Barcelona etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Barcelona etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

21.05.2010

David Villa: Hadi Bakalim Hayirlisi...


Nihayet sonunda gerçeklesen David Villa transferi Barça için bir tasla birkaç kus vurmak anlamina geldi. Ilk olarak Ispanya'nin en iyi forvetlerinden birinin ezeli Rakip Madrid'e gitmesi engellendi. Bu kalibrede bir oyuncuyu istemeyecek takim yoktur sanirim. Ikincisi ise daha lig biter bitmez ilk bombayi patlatip transfer sezonunu açmis oldular, boylece Barça gundemde kalmaya devam etti. Ucuncu neden ise biraz daha farkli: yeni formalar tanitildi! Bu yesil olan deplasman formasi benim pek hosuma gitmedi acikcasi. Bircok kez bir takimin kendi renkleriyle alakasiz formaya geçmesinin dususun baslangici oldugunu gozlemledigimi hatirlarim (ornekleri yorumlara yazabiliriz isterseniz).

E tabi Valencia'da -ki kendileri fena halde krizdeler- nihayet oyuncusunu iyi bir fiyata satmayi basardi. Bu ise en çok uzulenler de Bojan ve Jeffren olmuslardir sanirim. Valenciali Mata da biricik hucum esini kaybetti, bakalim onlar bu boslugu kiminle doldururlar. Hala geçen sene Madrid'in bu oyuncuyu neden al(a)madigini anlamis degilim açikçasi, forma girer ve yeni takimina rahat alisirsa muthis bir transfer dogrusu...

Bu moralle Villa'dan Dunya Kupasinda muthis bir performans beklenebilir bence. Hadi bakalim hayirlisi...
Devamı - David Villa: Hadi Bakalim Hayirlisi...

19.05.2010

Ve Yılın Transferi Gerçekleşti: David Villa Barcelona'da


David Villa transferi tarih olarak sezonun ilk ve büyük olasılıkla en büyük transferi olarak gözüküyor. Oysa ki, aslında Barcelona için 2009-2010 sezonunun resmen kapanması bir anlamda... Aslında Villa 2009 yazında Barcelona yolunu tutacaktı, zaten finansal krizle boğuşan Valencia bütün oyuncularının satılmasına yeşil ışık yakmıştı. Liverpool, Real Madrid ve Barcelona'nın çok istediği Villa'nın da gönlü açıkçası Barça'dan yanaydı. Fakat ne olduysa, bu transfer gerçekleşmedi, Guardiola İbrahimovic'in yeterli bir transfer olduğunu düşündü ve yaklaşık 35-40 milyon avro bonservis istenen Villa'dan vazgeçildi. 

Fakat İbrahimoviç bu sezon İnter'deki günlerinden uzak olunca ibre yine Villa'ya döndü. The Guardian'ın haberine göre taraflar bu sabah (19 Mayıs) 40 milyon avroluk bonservis bedelinde anlaşmaya vardılar. Resmi izma töreni de sağlık kontrollerinden sonra yapılacak. 

Villa transferi ile Henry ve İbrahimoviç ikilisinden birinin gitmesi olası gözüküyor. Şimdilik Barcelona yönetimi iki oyuncusundan da memnun olduğunu açıklasa da, foma savaşında Guardiola'nın ilk alternatifi safkan bir La Liga golcüsü olan Villa olacakmış gibi gözüküyor. 28 yaşındaki oyuncunun La Liga'da Valencia forması ile 166 maçta 107 golü bulunuyor ve İspanya Milli Takımı'nın da Torres ile birlikte en önemli gol silahı. 

Bu transfer ile birlikte geçen sezondan bu zamanlara sarkan Villa defteri kapanırken, bu sezonun asıl yeni transferi için de yeşil ışık yakılmış durumda: eğer işler Barcelona yönetiminin umduğu gibi giderse Fabregas da yıllar sonra evine geri dönecek gibi gözüküyor. Fabregas'ın gelmesi ile ilk 11'den kim kesilir merak ediyorum, belki de Kaiowas'ın dediği gibi İniesta artık daha az süre almaya başlayacaktır. 

Barcelona geçen sezonun aksine transfere hızlı bir giriş yaptı. Bakalım rakipleri neler yapacak... 

Haberin kaynağı ve fotoğraflar için: http://www.guardian.co.uk/football/2010/may/19/david-villa-valencia-barcelona-arsenal
Devamı - Ve Yılın Transferi Gerçekleşti: David Villa Barcelona'da

5.05.2010

La Liga'da Günün Maçı: Mallorca - Real Madrid


FC Barcelona dünkü Tenerife galibiyetiyle Real Madrid üzerinde büyük bir baskı oluşturdu. Şayet eğer bugün RM deplasanda Mallorca'yi yenemezse, cumartesi Barça kazanıp (Sevilla deplasmani, dikkat) şampiyonluğunu ilan edebilir. Şampiyonluk yarısının yanında Mallorca ve Sevilla'nin 4.luk mücadelesi kalan son 3 haftada çok çetin geçeceğe benziyor.

