Stanley Matthews, İngilizler'in 1940-1960 arasındaki en önemli yıldızıdır. Hatta bazı hayranlarına göre gelmiş geçmiş en iyi oyuncudur. Bugün size bahsedeğim hikayede Matthews yan rollerden birinde, hatta aktif bir rol almaması hikayenin kilit noktalarından biri. Bu hikaye unutulmuş bir futbolcunun trajik hikayesini anlatıyor. Kahramanımız, ABD'nin ilk futbol yıldızı Joe Gaetjens.
1950 yılı dünya futbol tarihi için önemli bir yıldır. 12 yıl sonra ilk kez, İkinci Dünya Savaşı'nın yaralarını sarmaya niyetli dünya ulusları futbol şampiyonası düzenliyordur. 1950 Dünya Kupası'nın evsahibi Brezilya olacaktır. Böylece, turnuva bir kere daha Güney Amerika'ya gidiyor, toplamda 2 Avrupa 2 Güney Amerika ülkesinde turnuva düzenlenerek eşitlik bozulmamış oluyordu. 1950 Dünya Kupası, sanki dünya savaşlarının bitmesinden sonra doğan yeni dünya düzeninin futbola yansıması gibiydi, pek çok ezber bu turnuvada bozuldu, pek çok ilk bu turnuvada yaşandı. Brezilya, ev sahibi olmanın da avantajı ile kendisini açık ara favori görüyordu, Macarana'da 200 bin kişi önünde şampiyonu belirleyecek maçta öne geçmesine rağmen, ard arda gelen 2 golle Uruguay'a 2. Dünya Kupasını kazandırıyordu. Bu tabii ki turnuva'nın en büyük şokuydu. Bu arada, yıllarca dünya kupası organizasyonlarına katılmaya tenezzül etmeyen İngiltere, bir değişiklik yapıp, Stanley Matthews ve ALf Ramsey gibi yıldızlarla dolu kadrosunu, Brezilya sahillerine göndermişti. İngiltere gibi bir başka bir ülkenin de, Türkiye'nin de ilk dünya kupası deneyimi olacaktı, fakat finallere katılmaya hak kazanan milli takımımıza, o yıllarda Brezilya'ya gitmek için uçak bileti parası -evet yanlış duymadınız- denkleştirilemediğinden, Türkiye bu deneyimi 4 yıl sonraya İsviçreye ertelemek zorunda kalmıştı.
İngiltere'nin katılması ile dönemin bütün futbol devlerinin kozlarını paylaşabileceği bir turnuva ortaya çıkmıştı. İngiltere bu sefer mağrur olmakta haklıydı aslında: Brezilya'ya gelmeden önce, Avrupa Karması'nı 6-1 gibi bir skorla darmadağın etmişlerdi ve Avrupa'nın açık ara en iyi takımıydılar; ne Almanya daha toparlanabilmişti, ne de Macarlar'ın yenilmez armadası göreve başlamıştı.
İngiltere, turnuvaya iyi başladı, çok da güçlü olmayan rakipleri Şili'yi 2-0 gibi net bir skorla yendiler. Sırada, 1 oyuncusu dışında amatörlerden kurulu olan ABD Milli Takımı vardı. Son maç, grubun diğer iddialı ekibi İspanya ile olacağından, kolay ABD maçında Stanley Matthews başta olmak üzere bazı yıldız oyuncuların oynanamasına karar verildi. Sonuçta karşılarındaki ekip amatör sayılacak bir takımdı, milli takım bile denemezdi. Fakat İngilizlerin kaçırdığı bir kaç nokta vardı: karşılarındaki takım, İngilizlerin aksine, 2. kez dünya kupası finallerine katılıyor ve ilk katıldığı turnuvadan kendisine yadigar dünya 3.lüğü vardı. Ayrıca takımda üç tane yabancı oyuncu da oynuyordu. Bir İskoç, bir Belçikalı ve Joe Gaetjens adlı bir beyaz Haitili de takımda bulunuyordu. Kendilerine 500e 1 şans verilmişti İngilizlere karşı. Fakat maç başlayınca işler tersine dönmeye başladı, İngilizlerin gevşek oyununa, Amerikalılar sert ve defansif bir oyunla karşılık verdiler. İngiliz atakları beklenen etkiyi yaratamıyor, Amerikalılar iyi direniyordu. Sonra kırılma anı geldi; 37. dakikada Ed McIlvenny'nin sert şutu kaleciden döndü, orada bitiveren Joe Gaetjens seken topu kafayla filelere gönderdi. İngilizler golün şokunu çabuk atlattılar, Amerika kalesini ablukaya aldılar, fakat biraz da Hakemin sert oyuna müsaade etmesiyle, Amerikalılar kalan 53 dakikayı gol yemeden atlattılar. Maç sonunda skorborda bakanlar gözlerine inanamıyordu:
ENGLAND 0 USA 1
Maçı izleyen yaklaşık onbin Brezilyalı seyirci, rakipleri İngiltere'yi mağlup eden Amerikalı oyuncuları kucaklarında şampiyon olmuşlar gibi taşıdı. Maçın getirdiği mağlubiyet ve stress, mağrur İngilizlerin İspanya karşısında varlık gösterememesine sebep oldu. ABD'nin ardından İspanya'ya da yenilen İngilizler turnuvaya erken veda ettiler. Peki ABD ne yaptı dersiniz? Onlar da tek galibiyetlerini İngiltere karşı aldıkları için elenmekten kurtulamadılar, fakat Brezilya'da kısa süreliğine kahraman muamelesi gördüler.
