Blogların sosyal etkisini en çok da matbaanın bulunmasına benzetebiliriz. Matbaa sonrasında, kitaplara erişim arttı, kitap yazan, basan ve okuyanlarda inanılmaz bir artış sağlandı, matbaadan önce de bu "kutsal üçlü" vardı, fakat matbaa kolay bir arayüz yaratarak süreci kolaylaştırıp işin aslına, yani yazmaya, daha çok odaklanılmasını sağladı.Matbaa sonrası olanlar malum, reform, aydınlanma çağı ve uzun vadede bugün Batı Uygarlığı'nın temelini oluşturan hemen hemen herşey. Bloglar da internet yazarlığının patlamasını sağladı benzer bir şekilde, tabii ki blogların devreye girmesinden önce de kurumsallaşmış bir web tasarım ve yazarlık işi vardı fakat bu bir şekilde bu teknolojiye hakim insanların yaptığı, bir çeşit ayrıcalıklı bir işti. Blog ile internet, içinde entellektüel üretim yapılabilen bir sosyal alana dönüştü. Bireyin medya karşısında kırılan pasifliğinde blog yayıncılığı pivot noktadır. Artık bundan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır.
Matbaa bu topraklara ne kadar geç ve zor bir süreçle geldiyse, weblog ise o kadar kolay ve sancısız bir süreçle geldi. Tahmin edileceği gibi bunun birinci sebebi, internetin başta kendi teknolojileri olmak üzere her türlü bilgiyi kolay erişilir ve kolay paylaşılabilir kılmasıdır. Pek bilinmeyen ikinci sebebi ise, Türkçe içerikli internet medyasının alamet-i farikası olan sözlük siteleridir. Ekşisözlük ile başlayan bu süreçte, ki kendisinin kurulumu ilk weblog'un kurulmasından sadece 2 yıl sonrasıdır, blog kültüründen haberdar dahi olmayan bireyler, sözlük yazarlığı ile tanım, olay ve durumlara karşı öznel duruşlarını test etme imkanı bulmuşlardır. Hatta bu sözlük yazarlarından bazıları, tavırları ve yazarlık becerileri ile binlercesinin arasından sıyrılıp, kendi altkültürlerinin yıldızları haline gelmiştir. Başarılı-başarısız, ünlü ya da sıradan, sözlük yazarlığı sayesinde insanlar internete "entry" girme alışkanlığını kazanmış, hatta olay öyle bir boyuta varmıştır ki, futbol maçları gibi saatler süren aktivitelerin neredeyse dakika başı entryler ile raporlanması gerçekleşmiştir.
Bu yumuşak süreçte, Türkiye'deki kayda değer blog yazarlarının hemen hepsinin sözlük yazarı ya da sıkı bir sözlük okuyucusu (burada sözlük, artık sayısı 100e yaklaşan ekşisözlük türevleri siteleri de kapsayan geniş anlamda kullanılmıştır.) olması tesadüf değildir. Düzenli olarak sözlüğe "entry" girme alışkanlığı blog'a "post" atma alışkanlığına, günü gününe sözlükleri takip etme alışkanlığı da favori bloglar arası bloglamacaya dönüşmüştür. Spor ve Türkiye özelinde futbol bloglarının da yazar ve okuyucu kadrolarının benzer bir dönüşümden geçmesi o yüzden tesadüf değildir.