Mallorca ligde bu senenin sürpriz takımı, şu anda 4. durumdalar ve tarihlerinde ilk defa Şampiyonlar Ligi'ne katılmaya bu kadar yaklaştılar (ilk 4 ŞL'ye gidiyor) ve evlerinde yaptıkları 17 maçın 14'unu kazandılar. Sadece Barça ve Madrid'in daha iyi iç saha performansı gösterdiklerini unutmayalım - ki bu takımların Mallorca'dan 30 puan fazlaları var.

Gecenin maçı budur arkadaşlar. Madrid bu gece Mallorca'dan 3 puanla dönemezse kanımca Pellegrini son bir adios der, ve artık bütün yaz Madrid'in başına Maurinho mu Benitez mi geçecek diye konuşup dururuz. Fakat yine de biz Sevilla'nin bu haftasonu Barça'nın basını epey ağrıtacağını unutmayalım.

Son hafta hem Madrid hem de Barça düşmemeye oynayan Valladolid ve Malaga'yla oynayacak. Şampiyonluk yarışının yanında 2. lige düşmemeye çalışacak takımlar ve son ŞL biletini kapma mücadelesi son haftaya taşınabilir.

İyi seyirler, keyifli maçlar herkese...
Devamı - La Liga'da Günün Maçı: Mallorca - Real Madrid

Johan Cruijff: Mourinho is a bad example


Barcelona's honorary president Johan Cruyff has blasted Internazionale boss Jose Mourinho. The Dutch legend said he would not have enjoyed playing for the Portuguese manager. "I would not have wanted him as my coach," said Cruyff. "He is a great coach but a bad example. "When you join a certain status, you have more responsibility to win games only. Football is more than the simple result, it is to teach young people behavior and respect." "I'm a bigger fan of coaches like (Frank) Riijkaard, (Barcelona's Pep) Guardiola -- gentlemen. I think this sport is about something more than just winning."
Devamı - Johan Cruijff: Mourinho is a bad example

29.04.2010

Pique Çekmek

Mourinho şuymuş buymuş tartışmalarını bir kenara bırakırsak, paylaşmadan edilmeyecek bir görüntü, maçın en estetik anı... Birçok golcünün aklının ucundan bile geçmeyecek spektaküler bir hareket ile tereyağından kıl çeken defans oyuncusu Gerard Pique.

Devamı - Pique Çekmek

Gecenin Diğer Kaybedeni

Geçen sene sonunda yenilmez görünen Barcelona takımı THY yöneticileri için iyi bir reklam takımı olacaktı. Fakat hesaplanan olmadı, Barselona finale bile çıkamadı. "Globally Yours" mottosuyla iddialı reklam ve sponsorluk harekatına başlayan THY, dün akşamdan sonra Barcelona'nın iç hatlar sponsorluğu ile yetinmek zorunda kaldı. 
Devamı - Gecenin Diğer Kaybedeni

Muro di Gloria (Non-Epic Inter)

Oyuna 2 uç nokta yaklaşımın savaşı oldu; Hollanda imzalı ‘pas futbolu’, ve tabir-i caizse Italyan ‘watchball’u. Pilot kamera tüm ilk yarı boyunca 30 derece sağa, ikinci yarı boyunca 30 derece sola dönük bir şekilde pas tuttu. Futbol tarihinde bir takımın rakibini üst düzey bir mücadelede topa sahip olma konusunda bu kadar ezdiği bir maç pek az görülmüştür. 10 kişi kalınmasına rağmen maçı almasını, az once Inter’li bir arkadaşımın elime tutuşturduğu La Gazetta della Sport, 3. sayfasında ‘Epik Inter’ olarak ifade etmiş. Inter, değil 10;14-15 kişi oynasa bile maçın Barca’nın üçüncü, Inter’in 1. bölgesine sıkışarak geçeceği zaten bekleniyordu. O yüzden ‘epik’ ten çok, Plevne savunması kıvamında bir futbol vasıtası ile, manşetteki ‘Muro di Gloria’ (Zafer Duvarı) tamlamasını hakeden bir mücadele sergilediler. Yüzde yüz defansif mantalitenin, yüzde yüz hücuma kafa tuttuğu bir maç oldu. Interliler’in Barca’yı tuttuğunu iddia ettiği hakem son dakikada, ele çarpma pozisyonuna devam dese dün gece Milano sokaklarındaki klakson sesleri, yerini sessizliğe bırakacak, Barselona -kendi futbol zevkime gore- hakettiği yeri, finali bulacaktı. Bunun üzerine birçok skor yazarı, son dakikada yazdıklarını çöpe atacak, Barca’nın bir sağa bir sola yapılan, ancak dün itibariyle ceza sahasına giremediği için hiçbir anlam içermeyen paslaşmalarına methiyeler düzeceklerdi.


