13.09.2009

Derbiden Geriye Kalan, Sadece Galatasaray


Galatasaray-Beşiktaş derbisinden akılda kalan notlar...

- Rijkaard, her ne kadar takıma erkenden taktiksel bir anlayış yerleştirebilmiş olsa da, zaafları Jürgen Röber’den başlayarak yavaş yavaş çözülmeye başlanmış durumda. Avrupa’da sürekli takip edilmediği için GS, Avrupa Ligi maçlarında kendi oyununu rakibe benimsetebilir, ancak TSL’de sorun yaratabilecek bir konu. Acilen, teknik kadronun bu sorun hakkında bir B planı bulması gerek. Mustafa Denizli, belki oyuncu seçimlerinde hatalı davrandı, ancak teknik kapasitesi düşük Galatasaray defansına (Servet-Emre-Mehmet Topal) önde baskı yaparak, oyun kurma becerisini sıfırladı. Özellikle 45.-65. dakikalar arasında Galatasaray, bırakın yarı sahayı, ceza sahasından çıkamadı. Geçen sene çok eleştirilen, ancak benim tuttuğum Fernando Meira, bu tarz maçlarda oyun kurabilme yetisi açısından çok aranacak. Aynı şekilde, Galatasaray kadrosundaki alternatifi olmayan tek oyuncu Ayhan Akman’ın görevini yapabilecek belki de tek oyuncu olan Emre Çolak, PAF takımında.

- Mehmet Topal ve Arda Turan müthiş formsuz.

- Uğur Uçar’ın düzelmesi ile sağbekte rekabetin artması, ve çevikliğini aklıyla birleştirme konusunda önünde Keita gibi bir futbolcunun varlığı ile hem defansif, hem ofansif yönde çok daha etkili bir Sabri izlemeye başladık.

- Maçın çok fazla kırılma anı vardı... Hakan Balta’nın ceza sahası içindeki riskli, ama becerikli müdahelesi... Bence maçın en iyi 1-2 adamından biri olan Serdar Özkan’ın kaçırdığı goller... Ceza sahası içi-dışında elle kontrol tartışması... Leo Franco-Rüştü farkı... Kewell’ın kaçırdığı pozisyonlar...

- Belki bu sene Rijkaard bizi çok şımarttı, iyi oynanmadan kazanan maçlara burun kıvırıyoruz, ancak çok fazla izlemediğim Maraton programında Erman’ın söylediği az sayıda doğrudan biri dikkatimi çekti. Maç sonunda staddan çıkan seyirci homurtularında, GS'ın iyi oynamadan kazandığını duyduğunu söyledi. Çok bariz bir yorum, ancak GS seyircisinin, artık BJK galibiyetinden, TSL başarısından daha fazla şeylere, oturmuş bir futbol anlayışı ve her maçta güzel futbol izleyen sistemli bir takıma özlemini gösteren bir gözlem. Rijkaard ismi bu yüzden GS taraftarına, şampiyonluktan, kupalardan daha fazla bir şeyi, yeni bir efsane kadroyu ve uzun süreli başarıların potansiyelini çağrıştırıyor.

- Bir Erman açılımı daha yapmak gerekirse, yıldız verme konusunda tam çuvalladı. Ortada geçen maçta, GS'lı oyunculara BJK'lilerin 2 katından fazla yıldız verdi... Eee, ne de olsa hepimiz skor yazarıyız. Yazarlarımızdan Kerem'in yıldız verme saçmalığı hakkındaki daha önceki postlardan birindeki yazısı için tıklayın.

- Leo Franco, her geçen maç bana Taffarel’i daha çok hatırlatıyor. Sürekli oyunun içinde, çizgi kalecisi tabirinden çok uzak, bir libero gibi oynuyor. Stres yapmıyor, duracağı yeri ve toplara ne zaman çıkacağını çok iyi biliyor. Ağır defansın arkasına atılan topları çok iyi takip edebildiği için, şimdilik iyi bir tamamlayıcı gibi gözüküyor.

- Nihat’ın futbolla ilgisi kalmamış. Avrupa’ya giden Türk oyuncular, lütfen 35’ine kadar Türkiye’ye dönmesin. Alicante sahillerinde mojito için, Blackburn’de fish n chips’in keyfine varın, Almanya’da ne biliyim, Oktoberfest’e falan gidin. Burada Erman’ın, Ziya’nın, Gökmen’in ağzına sakız olmayın.

- Tarzı hakkında kim ne derse desin Yusuf Şimşek’i izlemek, oynadığı takım kötü bile olsa bana müthiş haz veriyor. Belki takımı yavaşlatan hareketleri var, ama müthiş estetik. Kral TV’de Pink Floyd dinleme etkisi yaratıyor.

- 3. golden sonra yine Haldun Üstünel’in kulaklarını çınlattım. Zaman zaman iyi oynamasa bile GS kadrosu, topu rakip kaleye yollamayı bilen futbolculardan kurulu durumda.

- Sonuç olarak çok fazla akılda kalacak bir maç olmadı. Galatasaray, şansının da yardımıyla, usta oyuncular ve kadro kalite farkından ötürü kazandı. İki takıma da çok zorlu Avrupa maçlarında başarılar.

1 yorum:

Bolat dedi ki...

Güzel ve derli toplu bir degerlendirme olmus.