"Ekşisözlük ile başlayan bu süreçte, ki kendisinin kurulumu ilk weblog'un kurulmasından sadece 2 yıl sonrasıdır, blog kültüründen haberdar dahi olmayan bireyler, sözlük yazarlığı ile tanım, olay ve durumlara karşı öznel duruşlarını test etme imkanı bulmuşlardır. "
Sözlük ne kadar önemli bir etkense de, ilk kuşak blog yazarları diyebileceğimiz şu an yaşları 27-37 arasında değişen grubun bazı ortak paydaları da bu blogların içeriklerini belirlemiştir. Bizim kuşağın yaşadığı en önemli medya olayı, özel televizyonların ortaya çıkışıdır; bu sayede dünyanın neredeyse bütün liglerinin TV'den takip edilebilir hale gelmiştir. İşte tam da bu yüzden bahsi geçen kuşağın öncüllerinden farkı, futbol ve diğer ilgilendikleri sporlarla ilgili görgülerinin Türkiye ölçeğinde sıkışıp kalmamasıdır. Futbol bloglarında yazanların hemen hepsi ekseriyetle Avrupa Futbolu'nun yakından takip ederler, hatta Brezilya ve Arjantin liglerini de düzenli izleyenleri vardır. Televizyon devriminin yanısıra, ayrıca hep arkada kalan bir gerçek de, Championship Manager (CM) Serisi ile zirveye çıkan futbol menejerlik simülasyonlarıdır. CM oyuncusu olmak, dünyanın en saçma sapan liglerinde bile genç yetenek bulmak için sabahlamak, oynanan ligin (İtalya, İspanya ya da başkası) kalburüstü oyuncularını ezbere bilmek ve en önemlisi gelecek vaadeden oyuncularla daha TV ekranında görmeden tanışmak demektir. CM'nin gerçek hayatta star olmuş oyuncuları, daha 15-16 yaşlarındayken, gelişmiş izleme ağı sayesinde bulduğu doğrudur, fanatik cm oyuncuları da ekran karşısında harcadıkları saaatlerin sonunda, çoğu sanal da sayılsa, belli bir taktik birikime ve dünya futbolu hakkında genel bir kanıya sahip olur. Canım oyun bu diye geçmeyin, İngiltere başta olmak üzere pekçok ülkenin amatör liglerinde tek antrenörlük tecrübesi CM olan genç adamlar takımların başına geçmektedir.
Bu kuşak için takdir edeceğiniz gibi, konvansiyonel spor medyası çoğu zaman yetersiz kalmaktadır. Eski kuşak spor yorumcuları Dünya'daki sporu onlara göre yeterince takip etmemektedir. Asparagas transfer haberlerine kanmamaktadırlar çünkü bahsi geçen oyuncunun zaten başka bir klübe gittiğini takip ettikleri yabancı internet sitelerinden öğrenmişlerdir. Futbol özelinde, misal bir Premier Lig'de oynanan futbolu gördükten sonra, bizim liglerde oynana oyuna "süper, mükemmel" atıfları yapanları da ciddiye almamaktadırlar. İçinde bizim yazar kadrosunun da bulunduğu pek çok kişi, işte bu tatminsizlik yüzünden, kendi mecralarını yaratma yolunu gitmişlerdir. Sonuçta, medya da kelime anlamı olarak mecra anlamına gelmektedir.
"Blog İdman Yurdu, Futbolblogları gibi bloglararası yapılanmalar, yakında bloglarüstü yapılanmalara dönüşüp, üye blogların tasarım, yazı, içerik kriterlerini belirleyebilir."
Blog Yazarlığının Kökenleri
Ülkemizdeki spor blogu yazarlarının üç ana kökeni var, bunlar:
1 - Profesyonellerin Blogları : Aceto başta olmak üzere, zaten aktif olan ya da zamanında spor medyasında görev almışların, biraz kendini tatminden, biraz da çalıştıkları kurumun genel tavrının dışına çıkma isteğinden dolayı yazdıkları bloglar bu kategoriye girer. Bunların sayıları az, fakat etkileri çok büyüktür. Mesleki avantajları sayesinde, her ne kadar kişisel çalışmalar gibi gözükseler de, çoğu amatör blogcu'nun çok zor ulaşabileceği konulara, fotoğraflara ve bilgilere ulaşıp, bunları blog camiası ile paylaşıyolar. Yazım dilleri genel olarak çok iyi, ayrıca yılların getirdiği tecrübe, yazıların içindeki analiz derinlikleri ile kendini belli etmektedir.
2 - Taraftar Blogları : Belirli bir takımın taraftarlarının, tekil ya da grup olarak kurduğu bu blogların yazı ağırlığı haliyle tuttukları takım ve onların maçları hakkında oluyor. Blog dünyasında izleyici çekmenin en garanti yollarından biri taraftar blogu açmak çünkü yanlı yazılar ile pek çok kişinin olumlu ya da olumsuz tepkisini çekmeniz kolay oluyor. Bu blog yazarlarının çoğu zaten takımlarının taraftar forumlarına da üye, yazdıkları postların o forumlarda linklerini veriyorlar. Aralarından çok iyi bloglar çıksa da, genel olarak bu bloglarda sezilen hep taraftarlığın o hezeyan hali oluyor; coşkulu, gözyaşı döktüren ya da sevinçten bağırtan yazılar, takımın mağlubiyetleri hakkında kızgın yorumlar, uzun lafın kısası taraf olma hali bu blogların başat noktası. Bu bloglara yazı yazılma sıklığı, tuttukları takımın performansı ile doğru orantılı: takım kötü gittiği zaman yazı sayısı azalıyor, hatta uzun süre sessiz kaldıkları bile oluyor, fakat takım başarılı ise, günde birkaç yazının girildiği dönemler de oluyor.