Dün ufak çaplı bir stratejist-sanatçı tartışması yaşamıştık. Mourinho, elinde dünyanın en iyi defansif oyuncularını içeren kadrosuna uygulatabileceği en başarılı strateji ile 2 maça çıktı. İlk maçta rakibin baş döndürücü paslaşmasını 2. bölgede keserken, Camp Nou’da hayata geçirilmesi imkansız olan bu ilk maç taktiğini, daha geride çakılı kalarak, kadrodaki uzun boylu ve yüksek kalitedeki defans oyuncularına ceza sahası içi ve önüne yığılmalarını emrederek 4-5-0 / 5-4-0 arası gidip gelen bir taktik ile uyguladı. Yine Inter’li bir arkadaşımın dediği gibi Barca, standart oyununu oynarken; Inter, kapasitesinin yüzde yüzellisini ortaya koyarak turu geçmeyi başardı. Inter’li taraftarların/teknik kadronun maça yaklaşımını, yaşadıkları haklı Barcelona korkusunu, ve rakibin gücünü kabullenmelerini herhalde en iyi şu 2 resim açıklar:

- Tüm maç çıt çıkarmadan izlenen, ancak Messi’nin ayağından her top alındığında ortalığı naralarla yıkan bir taraftar topluluğu.
- Çok daha zor mali koşullarda, Porto’yu Şampiyonlar Ligi Şampiyonu yaptığında bile yüzünden mutluluk ifadesi okunmayan Mourinho’nun, dün akşamki ‘Uçan Sabri Bey’ tarzındaki maç sonrası şovları

'Sabri' Mourinho

Dünkü mücadelenin Hollanda-İtalya 2000 Avrupa şampiyonası yarı final karşılaşmasını hatırlattığı kişiler olmuştur. 30. dakika civarlarında 10 kişi kalan İtalya, mucizevi şansının ve klasik muhteşem defans anlayışının sayesinde finale çıkan takım olmuştu. Başta bahsettiğim gibi, her ne kadar teknik direktörler ve oyuncular bahsedilen pasaportları taşımasa da, 2 ülkenin yerleşik olarak görüldüğü futbol kültürünün çatışmasında 'catenaccio', 'total''i yine yendi.

Tam istatistikleri bilmiyorum ancak matematiksel bir yaklaşımla bitirelim, topla oynama yüzdeleri üzerinden:

Barcelona - %80 --> 0.8 ≈ 1
Inter - %20 --> 0.2 ≈ 0

Ne diyelim, tarih, antipatik olsa da kazananları yazar...
Devamı - Muro di Gloria (Non-Epic Inter)

Barselona da Eziklik Yapar

Kendini tanrılarını yaratıp tapınanlar için olmasa da benim için çok güzel bir maçtı. Yazının başlığına değinmeden önce kısaca bir maça bakalım: Yarı Final serisinin ilk ayağında 3-1 galip gelmiş ve daha farklı bir skoru kaçırmış Inter Camp Nou'da sizin evinizdeyiz alın topla oynayın dedi Barselonalılara. Barça olayı yanlış anlamış olacak ki kendi kale önü ve orta sahada yaklaşık yüzde seksen bir topla oynama oranı tutturdu ve İnter de neredeyse güle oynaya turu atladı.

Uzun uzadıya yazılacak şeyleri bir çok arkadaş yazıyor zaten, benim için en büyük zevk Eto'o gibi bir adamın yaptığı savunma Milito gibi çoğumuzun burun kıvırabileceği bir adamın verdiği mücadeleyi izlemekti. Takım adeta birbirine bağlı gibi hareket etti sahada. Ha Barselona ne yaptı derseniz ben bir şey göremedim sahada, geçen seneki yarı final ikinci ayak mücadelesi gibi on iki kişi oynamaları dışında.

Gelelim yazının başlığına; maçın bitmesinin üstünden beş dakika geçmeden saha sulama sistemi fıskiyeleri açıldı otuz sekiz yıl sonra gelen finali kutlayan ve hakeden Interlilerin üzerine. Hadi biz de görmeye alışığız bu tip eziklikleri yok ışıkları söndürmeler, adam kovalamalar ama uzay takımına yakıştı mı bu eziklik. Bir de resmi siteden "çimlerin sulama zamanları çok hassas ve sistem otomatik çalışıyor"diye açıklama yaparlarsa tam bizden olurlar...


Devamı - Barselona da Eziklik Yapar

Barcelona - Inter Maçının Ardından: Galeri & Videolar

Tarihi zaferden bu akşamlık bulduğum fotoğraf ve videolardan oluşan ufak bir galeri hazırladım. Umarım bu sevinç, Barselona'dan sonra Madrid'de de devam eder. 

Sona eklediğim Mourinho sevinci bana bundan 13 yıl önce yine o statta yaşanan bir olayı hatırlattı. Onun da videosunu en sona koydum.

Fotoğraflar: BBC & Reuters









Devamı - Barcelona - Inter Maçının Ardından: Galeri & Videolar

Barcelona 1 - Inter 0 : 2. Şanlı Barselona Direnişi

İç savaştan beri Barselona kenti böyle bir direniş görmedi. 60 yıl önceki direnişten farklı olarak, bu sefer saldıranlar ile savunanların yer değiştirmişti. İç savaşa, Franco yanında giren, uçakları ile kentleri bombalayan İtalyanlar, bu sefer Katalanlara karşı kazandıkları mevzileri korumak zorundaydılar. Franco döneminin mazlumları, şimdinin ekonomik ve sportif süpergücü Katalanlar ise kendileri için ünvanlarını koruma maçına dönen bu mücadeleyi en az 2-0 ile kazanmak zorundaydılar. Bu şartlar altında herkes savunma ağırlıklı bir maç bekliyordu ama kimse 2. bir Barselona Direnişi'ni öngörmemişti. 