İngiliz basını gelen haberlere inanamıyordu, telgraf mesajlarındaki İngiltere 0 ABD 1 skorunun yanlış olduğuna kanaat getirdiler, 10-0 olarak skoru düzelttiler. Fakat gerçek anlaşıldığında, İngilizler de şok olmuşlardı. Bütün gazeteler, normalde kraliyet ailesinden biri öldüğü zaman basılan, siyah başlıklı formatta basılmıştı. Gazeteciler, İngiltere'nin ABD'li amatörler tarafından bozguna uğratıldığını yazmıştı. İlerleyen yıllarda, İngiliz basını bu olayın üzerini başarıyla örttü ve unutmayı başardı. Maçın sadece 10 saniyelik bir film çekimi vardı ve gariptir o 10 saniye de golü göstermiyordu. Zafer kazanan tarafta da benzer bir hava hakimdi, futbol ile hiçbir zaman haşır neşir olmayan Amerikan halkı, zafere pek ilgi göstermemiş, sadece 1 gazeteci maçı izlemeye gönderilmişti. Bütün takım, bir Amerikan Klasiği olan "Hall of Fame"'e dahil edilmişti aslında, fakat yaklaşan Kore Savaşı ve politik iklimin değişimi o sıralar sıradan Amerikalılar'ı herhangi bir futbol zaferinden daha çok ilgilendiriyordu. Amerikalılar o zamanlar daha tam olarak kavrayamadıkları fakat bundan sonraki 40 yılı kontrol edecek yeni bir konseptle tanışmakla meşgüldüler: soğuk savaş...
Turnuva'dan sonra Amerikan takımı dağıldı, bir daha da asla beraber oynamadılar. Golü attığında 26 yaşında olan Gaetjens, Haiti'ye döndü. Zaten Amerika'ya üniversitede okumak için gelmişti. Okurken, harçlığını çıkarmak için de bir yandan bir restoranda bulaşık yıkıyordu. Oradaki patronu sayesinde, futbol ile tanıştı. Kısa sürede, futbolda bulaşık yıkamaktan daha iyi olduğu anlaşıldı ve kendisi yabancısı olarak geldiği ülkenin milli takımına kadar çıktı.
Joe Gaetjens, turnuva sonrası Haiti'ye döndüğünde, kazandığı birazcık para ile kuru temizlemeci açtı. Kalan vaktinde, gençlere futbol öğretiyor ve ufak gül bahçesi ile ilgileniyordu. Yılların böyle huzur içinde geçip gideceğini düşünen Joe, 1964 baharında bir sabah, karısına güle güle deyip dükkanını açmak üzere evinden ayrıldı ve bir daha kendisinden haber alınamadı.
Ailesi'nin yıllar süren araması neticesinde, Gaetjens'in Tontons Macoute adı verilen, diktatör Papa Doc Duvalier'in acımasız gizli polisi tarafından tutuklandığı öğrenildi. Joe, politikayla ilgilenmeyen birisiydi fakat Joe'nun komşu Dominik Cumhuriyeti'ne kaçan diğer kardeşleri, Duvalier rejiminin düşmanlarıydı ve karşı faaliyetler yürütüyorlardı. Duvalier'in valilerinden biri, Joe'nun kardeşlerini cezalandırmak ve kuru temizleme işine el koymak için, talihsiz oyuncuyu tutuklattı ve ülkenin en acımasız hapishanesi olan Fort Dimanche'a gönderdi.
Bu arada Joe'nun ailesi, tutuklanan babalarının akıbetini araştırmaya devam ediyorlardı. Fort Dimanche'de olduğunu öğrenen oğlu, babasının aynı yere transfer edilen bir arkadaşı ile konuşmayı başarmıştı. Fakat, hapishaneye giden arkadaşına, onu karşılayan gardiyanın sözleri şuydu: "Seni şanşlı herif! Tam da gününde buraya transfer oldun, dün akşam burada büyük bir temizlik yapıldı, bütün mahkumlar öldürüldü."
Joe'nun oğlu, babasının başına gelenleri kısa süre sonra öğrendi. Gaetjens, hapishaneye transfer edildikten birkaç gün sonra avluya çıkarılmış, birkaç mahkumla beraber duvarın dibine dizilmiş ve ne yazık ki en yakın arkadaşların biri tarafından oracıkta infazı gerçekleştirilmişti. Cesedine ne olduğu asla öğrenilemedi ve kayıtlara "kayıp" ibaresinin yanına "öldüğü düşünülüyor" kaydı eklenmişti.
Talihsiz futbolcunun itibarı, kazandıkları zaferin 25. yılında efsane kadro Amerika'nın futbol efsaneleri arasına yazılarak iade edilmişti. Amerika Milli Takımı'ında sadece 3 kez oynayıp, 1 gol atmıştı. Haiti'ye dönünce de, oradaki milli takımda bir maç oynayabilmişti. Gaetjens, ülkesine dönüp sakin ve mutlu bir hayat sürmek isterken, Tontons Macoute'nin binlerce kurbanından biri olmuştu.
Her zafer, kazananlarına mutluluk ve refah sağlamıyor. Joe Gaetjens ve ailesi bunu en kötü şekilde öğrenenlerden sadece birkaçı...
0 yorum:
Yorum Gönder