. sevgi ve saygı görecekler.
şükrü gülesin'in 3o'un üzerinde kornerden doğrudan attığı gol olduğu söylenir.rahmetliyle ilgili hikayeden ziyade can bartunun şu meşhur finaliyle ilgili bir şeyler söylemek istiyorum.bir ay kadar önce can bartu başlıklı bir yazı yazdım ve konuyla ilgili yaptığım araştırmayı derledim. can bartu'nun ağzından dinlemeden benim için netleşemiyecek hikaye şu şekilde;
....Yabancı bir takımda oynarken Avrupa kupasını kazanan tek Türk futbolcu diye Fatih Tekke'yi niteleyen haber üzerine Can Bartu'nun hep bahsedilen şu Fiorentina - Rangers finali güme gitti diye düşündüm ne yalan söyliyeyim. Araştırmaya başlayınca sözüm ona bilgi dehlizi dediğimiz internetin içinde şaşırdım kaldım. Can Bartu yazınca arama motorlarına nerdeyse tüm kaynaklarda bire bir aynı metin var ve yurt dışı macerasıyla ilgili bahsedilen bizimde kulağımızın bir köşesinde kalmış olan Fiorentine - Rangers finali için 1 Ocak 1961 tarihinde oynandığı söyleniyor. Gece Floronsa'da 1961'in gelişini kutlamışlar hep beraber , ertesi günde kafalar güzel çıkmış kupa finali oynamışlar.
1961 senesinde Kupa Galipleri Kupası finali iki maç üzerinden oynanmış. İlk maç Ibrox'da 17 Mayıs'da , ikinci maç ise Stadio Comunale'de (Artemio Franchi başkan olupta stadın adını değiştirene dek Mor Menekşelerin stadının ismi Comunale imiş) 27 Mayıs'ta oynanmış. Bu iki maçın ilk 11'lerinde Sinyor yok.
1962 senesinde ise Fiorentina aynı kupada bir kez daha finale çıkmış. Bu sefer rakip Atletico Madrid ve tarafsız sahalarda olmak üzere 2 maç üzerinden yapılan finalin ilk maçında Can Bartu sahada...
Yorum Gönder