Sahada bugün futbol yoktu, onun yerine savaş vardı ve her savaş gibi bu da, sayısal üstünlük ya da teknikle değil, akılla ve psikolojik saldırılarla kazanıldı. Motta'nın oyundan atılması maçın kırılma noktasıydı. Her kırılma noktası aynı zamanda bir lidere kendini kanıtlama fırsatı verilen anlardandır. Mourinho takımı 10 kişi kalınca, gururu bir kenara bıraktı ve ölümüne bir savunmaya girişti. Görüntüde Barcelona'yı oyunun mutlak hakimi gibi gösterip, içten içe yaptığı direnişle morallerini ve inançlarını kırdı. Aslında bu strateji iki yönlü ve uzun vadeli bir plandı, zaten Mourinho'yu da deha yapan özellikleri bunlar. Birincisi, oyuna Barça hakimmiş gibi göstererek rakibinin psikolojik üstünlüğünü kırdı, Barça her an gol atabileceğini düşündü, maçın son 10 dakikasına kadar da bu ruh hali devam etti. İkincisi, Barça'nın bu üstün oyunu ile es kaza 2-0 yenilseler bile, özrü çoktan hazırdı: kendilerinden üstün bir takıma, hem de deplasmanda, 10 kişi ile aslanlar gibi mücadele etmişler ama işte birileri -hakem, UEFA, Katalan lobisi, siz seçin birini- Inter'in ipini maç başlamadan önce çekmişlerdi, zaten Barcelona dünyanın en iyi takımı değil miydi, ona kim 10 kişi 70 dakika dayanabilirdi ki? 



Mourinho'nun bu kazan-kazan stratejisi bugün işe yaradı. Sahadaki en ilginç an, iki takımın da aynı anda liberolu sisteme geçmesiydi. Yalnız ufak bir fark vardı; Inter'de Lucio dörtlü savunmanın arkasına geçerken, Barcelona'da kaleci Viktor Valdes liberoya geçmişti. Bu kadar ciddi baskıya rağmen, Barcelona'nın son dakikalara kadar uzaktan şut bulamaması, Inter'in kademe derinliğini nasıl başarılı yaptığının kanıtıdır. Barcelona golü ya uzak bir şuttan ya da sürpriz bir golcüden bulacaktı, Pique geldi. Pique, Beckanbauer'den beri gelişen topla ileri çıkabilen defans oyuncusu tipinin günümüzdeki bayraktarı. Barcelona'nın en etkili ismi, hatta kanımca Iniesta-Xavi'den bile daha fazla katkısı var takıma. Bu akşam da gemisini kurtaran kaptan olmasına az kalmıştı fakat yetmedi. Kendisi bu arada Manchester United'tan ayrılıp kariyeri daha iyi noktaya gelen çok az oyuncudan biri, bunu da bir kenara not etmekte fayda var. (Bir diğeri de Forlan)


Barselona takımına açıkçası üzülmüyorum. Açık alanda bozkır savaşçılarının hilal taktiği ile ilk defa karşılaşan Haçlı ordusu gibiydiler: ağır ağır İnter'in göbeğine kadar girdiler, bu arda Inter'in forvetleri bile onları arkadan sarmıştı. Guardiola herhalde forvetsiz bir oyun beklemiyordu Mourinho'dan, bu da onun ölümcül hatası oldu. 70 dakika boyunca Barcelonalılar orta saha çizgisi ile Inter ceza sahası arasında hiç bir şey yapamadan top çevirdiler. Bu arada topla oynama oranları %75'lere dayandı. Fakat Pique'de hedefi biraz ıskalamış olan Sir Ferguson istatistiklerde hiç yanılmamıştı: oranlara bakan sahadan tarihi farkla ayrılacak bir Barça beklerdi, fakat mini etek bu, her şeyi gösterip, asıl gözükmesi gerekeni göstermiyor yani Mourinho'nun deha planını...

Hem Barcelona'yı hem de Inter'i çalıştırmış olan Helenio Herrera bu akşamki maçı görse sanırım Inter'i tutardı.  Catenaccio'nun mucidi ve bir anlamda da İtalyan Futbolu'na ana karakterini veren Herrera'nın mirasını bugün Milanolılar taşıyordu. Sahada sadece catenaccio yoktu, çok farklı savunma taktikleri adeta bir satranç oyunu gibi iki hoca tarafından titizlikle uygulanmaya çalışıldı. Mesela, İlker Yasin-Hikmet Karaman ikilisinin ısrarla anlamak istemediği şey Toure'nin Barça adına ön savunma hattını nerdeyse tek başına kurmasıydı. Bu ikili tarafından oyunu yavaşlattığı söylenen Toure'nin bu konuda yapacağı bir şey yoktu aslında. Messi gibi oynadığı her maçta oyunun vitesini elinde tutan bir oyuncu bile peygamber vitesinden çıkamadı. Sahada Mourinho ve Guardiola gibi hocalar varken, kimse darılmasın ama insan TV'nin başında da kendi ülkesinin en bilgili spiker ve yorumcularını görmek istiyor. Star TV, rating'i garanti olan bu maçlar için tek maçlık Fatih Terim ya da Mustafa Denizli gibi hocalarla anlaşamaz mıydı?

