Bekleme sona erdi, nihayet cumartesi akşamı Emek Sineması'ndaki gala gösterimi ile Ken Loach'ın son filmi "Looking For Eric"i izledik. Açıkçası filme biraz çekinerek gitmiştim, yönetmen Loach gibi davasının peşinde azimle koşmayı şiar etmiş biri olunca, acaba yeni bir Carla'nın Şarkısı ya da Ülke ve Özgürlük tadında bir film mi izleyecektim? Yoksa alt sınıflardan bir "Fever Pitch"vari bir hikaye mi çıkacaktı karşıma? Sonuç hiç de tahmin etmediğim gibi oldu, son zamanlarda izlediğim en samimi ve en komik hikayelerden birisiydi Looking For Eric. Film boyunca, United'a, İngiliz Aksanına, futbol kültürlerine ve en önemlisi özlediğimiz Cantona'mıza doyduk.
Filmi izlemeyi düşünenler olacağı için, filmin konusunu çok kısa özet geçeceğim; kahramanımız Eric bir postacı, ailesi, eski karısı ve çevresi ile iletişim problemleri çeken bir biri, hayatına dair bütün heyecan ve tutkularını yitirmiş durumda olan Eric'in aklı hala Cantona'lı Manchester United günlerindedir. Hayattaki en büyük idolü Cantona olan Eric'in, kendisinden sakladığı bilinçaltı ve yaşama tutkusu bir gün kafası da bayağı dumanlıyken, Eric Cantona olarak karşısına çıkar. (Cantona filmde kendisini oynuyor bu arada.) Film o andan itibaren, Eric'in hayatı ve Eric'in Eric ile (Cantona) yaptığı sohbetler olmak üzere ikili bir kurgu üzerinden gidiyor. Özetime bakıp, filmin Fight Club'ın Brit versiyonu olduğu sanılmasın, hikaye sıradan insanların hayatta kalma dertlerinden bahsediyor genel olarak. Bu arada futbolun değişen yüzü de yönetmenin sert eleştirilerinden nasibini alıyor. Eric ve iş arkadaşlarından oluşan postacı grubu, Manchester'ın Amerikalılara satılmasından ve bir şirket gibi yönetilmesinden rahatsızdırlar, hatta yeri geldikçe bu durumdan memnun olan yeni taraftar profili ile de kıyasıya tartışırlar. Eric'in tayfasına göre, Manchester United kendi taraftarına ihanet etmiştir, United'ın gücü, kentin orta ve alt sınıfının koşulsuz destek ve sevgisinden gelmektedir. Fakat takımın yeni patronları olan Amerikalılar bu geleneği yıkmış, bilet fiyatlarını arttırmış, stadı localarla doldurmuştur. Zaten filmin ilerleyen bölümlerinde locaları da mafyatik kişilerin aldığını hatta gençleri orada maç izletme vaadiyle kandırıp kirli işlerinde kullandıklarını görüyoruz.
Peki filmde Cantona tam olarak neyi temsil ediyor derseniz, cevap basit: kendisini! Cantona, Leeds'den United'a geçtiğinde yarattığı sinerji ve patlama futbol tarihinin en formda takımlarından birinin 10 sene İngiltere futboluna damga vurmasına sebep oldu. Ferguson'un takımında Giggs, Keane, Neville Kardeşler, İrwin gibi iyi oyuncular vardı, fakat Cantona'nın gelişi sanki bir oyuncuların da oyunlarını bir seviye yukarıya taşımıştı. Doğal bir liderlik özelliğine sahip Eric Cantona, filmde de pek çok kez tanımlandığı gibi deli-dahi bir oyuncuydu, iyi gününde pasları ve şutları ile takımını tek başına taşıyabilirdi, kötü gününde ise gerçekten çekilmezdi, sadece kendisini değil bütün takımını da yanında aşağıya çekebilen bir yapısı vardı. Bir odaya girdiğinde, insanın gözünü alamadığı insanlardandı. Sahada iken önce Cantona'yı izlerdiniz, sonra size izin verirse maçın geri kalanını izleyebilirdiniz. Ferguson'un ilk United takımının her an yerinden çıkıp düşecekmiş gibi duran en değerli mücevheriydi Cantona. "Kung-Fu" tekmesi sonrasında aldığı uzun ceza bittiğinde, taraftarlar ve takım arkadaşları onu yine bağırlarına basmışlardı. O da bunun karşılığında, biraz da erken denilebiecek bir yaşta yaptığı jübilesine kadar sadece United adına ter döktü. Ve kendi kişisel efsanesi adına tabii ki...
