Glasgow’da işçi bir ailenin en genç oğlu olarak dünyaya gelen küçük Lipton, gençlik yıllarında İskoçya ve ABD’de, en sevdiği miçoluk ve gıda ticareti olmak üzere tütün işçiliği, tekstil işçiliği gibi işlerde yer aldıktan sonra Glasgow’a dönüyor, ve genç yaşta ailesinin marketini çekip çevirmeye başlıyor. Hevesli yapısının da etkisiyle, henüz 40 yaşına gelmeden ülkenin hatrı sayılı tüccarlarından biri haline geliyor. Pratik tüccar mantığını bir adım ileri götürerek middle-man i ortadan kaldırmak, üretimi de elinde tutarak maliyeti düşürmek, dolayısıyla kazancı artırmak amacıyla, Sri Lanka - Ceylon’a giderek, dönemin kendi lehinde oluşturduğu rüzgarı da arkasına alarak üretimi kendi elleriyle yapmaya başlıyor. Aynen, başarıyı yüksek miktarda paralar harcayarak başka takımlardan oyuncu transfer etmek yerine altyapısını mekanikleştiren ve A takımını kendi özkaynaklarıyla idare ederek hem oyuncu kalitesini elinde, hem de parayı kasasında tutmayı başaran bir futbol kulübü misali. Uzun uzadıya anlatmak gereksiz, kendisi dönemin Ada’daki en başarılı tüccarlarından biri sayılmaktadır.
Gelelim bu iyiliksever ve sportmen bekar tüccarımızın bir futbol blogu olan Çivilikrampon ile bağlantısına... Hiç şüphe yok ki İrlanda kökenli, İskoçya doğumlu, hayatının bir bölümünü İngiltere’nin başkentinde geçirmiş, futbolun beşiğinden gelen ülkeden bir tüccarın, bu oyunun yayılmasında ön ayak isimlerden biri olmuş olması hiçbirimizi şaşırtmayacaktır. Sir Thomas Lipton’ın futbola ilgisi, ve ticaret vasıtasıyla yaptığı kontaklar bu noktada devreye girer.
Aslında olaylar, "he who has the gold makes the rules" sözüne uygun olarak gelişiyor. Ne mutlu ki, dünyanın hatrı sayılır tüccarlarından biri olan Sir Thomas Lipton, ciddi bir futbolsever. Hatta ileride de değineceğim üzere; sporu, -fanatizm ve spor terörünün temeli olan- salt kazanmak üzerine değil de, kitlelerin bir araya gelmesini sağlayan sosyal bir araç olarak tanımlayan gerçek bir sporsever.
Bu gezgin futbol tutkununun, farklı 2 kıtadan dünya literatürüne kattığı 2 kupa mevcut. Bunlardan ilki, kendi kıtasının uzaklarında, şu anda Dünya futbol eksenin bir denge noktası olan Güney Amerika’da başlattığı Copa Lipton. O zamanlar, Adalılar’ın yarattığı, ancak oyunu ileriki yıllarda ‘mükemmeleştirecek’ olan ülkenin henüz organize olamadığı dönemlere denk geliyor. Şili’nin 1910 (Futbol Federasyonu 1895’de kurulmasına rağmen), Brezilya’nın 1914, Paraguay’ın 1919, Peru’nun 1927, Kolombiya ve Venezuela’nın 1938’dan önce milli takımlarının resmi olarak varlıklarının ilan edilmemiş olmasından ötürü, 1905 yılında sadece Arjantin ve Uruguay’ın katıldığı bir kupa olarak sahne alıyor. Kupa, tek ayaklı eliminasyon usulü ile oynanıyor, en kötü ihtimalle gümüş madalyanın garanti olduğu bir organizasyon. En ilginç kuralı ise, evsahibi ülkenin kupaya ulaşması için kesin galibiyet almasının gerekliği, deplasman takımına ise kupa için beraberliğin yeterli olması. Günümüz deplasman takımlarının yenemiyorsan yenilme taktiğinin buradan esinlenmiş olma ihtimali yüksek. Geçtiğimiz 105 yıl içinde 29 defa oynanan bu kupayı Arjantin 17, Uruguay ise 12 defa müzesine götürmüş. İlki Buenos Aires’te 0-0 biterek Uruguay’ın kazandığı kupada en son karşılaşma 1992’de Montevideo’da yine 0-0 olarak sonlanıyor ve kupa gün itibariyle halen Arjantin’in müzesinde yer alıyor. Dünya Kupası, Copa America gibi organizasyonların ön planda olduğu günümüz futbol konjektüründe çok fazla ilgi görmeyeceği aşikar olsa da, nostaljik olarak tekrarlanması gündemde olan bir organizasyon.


‘Herşey böyle başladı, Dünya Kupası’nın temelleri böyle atıldı’ diyerek kesip atmak aslında fazla saflık olur. Daha önce gerçekleşmekte olan ve sadece amatör futbolcuların katıldığı Olimpiyatlar ve Torino’da La Stampa Sportiva dergisinin düzenlediği Torneo Internazionale Stampa Sportiva’yı bi kenara bırakırsak, zaten yakında kitlelerin ilgi odağı olacak bu sporun tetiğinin uluslararası platformda profesyonel olarak ilk kez çekildiği organizasyonlardan ikisi diye ifade etmek daha doğru olacaktır. Aynen başlaması kaçınılmaz bir savaşın, iki ayrı cephesinde atılan ilk kurşunları gibi. Ancak Sir Thomas Lipton’u ‘bir ilkçi’den çok, sporun sosyal ve yarışmacı ruhunu sindirmiş bir kişi olarak hatırlamak daha mantıklı olur.
İşte böyle... küçükken Lipton Ice Tea’nin kutusunu ayağımızla ezip 3’e 3 maç yaptığımız günlerde pek fazla aklımıza gelmezdi o kutunun üzerindeki markanın arkasında, aslında kapitalist dünya devi Unilever’in değil de, uluslararası futbolun öncülerinden birinin soyadının yattığı (tamam, dönemin kolonici İngiliz memleketinin de aynı mantalitede olduğu gerçeğini yadsımıyorum). Hoş, tenekebol oynarken onu Unilever ürünü olarak düşünenimiz de pek fazla olduğunu düşünmüyorum. Sahi, 20 sene önce Lipton Ice Tea Türkiye topraklarına girmiş miydi?
(Fotoğraflar: http://www.mitchelllibrary.org)
2 yorum:
Güzel bir araştırma ve şahane bir yazı olmuş. Kendi adıma teşekkür ederim.
Teşekkürler twilo, yorum için. Ben de araştırmayı yaparken konu hakkında birçok yeni şey öğrendim.
Yorum Gönder