Maçın adamı ise fıskiyelerdi... Kullanım zamanlarındaki fark bile iki takım ve iki hoca arasındaki farkı gösteriyordu: Eğer bu maç Milano'da olsaydı, gol yememek için her şeyi yapacak Mourinho fıskiyeleri maç sonunda değil, maç öncesinde açtırır, sahayı iyice ağırlaştırırdı. Fakat, Mourinho'nun hareketini hazmedemeyen  Barçalılar, sahadan Interlileri kovmak için fıskiyeleri açtılar. Mourinho'nun hareketine gelirsek, burada da Kurt Hoca istediğini aldı. Bizim spikerler olaya duygusal açıdan yaklaşmaya çalışsalar da burada iki mesaj vardı: sahadaki tek general benim ve Madrid'e gidişim kalıcı olabilir...

Fotoğraflar: The Guardian / Getty İmages
Devamı - Barcelona 1 - Inter 0 : 2. Şanlı Barselona Direnişi

28.04.2010

Mourinho'dan "Savaş Sanatı"

"Barcelona için Londra, Roma ya da Paris'te bir final oynamak gerçekleşebilen bir hayal olabilir. Ama konu Madrid'te final oynamaya gelince, Barcelonalılar bu konuda saplantılılar. Onlar için Bernabau'da Barcelona ve Katalan bayrakları açmak bir saplantı, bir anti-Madridlilik saplantısı, bunu başarmak için de herşeyi yapacaklardır. O yüzden de özellikle bu akşam hakemin son derece dikkatli olması lazım."
Jose Mourinho, 2010

"Bütün mücadeleler (savaşlar) aldatma üzerine kuruludur"
Sun Tzu, "Savaş Sanatı Bölüm 1"

Bu akşam bir sanatçı ile bir generalin mücadelesine tanık olacağız. Stratejik akıl mı, yoksa estetik akıl mı kazanacak hep beraber göreceğiz. Maçı StarTV'nin yayınlacağı söyleniyor. Umarım son dakika sürprizi olmaz da, yılın maçını rahatça seyredebiliriz. İlk maç için tahminim tutmuştu, umarım ikinci maç için de tahminim tutar da, bence yılın en başarılı takımı olan Inter, hakettiği finale çıkar. 


Devamı - Mourinho'dan "Savaş Sanatı"

19.04.2010

Iki Inter arası Çerez


Günün espirisini de böylelikle yapmış olalım, biraz rahatlayalım...
Devamı - Iki Inter arası Çerez

13.04.2010

"EL CLASICO"

Devamı - "EL CLASICO"

12.04.2010

Real Madrid 0 - Barcelona 2



Ordaydim...
Devamı - Real Madrid 0 - Barcelona 2

Valdez ve Pedro da milli takıma !!!


Önce istatistiklere bir bakalım: Bu sene Barça'nın (Valdez'in) yediği gol sayısı 31 maçta 19 iken Casillas Real Madrid formasıyla 28 gol yemiş. Tabi RM defansında Pepe'nin beklenmeyen sakatlığını da unutmayalım, ne kadar çirkef bir oyuncu olsa da ısırganlığıyla ve fiziğiyle defansta iyi iş görüyordu. O kadar parayı harcarken yahu şu defansa da 1-2 adam alsak mı acaba diye düşünmeyi beceremeyen ve Barça'nın ekmeğine yağ süren F. Perez yönetimini de kutlayalım.

Şimdi Casillas'a bakalım, saç-sakal birbirine karışmış, artık şampiyonluktan, başarıdan belli ki o da ümidi kesmis, geçen seneki kurtarıcılığını da yapamaz olmuş. Bu haliyle adeta FB kulübesindeki depresif bir Guiza'yi andırıyor.

Bu durumda İspanyol milli takımında Valdez-Puyol-Pique-Xavi dörtlüsünü görmemiz çok mantıklı olur, hem en formda olanlar onlar, hem de yaklaşık 10 yıldır beraber oynamaktan birbirlerini çok iyi tanıyorlar. Hatta gerekirse yanlarına hiçbir zaman çok parlamayan ama dengeli Busquets'i koymak bile akılcı bir yaklaşım olur. Senna, Xabı Alonso ve Fabregas da çabası tabi. Şu zenginliğe bakın hele, bizde bir tane bile şu ayarda oyuncu yok...

İniesta'ya da bir paragraf açalım, bu kadar yetenekli bir oyuncunun çok genç yaşta sakatlanmasını çok üzücü buluyorum. Kanımca İniesta 1-2 sene daha Barça'da oyuna sonradan giren adam rolünü oynar, muhteşem zeki-kıvrak birkaç hareket yapıp tribünlerin sevgilisi olmaya devam ettikten sonra başka bir kulübün yolunu tutar. En sevdiğim bir Barçalıdır kendisı, ancak geçirdiği onca sakatlıktan sonra ilk 11'e geri dönmesi zor görünüyor. Milli takımda her zaman onun yeri olmalıdır ama.

