30.09.2008

"Sizin hiç Alpaslan’ınız öldü mü?"


Radikal Yazari Banu K. Yelkovan'in duygusal yazisi:
"Aynı anlamsız tezahüratı, bir profesöre ve bir ilkokul mezununa, bir üst düzey yöneticiye ve kapıcısına omuz omuza yaptıran neydiyse artık, benim sevdiğim tam da oydu... Soğuk havalarda tribünde bir avuç olmanın hissettirdiği ayrıcalığı sevdim ben... Soğuktan donmaya ramak kala patlayan ve tek amacı bizi zıplatarak ısıtmak olan “Çıldır, çıldır, çıldırmayan...” tezahüratını sevdim... Hava ne kadar soğuk olursa olsun, tribünde hissedilen ‘Aslında o kadar da soğuk değil!’ duygusunu sevdim... Yağmurda ıslandığını fark etmeden ıslanmayı, güneşte yandığını anlamadan yanmayı sevdim...
İlk defa çıktığı kız arkadaşını maça getirip, galibiyet sonrası tezahürat yapa yapa eve gittiği için kızı statta unutan salak tribün arkadaşımı sevdim... Her maçı falancanın sağında filancanın solunda, sezonlardır yıkanmayan kokuşuk (aka uğurlu) formasıyla seyretmezse o maçın kesin kaybedileceğine inanan naif erkekleri sevdim... “Bu erkekler neden sadece statta naif?” diye düşünmeyi sevdim... Gittiğimiz fasıllarda bazı şarkıların ‘orijinal’ versiyonunu hatırlamamayı, büyük bir ciddiyetle, kimseye fazla çaktırmamaya çalışarak tribün versiyonunu söylemeyi sevdim... Alelade bir şarkı radyoda çalarken içimden, sırf o şarkı bizim takım gol attığında statta çalan şarkı olduğu için kendimi ‘Gooool’ diye bağırırken yakalamayı sevdim... Maç öncesi tahmini 11’ler yapmayı sevdim... Maç sonrası ev yolunda maç kritiği yapmayı da... Hagi’yi sevdim ben... Hooijdonk’u sevdim... Nouma’yı da...
Ama ben en çok tribünde edindiğim arkadaşları sevdim... En sağından başlayıp, ortasından geçip, en solunda karar kıldığımız tribünde yanında oturduğumuz Sarı’yı, Nevzat’ı, Bülent’i, Emin’i, Zafer’i, Burak’ı, Alpaslan’ı...
Maça gidince orada olduğunu bildiğin bir şeydi Alpaslan... Nasıl Galatarasay’ın tam kafandaki olmasa da öyle ya da böyle bir 11’le sahaya çıkacağı kesinse, Alpaslan’ın da orada olacağı kesindi... Aşağıda durur, pankartları tek tek astırırdı... “Kanka, üst üste gelmesin” derdi... Tribünde kavga da gördüm, korkunç yenilgiler de, ama Alpaslan’ın gülmediğini hiç görmedim ben.... Basketbol maçında da oradaydı, deplasman maçında da... Bursa deyince Ebru telefonda, “O maç haftaya değil miydi?” diye düşündüm anlamsızca...
Bizim arkadaşlarımız daha hiç ölmemişti Alpaslan... Annemlerin uzaktaaaan ahbaplarının başına gelen bir şeydi ölüm... “Kaç yaşındaydı?” diye sorunca “83” cevabıyla gizlice iç rahatlatan bir şeydi... Ama meğer ölüm varmış, korku varmış, bu dünyanın sonu varmış... Sayende onu da öğrendik Alpaslan..."

1 yorum:

SK dedi ki...

Benden once davranip yaziyi yayinladigin icin tebrikler.
Bu sene okudugum en guzel ve en anlamli yazidir.

Helal Olsun!