3 - Profesyonel Ruhlu Amatörler : Bu blogların sayısı 1. kategoriden fazla fakat 2. kategoriden az. Genelde futbolla, özelde de Avrupa Futbolu ile yakından ilgilenen bir yazar kadrosu var. İzleyici sayıları inanılmaz rakamlara ulaşmıyor fakat, yazarların hepsi birbirlerinin bloglarından haberdar ve adı konmamış bir blog kardeşliği içinde birbirlerini takip eden sıkı bir kitle halindeler. Bazı bloglar daha kişisel bir içeriğe sahip olup, kendi zevklerine uygun sinema, müzik ve edebiyat yazılarına yer verirken, bazıları nerdeyse profesyonel bir tavırla sporun bir alanı ya da bir ülkenin bir ligini (Fransa Ligi mesela) yakından takip edip içeriğini de sadece bunun üzerine kuruyor. Bu kategorideki bloglar, izlendiklerinin farkındalar, o yüzden de 1. kategorideki profesyonel rakipleri kadar özenli ve dikkatli davranıyorlar yazıları konusunda. Zaten bazıları çoktan blog aleminin "celebrity"leri oldular bile. (Bkz. Borges'in Top 10 Blog yazısı)
Görüldüğü gibi, bir tarafta konvansiyonel anlamda spor medyası içinden gelenler, diğer tarafta da bu medyayı yıllarca takip edenler var. Bunların buluştuğu ortak nokta blog medyası, daha doğrusu blog mecrası oluyor. Bu ara bölge, şu an için çok tanımsız ve başıboş gözüküyor, fakat son zamanlarda yaşanan gelişmeler gösteriyor ki, çok yakın bir gelecekte, 2010 yılı içinde belki de, bloglar arası adı konulmamış bir standartlaşma yaşanacak. Blog İdman Yurdu, Futbolblogları gibi bloglararası yapılanmalar, yakında bloglarüstü yapılanmalara dönüşüp, üye blogların tasarım, yazı, içerik kriterlerini belirleyebilir. Sonuçta izlenilme ve beğenilme kritik etkenler olarak blogçunun aklında kaldıkça, yazıların da belirli standartlara sokulması kaçınılmaz oluyor. Özel televizyonların ilk çıktığı dönemleri hatırlayın: çoğunun belirli bir yayın politikası yoktu ve buldukları boşluklara sızar halleri vardı, ne zaman ki, varlıklarını kanıtlama dönemi sona erdi, TV kanalları sanki toptan anlaşmış gibi benzer içeriklere kavuştular; tematik olanları, genel yayın yapanlardan ayırdılar, aynı saatlerde benzer programları yayınlar oldular. Yanisi, ne zaman standartlaşma geldi, o zaman deneysellik öldü...
Tabii blogların maddi getirileri, televizyonlar ile kıyaslanamaz, bu yüzden de maddi parametrelerin dayatması bloglar için o kadar acımasız olmayacaktır, fakat blog yazarlarının popülerleşme isteği, beğenilme dürtüsü, yani "manevi parametreleri", blog mecrasının popülerliğinin artması ile vasatlaşmasını da beraberinde getirecektir. Alt kültür grupları bunun dışında kalacaktır büyük ihtimalle, fakat yakın gelecekte çıkacak çoğu blog izlenmek için daha önce denenmiş metodları takip edecektir. Bugün bile pek çok futbol blog'unun bırakın içeriği, şablon olarak bile aceto'yu taklit etmesi bunun güzel bir örneğidir.
Peki spor blogları, spor medyasını etkileyebilir, onların değişimine önayak olabilir mi? Buna da yazının ikinci bölümünde değineceğim.
Start Finish: 2024 Suudi Arabistan GP
8 ay önce
1 yorum:
gerçekten güzel tespit. bizde 2. kategori bloguz ama farkımız sonuçlara bağımsız olmamız :)
Yorum Gönder