Biraz da Pique'den bahsedelim: geçen sene başında Barça'ya gelmeden heredeyse hayatında hiçbir önemli maça çıkmamış bir oyuncunun Şampiyonlar Şampiyonu bir takımın temel taşlarından biri olması gerçekten şaşkınlık verici ve takdire şayan. Yerinde müdaheleleriyle, çabukluğuyla ve İngiliz stili uzun paslarıyla 2 senedir Barça defansı için vazgeçilmez bi oyuncu o. Milli takımda da Puyol'la yanyana banko oynamalı diye düşünüyorum.

Bu arada Raul ve Guti'den de bıktık artık. F. Perez 3-5 milyon da onlara verse de kurtulsak artık şu modası geçmiş oyunculardan.

Ayrıyeten İspanyol milli takımının Pedro'nun kıvraklığına ihtiyacı olacağı fikrindeyim (evet Sevillalı Navas ve Valencia'lı Silva'nın da kadroda olmalarına rağmen) gencecik yaşına bakmadan hem kalabalık hem de öne çıkmış defansların en korkunç bir başbelası artık o.

Bütün bu yıldızların yanında Villa'lı, S. Ramos'lü, Joaquin'li (ayriyeten Mata (bkz. geçen seneki istatistikleri), F. LLorente, Toquero, Capdevila, Reyes, Capel, hatta Soldado, Negredo, Bojan) İspanyol milli takımı bu seneki Dünya Kupası'nın bariz favorisı. Sanırım deneyimli (ve BJK yönetimi sayesinde çok daha zengin) Del Bosque'de elindeki cevherin farkında, ve sonuçta kimi oynatırsa oynatsın bu kadar yetenekli bir futbol jenerasyonunun şampiyon olma isteğinin önünde dur(a)mayacaktir.
Devamı - Valdez ve Pedro da milli takıma !!!

11.04.2010

Real Madrid 0 - FC Barcelona 2 : Hierro'yu Aramak

Barcelona'nın niye yendiğinden çok, Real Madrid'in niye kaybettiğini merak ediyorum. Defansa bakıyorum, takımın aradan neredeyse 10 yıl geçmesine rağmen Hierro gibi bir lideri bulamadığını görüyorum. Sergio Ramos bu bölgede tek başına oyunu topla katılmaya çalışıyor fakat çizgi adamı olduğundan etkinlik alanı sınırlı kalıyor. Zaten ikinci yarıda, Guardiola Puyol'u kenara çekti Ramos'un koridorunu da, hayatını da kararttı. Stoperler, ortalamanın biraz üstü oyuncular, fakat değil Hierro, Rafael Alkorta düzeyine bile çıkmamış oyunları. Zaten topla da oyuna katılımları sıfıra yakın... 

Ortada Gago var, Redondo çakması diyebiliriz kendisine. Fakat Redondo ile tek ortak yanları aynı pasaportu taşımaları. Orta sahada herşey Alonso'ya bağlı aslında; hücumda etkinliğini tek başına o koordine ediyor. Marcelo ne yaptı onu da çok anlayamadım, oyun temposu takımın genelinden farklı o yüzden de hücumda attığı toplar ve boşa kaçmalarında hep bir metronom uyumsuzluğu var.

Real Madrid'de sezon sonuna geldikçe, başarısızlıklar artıyor ve problemler ortaya çıkmaya başlıyor. Ronaldo bugün çok kötüydü, bunun da tek sebebi kafa olarak maça hazır olmamasıydı. İşte, böyle maçlarda Alex Ferguson'un farkını anlıyoruz: kendisinin ne sihirli bir antrenman programı var, ne de başka bir galaksiden futbolcu getiriyor. Bu oyuncuları alıp, birer yıldız haline getiren o ve onun beyin yıkama taktikleri. Anlaşılan Fergusonsuz Ronaldo, Real'e sürülen Beckham gibi; yetenekli, heyecanlı ama odaklanmaktan ve liderlik etmekten uzak.. Son iki sene içinde, Messi'nin katettiği gelişme ile kendisinin katettiği gelişme kıyaslanınca durum daha net şekilde ortaya çıkıyor. Maçı uzaklarda bir yerde evinden sakız çiğneyerek izleyen Sir Ferguson da eminim Ronaldo'nun bu haline gülüyordur.


