12.08.2009

Tolga mı Zengin, Trabzonspor mu?


Hiç işveren olmadım. İş kanunlarını da çok ayrıntılı bilmem. Yüksek sayıda çalışanı olan şirketlerde çalışmış biri olarak bildiğim, genel kontrat kriterleridir. Kurumsallaşmış şirketlerdeki standartlara göre (ve Türk iş kanunlarına bağlı olarak) işçiler, firmada çalıştığı sene sayısına göre yıllık ücretli izin hakkı alırlar, ve bu izin dönemleri dahil (ve birinci derece akraba kaybı gibi olağanüstü durumlardan ortaya çıkan izinler), çalıştıkları firma onlara hak ettiği maaşı 12 ay boyunca kesintisiz ödemeye devam eder. İnsanın (herhangi bir nedenden dolayı) çalışamayacak kadar hasta olduğu dönemlerde ise birkaç günlük doktor raporu alınır, ve yıllık izinden düşülmez, çalışanın maaşı tıkır tıkır ödenmeye devam eder. Hatta fiziksel güç kullanılması gerektiren işlerde çalışanı koruyan ekstra sigorta mekanizmaları vardır. Yani, iş kanunları bu gibi durumlarda, aslında işverenden çok çalışanın sağlığını korumakla yükümlüdür. Ancak uzun sürelik keyfi ayrılıklar gibi ekstra durumlarda ve işverenin de insiyatifine bağlı olarak ücretsiz izinler devreye girebilir.

Duymaya çok alıştık ‘endüstriyel futbol’, ‘futbolcu profesyonelliği’, ‘kulüplerin vefasızlığı’ gibi tamlamamları. Peki bir futbolcu, artık bu konseptlerin içinde kendine nasıl bir yer bulmalı? Saha içinde ayakta kalması gittikçe zorlaşan, acımasız bir şov endüstrisi haline dönüşen futbolda, futbolcunun kendini her zaman korumaya alması, bir nevi gününü ve geleceğini sigortalaması gerekir. Bu, çoğunlukla saha içinde fiziksel olarak, saha dışında ise önündeki yılları düşünerek zihinsel olarak güçlü durmasını sağlayacak taktikleri uygulamakla olur (birçok futbolcu bu yüzden bu tarz işleri menajerlerine havale ederek geleceğini şekillendirir).

Tolga Zengin 26 yaşında basmak üzere olan, 2002 yılından beri Trabzonspor’un kadrosunda bulunan ve hatırladığım kadarıyla 1-2 sezon dışında hiçbir zaman düzenli olarak forma giyemeyen bir kaleci. Türkiye gibi özellikle kalecilik pozisyonunda kendi içinden çıkan değerlere pek güvenilmeyen bir ülkede bir kalecinin 4 büyüklerde sürekli forma bulması maalesef pek olağan bir durum değil (Geleneksel olarak sadece Fenerbahçe’nin süreklilik sağlayabildiği bir durum). Konu özellikle Trabzon gibi daha heyecanlı ve sabırsız bir yönetim ve taraftar kitlesine sahip olan bir kulüp olunca, kariyerinin zirve noktasına geliyor olması gerekirken hala kendini henüz tam kanıtlayamamış, ve uzun süredir ilk 11’de yer almayan bir kalecinin gelecek yıllarda takımda barınabilmesi olasılığı daha da azalıyor. Bu yüzden onu gelecekte bekleyen, muhtemelen hedefleri ve mali potansiyeli Trabzonspor’a oranla daha düşük olan Anadolu kulüplerinden birinde ya da Bank Asya 1.Lig’inde oynamaktır. Bu da kazancının şu ankinin belki 3’te biri veya daha bile azına düşmesi demektir.

Paranın döndürdüğü, dünü olmayan, bir maç önce kralken bir sonraki maçta giyotine yollanabileceğiniz bir şov endüstrisinde, hele de geleceği oldukça bulanık olan bir kaleciyseniz çalıştığınız işyerinden haklarınızı talep etmeniz, ve mali durumunuzu koruma altına alacak şekilde kontratlarınızı düzenlemeniz sizin için hayırlı bir hareket olacaktır (ör/ Tobias Linderoth ve mütemadi rehabilitasyon döngüsü). Şekil 1A’daki duruma dönecek olursak; Trabzonspor, Tolga’ya ödeme yapmayacağı 2 aylık süre içinde kasasından çıkmayacak maaş sayesinde kurtulmaz. Ancak bir sakatlıktan ötürü kariyerini tehlikeye atmış bir oyuncunun geleceği çok da aydınlık olmayabilir.

Aslında Tolga’nın durumdaki kişisel seçimi ve kendi haklarını koruyup korumaması beni pek de alakadar etmez. Ancak, gazeteler tarafından Tolga’nın kulübünden 2 aylık maaşının kesilmesini istemesinin önce fedakarlık olarak gösterilmesi, hatta bazı yazılarda kahramanlık seviyesine kadar yükseltilmesi, daha sonra ise Fair-Play ödülüne aday gösterilmesi, tüm futbolcular için çalışan haklarının gayri-resmi olarak gözardı edilmesi ve her okuduğu haberin gazıyla beslenen sentimental kamuoyunun yanlış yönlendirilmesidir. Gelecekte olma potansiyeli çok yüksek olan benzer durumlara karşı kulüplere örnek yaratarak, kulüp önünde çok daha zayıf olan futbolcu (işçi) karşısında koz vermektir. Aslında bir bakıma, amiyane tabirle, enayiliğin teşvik edilmesidir.

2 yorum:

Sekhranikos dedi ki...

Tolga beyefendi Hasan Şaş ile yapılan röportajları okumalı sanki.

Eren dedi ki...

Selam Sekhranikos,

Hangi röportajdan bahsettiğin tam anlayamadım. Ancak Hasan Şaş'ın istekleri de biraz uç noktada bence. Hasan, son 2 sezondur takıma hiçbirşey katmayarak kulübede oturup 2 milyon'u cebe inidiriyordu. Ancak kulüp artık bunu farketti, ve zaten 'vefa borcunu' top oynamadan kazanmasına göz yumarak ödemişti. Hasan da bu 2 sezon boyunca kontratının kendine verdiği güvenceyi kullanıp hayatını yaşamaya devam etti.

Hasan konusunda bence şu anda alanın da verenin de memnun olması gerekiyor. TV'lerde çıkıp kulübün arkasından konuşması yakışıksız oluyor.