Cantona'nın bir fenomene dönüşmesinde Fransız olmasının da payı büyüktü. Ginola ve Papin ile birlikte, Cantona Fransa'nın kayıp kuşağının en göze batan oyuncusuydu. Post-Platini döneminin sorunlu oyuncuları olan Ginola-Papin ve Cantona üçlüsü'nün milli takım kariyerleri yeteneklerinin aksine çok kısa sürmüştü, Cantona ceza aldığı zaman, dönemin milli takım patronu Aimé Jacquet bunu bir fırsat olarak görmüş, takımı genç Zidane ve arkadaşlarının etrafında sıfırdan kurmuştu. Bu takım, Fransa'nın gelmiş geçmiş en başarılı takımı olunca da, Cantona'nın banko yeri bir anda bir daha açılmamak üzere kapanmıştı.
Kendi ülkesinde şansı yaver gitmeyen Cantona'yı, ilginç bir şekilde İngilizler bağırlarına basmışlardı. Hatta bir Fransız'ın, İngiltere'de bu kadar tutulması daha önce görülmemiş bir durumdu. Cantona'nın ilk zamanlarında, İngiltere ligi şimdiki kadar uluslararası bir yapıya sahip değildi, yabancı oyuncular, iyi oynasalar da, taraftarın favori oyuncuları arasına pek giremezlerdi, fakat Cantona farklıydı, tutkulu ve lider kişiliği, maç içindeki durumlara göre değişen coşkun ruh hali ile, Cantona oyuncudan çok tribünden sahaya inmiş bir fanatik gibiydi. Futbol tarihinde bazı oyuncular, ki bunun en iyi örneklerinden biri de Pascal Nouma'dır, tribünün ruhu olmayı başarabilirler, taraftar sahada iyi de oynasa kötü de oynasa o oyuncuyu görmek ister, onun gözü kendi gözüdür, ayakları kendi ayakları, yüreği de kendi yüreği. Cantona bunu başarmıştı, hatta ünü İngiltere'nin dışına taşmış buralara kadar uzanmıştı. Sokak aralarında, yakamızı kaldırıp ona benzemeye az çalışmamıştık. Hiç kimse onun en iyi olduğunu iddia etmiyordu, fakat herkesin sevdiği bir oyuncuydu, deliydi, dahiydi, garip demeçler verirdi. (martılarla ilgili demeci gibi), megalomanın tekiydi, entellektüel bir adamdı, garip huyları ve hobileri vardı, Manchesterlılar için suyun öteki tarafından gelen bir biriydi, tanımlayamadıkları biriydi, kafalarındaki mızmız Fransız algısını kıran, tabiri caizse harbi bir adamdı Cantona. Futbolu bırakması bizim kuşak için büyük kayıptı, benim gibi kendisine özel bir sempati besleyenler içinse, bir dönemin de kapanışı gibiydi, hiç ilginlenmediğim bir takım olan Manchester United'ı bana sevdirtmiş, Ferguson gibi bir başka çatlak dahiden erken yaşta haberdar olmamı sağlamış, hatta bana İngiliz futbolunu sevdirmişti.
Looking For Eric, işte böyle bir adamın hem başrolde olduğu, hem de olmadığı, ilginç bir film. Filmde sadece futbol ve Cantona yok, hatta bu konular ikinci plana atılmış, o yüzden bu filmi izlemek için illa futbol, ya da futbol özelinde Cantona hayranı olmanıza gerek yok. Benim yaptığım hatayı yapmayın, sevdiğiniz kadın futbol ile ilgilenmiyorsa, sıkılır diye filme götürmemezlik yapmayın, ekranda Cantona'yı görme, yanınızda da sevdiğinizi bulundurma şansını kaçırmayın derim.
Filmde geçen martılar esprisinin kaynağı olan meşhur basın açıklaması:
"When the seagulls follow a trawler, it is because they think sardines will be thrown into the sea."
Meali : "Martılar, balıkçı teknesini sardalyalar denize geri atılacağını sandıklarından dolayı takip ederler."
Cantona bu efsane demecini, Kung-Fu tekmesi olayından sonra vermiş.
İlgili Yazılar : Eric Cantona,
Hayat,
Ken Loach,
Sinema
0 yorum:
Yorum Gönder