Çok transfer yapan takımların uyum problemi olacağı doğrudur ama Madrid'in durumunda problem transfer sayısından çok daha derinde zihinlerde. Takıma liderlik yapacak bir oyuncu yok. Eskiden Raul vardı, Guti vardı. Şimdi ise: hala Raul var, hala Guti var! Harcanan o kadar paraya rağmen, -bakın bu uyum sorunu değil daha da ötesi- ortada ezeli rakiplerine 2-0 yenilirken, arkadaşlarını gaza getirecek, toparlayacak, onlara liderlik edecek bir oyuncu yok. Ronaldo ve Kaka müthiş becerilerine rağmen bu yetenekten yoksun oyuncular. Ronaldo, bir kuşak öncesinin Figo'sundan çok daha teknik fakat Figo'nun başardığı kadar oyunu kenardan domine etmeyi başaramıyor. Bunu en iyi yapan oyuncu, doğal bir kanat oyuncusu olmayan rakibi Messi... Maç 2-0 olmuş, o kadar transfer yapan takım, kurtarıcı olarak iki yaşlı kurdu, hem de altyapıdan yetişen kendi çocukları Guti ve Raul'u alıyor. Demek ki, yapılan transferlerde popülerlik kadar liderlik olgusu düşünülmemiş. Bugün sahada Zidane ve Figo'nun mirasını devralanlar, Kastilyalılar değil, Katalanlardı. Messi, Figo gibiydi; Xavi de Zidane... NTV'deki canlı yayında durmadan Messi övüldü de, iki golün de mimarı Xavi'den nedense pek bahsedilmedi; attığı her iki pas da adrese teslimdi, Pedro ve Messi de bu pozisyonları affetmeyecek kadar iyi oyunculardı. Herkesin durdurulamaz dediği Messi'nin niye Milli Takım'da aynı performansı gösteremediğinin de cevabı gibiydi Xavi'nin ayağından çıkan toplar. 


Real Madrid, daha maç başlamadan Barcelona'nın üstünlüğünü kabul etmiş. Barcelona karşısında büyük takım gibi oynamadılar, hatta çoğu maçlarına göre son derece acemi bir görüntü sergilediler. Barcelona ya da Messi durdurulamaz değil, bilakis durdurma formülü de gayet açık: önce topa sahip ol, sonra kanatları kullan. Fakat, Sun Tzu'nun dediği gibi savaş kafada yaşanan ve biten bir şey, eller ve ayaklar ise sadece angaryayı yapan taraf. Madrid'de bu akşam, daha maç başlamadan kafalarda maç da skor da çoktan belliymiş, biz boşu boşuna 90 dakika beklemişiz sonucu öğrenmek için. 

Fotoğraflar: BBC Sport & the Guardian web sitelerinden
Devamı - Real Madrid 0 - FC Barcelona 2 : Hierro'yu Aramak

7.04.2010

Kaçıranlar İçin Maçın Golleri



Maç hakkında söylenecek çok bir şey yok. Messi istedi ve maçı aldı...
Devamı - Kaçıranlar İçin Maçın Golleri

29.03.2010

LA LİGA'NIN HAZİN SONU



Real Madrid'in başlattığı çağımızın en büyük transfer harekatı, her şeyin başlangıcı ve sonu oldu. Real artık ezeli rakibi ile rekabet edebilecek konumda ve Barça-Real ikilisi şu an diğer bütün takımların kat be kat üzerinde yıldızlarda mücadele etmekteler. La Liga öldü, yaşasın yeni kral: El Classico! 

Madrid-Barcelona derbileri her zaman İspanyol futbolunun en önemli maç serisi olmuştur fakat son yıllarda bu maçların önemi sanki daha da arttı, zira artık İspanyol ligi yavaş yavaş iki kentin, iki takımın ve iki rakip kültürün hegemonyasına giriyor. Diğer maçların sonuçları hemen hemen önemsiz, arada hala güçlü ekipler bu ikiliden puan kapmaktalar ama uzun maratonda hiçbiri bu takımlara yaklaşamıyor. 

İspanya Ligi hep böyle değildi. Real Madrid benim çocukluğuma denk gelen 80'lerde en güçlü klüptü ama bir sürü rakibi vardı. O zamanlar hala takımlarda yabancı sınırlaması olduğu için, Bilbao gibi takımlar da lig şampiyonluğuna oynayabiliyordu. Zaten futbol içindeki yabancı oyuncu trafiğini arttırdıkça, önce Bask takımları gitti: Bilbao'nun son şampiyonluğu 80'lerin başında yaşandı, Sociedad Nihat-Kovaçeviç ikilisi bir ara şampiyonluğa yaklaşır gibi oldu ama çöküşleri çok sert oldu: ikinci lige yuvarlandılar. Bask futbolu da, Katalanların aksine ligdeki başaltı iddiasını kaybetti, 17-7 arasına oynamaya başladılar. 


İkinci dalgada diğer büyük sayılabilecek iki takım: Atletico ve Deportivo da zamanla etkinliklerini yitirdiler. Bu iki takım da hala 3. sıraya oynayabilecek güçte fakat artık La Liga'da üç sıra demek, ikinciden en az 15 puan geride olmak anlamına gelmekte. 3. ve 4. sıradaki takımlar da Şampiyonlar Ligi'ne katılmaya hak kazansalar da mali fark o kadar açıldı ki artık puan tablosuna yansıması en iyi ihtimal 15 puan fark oluyor. 

