Pek içime sindiremeden kabul ettiğim bir gerçek endüstriyel futbolun yükselişi. Tamam, günümüzde 22 tane yıldızın başrol oynadığı El Classico izlemek çok daha zevkli ama ertesi gün spiker tabiriyle “yerli El Classico”yu izleyip, yabancısıyla yerlisi arasındaki uçurumu görmekte bir o kadar düşündürücü. Aslında biz ülke olarak henüz çok şikayetçi değiliz bu durumdan; ne de olsa bizim eskiden de dünya devleri arasına dahil olma arayışlarımız hep sonuçsuz kalmıştı. Ama artık annesinin liginde oynayanlar sadece bizim klüplerimiz değil. Artık bir Benfica’yı, bir Göteborg’u ya da bir Steaua Bükreş’i şampiyonlar ligi finalinde tekrar görmenin imkansız olduğunu biliyoruz.
İngiltere, İspanya ve biraz da İtalya’nın kalburüstü takımlarının yükselişine birazcık olsun ayak uydurabilen takımların sayısı da gün geçtikçe azalıyor.
İşte o düşüş evresindeki takımlardan birisinin, PSV’nin taraftari olan Hollandali bir ekonomi profesörü ile sohbet ediyordum geçenlerde. Hollanda’nın asla dünya şampiyonu olamayacağını savunacak kadar umutsuzdu kendisi. Ama konu PSV’ye gelince akademik dünyanin şaşalı laflarıyla giderdi endişemi: “Aslında futbolda başarı ekonomideki business cycle’lara benzer, biz şu anda iniş evresindeyiz ama her inişin bir çıkışı da vardır”. Öncelikle bu yabancı dilde yazılmış terimi, herhangi bir ekonomik aktivitede normal akışın dışına çıkan sapmalar olarak basitçe açıklayalım. Hatta daha da basitleştirelim: iniş ve çıkışlar. Ama basit olanları anlamamak gibi bir alışkanlığı olan ülkemde farkına varılmayan ya da varılmak istenmeyen bir olgu bu. Öyle ki henüz Türkçe karşılığı bile yok. Yine de biz iniş ve çıkışlar diye adlandıralım yazının kalan kısmında.
Futbola haddinden fazla akademik yaklaşan bu mantıkta bile nice doğrular bulmak mümkün. PSV, 11 yıl sonra sampiyonluğa ulaştığı 1974 yılını takiben 4 sene içerisinde 3 kez daha ligi en üst sırada tamamlamayı başardı. Daha sonrasında zirveden uzak geçen 7 yıl ve 1985-1991 yılları arasında 6 senede gelen 5 şampiyonluk. 1992’de tekrar inişe geçti ama 1999’da geri döndüğünde günümüze kadarki 9 yılda 7 şampiyonluk daha kazandı. PSV’nin bu iniş çıkışlarını faz farkıyla tekrar eden takımsa Ajax’tı. PSV dinlenirken üstüste Ajax, Ajax dinlenirken üstüste PSV şampiyon oluyordu. Diğer yandan, bu iki büyük bir dönem kazanıp bir dönem kaybederken, bir de hiç dinlenmeyen ama sürekli kaybedenler vardı Hollanda’nın güneyinde. Bütçesi en az bu iki tam kadar kuvvetli olan, ülkenin en büyük taraftar ve sponsor potansiyeline sahip takımı Feyenoord son 30 yıla sadece 3 şampiyonluk sığdırabilmişti. Herbiri neredeyse 10’ar yıl arayla.
PSV ve Ajax her iniş döneminde anlık sportif başarılardan feragat ediyor, yerine altyapıdan gelen gençlere ve potansiyel sahibi yabancılara yatırım yapıyordu. Çıkış döneminde ise bu oyuncuları rekor bedellerle İspanya ve Ingiltere’ye gönderiyordu. Diğer yandan yenilgiye ve başarısızlığa tahammülsüzlük yüzünden, Rotterdam şehrinin kendisi gibi futbol takımı da Türkiye’den manzaralar sergiliyordu. Fanatik seyircilerin gönlünü alacak, başarısızlıkları unutturacak pozisyon doldurmaya yönelik geçici transferler sonrasında her sene zirveden uzak kalıyordu Feyenoord. Başarıdan uzak kaldıkça, Dirk Kuyt ve Robin Van Persie gibi yıldızlarını Klas-Jan Huntelaar’ın neredeyse onda biri bonservis bedeliyle uğurluyor, yerlerini ise Van Bronckhorst ve Roy Makaay ile dolduruyordu.
Aradaki farkın sırrı, bu iniş ve çıkışları yönetebilmekteki marifetle açıklanabilir. Her sezon tüm kaynaklarını harcamaktansa, bazı dönemler kaynaklar yaratıp, bazı dönemlerde birikimleri harcamak. En azından kaynak sıkıntısı çeken, daha doğrusu futboldan elde edebileceği en büyük gelir kaynağı kendi yetiştirdiği oyuncusunun bonservis bedeli olan takımlar için bu böyle. Aslında bu iniş çıkışlar sadece büyük liglere oyuncu yetiştiren Hollanda ligine ait değil. Bu kadar şiddetli olmasa da dünyanin en büyük klupleri bile ara ara çöküş dönemlerine giriyorlar. Önemli olan bu bocalama dönemlerinde üzerine yatırım yapılacak bir ya da iki oyuncu çıkarabilmek. Ronaldo’lu Barcelona’nın son şampiyonluğu ile günümüz Barcelona’sının ilk şampiyonluğu arasında tam 6 yıl var. Xavi, Puyol, Iniesta’nın ilk forma şansı bulduğu 6 yıl.
İşte bu yüzden cok sevinçliydi konuştuğum PSV taraftarı. Takımının bir düşüş döneminde olduğunu kabul ediyor ama taraftardan yöneticisine herkesin bunun farkında olduğunu ve klubün doğru adımları atmakta geç kalmadığını söylüyordu. Tabi kendileri düşüş dönemindeyken şampiyonluğun rakip şehir Rotterdam’a değil, kuzeydeki ufak şehir Alkmaar’a gitmesinin de payı vardı. Ne yazıkki, ancak bu son nedeni söylediğinde aklıma geldi, şampiyonluk yarışında ezeli rakibi Beşiktas yerine Sivas’ı tercih eden Fenerbahçe ve Galatasaray.
İlgili Yazılar : Analiz,
Avrupa,
Güncel,
Hollanda,
PSV
2 yorum:
Kendilerini kanıtlamış büyük takımlar dışında ŞL finaline diğer takımların çıkmakta çok çok zorlanacağına katılıyorum. Ancak Porto'nun arka arkaya UEFA ve ŞL kazanması gibi durumlar da hala olabiliyor, bu da sistem oturtmaktan çok iyi bir jenerasyon tutturmakla veya sağlam paralar bayılıp 2-3 sene içinde sabırla iyi bir 'takım' yaratmakla açıklanabilir. (bu da öncelikle iyi yönetim ve teknik direktörden geçiyor)
Aziz Yıldırım, talihsiz ve heyecanlı bir açıklamayla buna 'şans eseri' demişti. Porto söke söke 2 kupa aldı, tabi Mourinho ve o zamanki iyi kadronun başarısıydı bu. Aynı şekilde Monaco'nun finale çıktığı kadro son derece iyi bir kadroydu.
bunlardan birşey olmaz bence
Yorum Gönder