Başaltı takımlar olan Betis ve Valencia ise kötü mali yönetimleri yüzünden asla yakaladıkları başarıları uzun vadeye taşıyamadılar. Şu an Valencia'nın ligde 3. sırada olması bile, mali tablo göz önüne alındığında büyük başarı. Takımın bütün yıldızları satılık durumda ve gelecek sene kimler kalacak belli bile değil. Betis ise, Atletico Madrid ile beraber ligin en dengesiz takımı ünvanına oynar: ya 2. lige düşüyorlar, ya da ilk 8 mücadelesi veriyorlar. Fakat her düşüş, onlara en az 2 sezona maloluyor. 



Bu süreçte iyi şeyler olmuyor mu? Sevilla bu tablodaki tek olumlu takım. Sınırlı kaynaklarını başarılı altyapı politikası ile yıldız oyuncular yetiştirmeye harcadılar. Fakat bu bile uzun vadeli bir başarı için yeterli değil. Real Madrid - Barcelona altyapısının ortak üretimi, sadece bu iki takımı değil, Liga'daki pek çok takımı da beslemekte. Real ve Barça, bizdeki büyük takımların aksine, sadece üst takımda değil, altyapı ve genç oyuncu yetiştirmede de kendi ülkelerinin liderleri durumundalar. 

Biz kendi ligimizi eleştirirken, dünyanın en pahalı liglerinden olan Liga'da işler gittikçe ikili-dominasyona doğru gidiyor. Yakında tıpkı İskoç liginden aklımıza sadece Old Firm maçları geldiği gibi, Liga'dan da El Classico'lar gelecek, gerisi ise ancak "ender gelişen Osasuna atakları" kıvamında heyecan katabilecekler. 
Devamı - LA LİGA'NIN HAZİN SONU

6.01.2010

FC Barcelona 1 - Sevilla FC 2: İlk kale çöküyor mu?


İspanya Kral Kupası çeyrek final ilk tur maçlarının en ilgi çekeni şüphesiz bu karşılaşmaydı. Guardiola 6. kupayı da kaldırdıklarında zaten bu sene çok büyük ihtimalle bunu bir daha tekrarlayamayacağız o yüzden tadını çıkarsak iyi olur demişti. Barça için çöküş başladı demek istemiyorum, fakat bu senenin pek kolay geçmeyeceği zaten haftalar öncesinden belliydi; Barça'nın yağ gibi akıcı %80 topa hakim eden oyunu bu sene zaten görülmemeye başlamıştı. Rakiplere kolay kolay 5'er 6'şar gol atılamıyor, Pedro gibi nöbetçi golcülere (!) ihtiyaç duyuluyordu. Maç öncesi kadrolarda defans göbeğinde şu ana kadar hayatlarında hiçbir ciddi maçta beraber oynanamamış Çigri (Chygrynskiy) ve G. Milito (çok ciddi bi sakatlık geçirdi ve 20 aydır futbol oynamıyordu, Barça formasıyla çıktığı maçların sayısı da elin parmağını geçmez) ikilisini, (kalede zaten Pinto oynuyor kupada) önlerinde de derme çatma Marquez-Busquets işbirliksizliğini görünce dudaklarımı ısırmadım değil. Zaten yağmur yağıyordu be 11 euroya aldığım biletim koltuğumun üstünde çatı olmasına yetmiyordu. Önlerindeki ufak tefek Messi ve Iniesta da sağlam ve sert Sevilla defansı tarafından ite kaka kaleden uzak tutulacaklardı. İlk yarı Barça'nin beceriksizce top çevirişleriyle ve iyi oyun kuramamasıyla ve Sevilla'nin 1-2 sinsi atağıyla geçti. Hakem kaleci Palop'un tüm zaman geçirmelerini es geçince ve hiçbir uyarıda bulunmayınca bolca küfür yedi, fakat 2. yarıda sallanan beyaz mendiller (ve de plastik torbalar) eşliğinde seyircilerden duyduğu tepkiler yanında devede kulak kalırdı. (En azından stadda görüldüğü kadarıyla) bazı kritik faulleri görmedi, sürekli pas trafiğinin ortasında durdu (sen git kenardan takip et maçı, i..e hakem!) ve Sevillalıların zaman geçirmelerine fazlasıyla göz yumdu. Oyun kurmada hiç görmediğim kadar çok pas hatası yapan bir Barcelona takımı izledim bu gece, 2. yarıda makinanin ana dişlisi Xavi'nin girmesi bile günü kurtarmaya yetmedi. İbra'da belki "girdivegolünüattı" fakat hangi süperdev takım gol attıktan 1 dakika sonra gol yer ki? Sahanın en kötü oyuncusu Çigri, Capel'i (İbrahim üzülmez stili koşup tutup çekip dripling yapan oyuncu, tabi orta ve şut yeteneğine sahip, ve gencecik masallah) biraz tutup çekince gözüne yağmur damlaları kulağına da küfürler kaçmış olan hakem direk penaltı noktasını gösterdi. Çigri hakkında Lucescu'dan bir demeç gelir sanırım yakında -- ki çift basamaklı rakamlara bu oyuncuyu Barça'ya vermeden önce kendisine kefilim tadında şeyler söylüyordu.

Sevilla gerçekten de çok dirençli oynadı. Barça'ya göre daha çok as takım elemanlarıyla çıktılar (adamım Kanoute yoktu ama olsun) ve zaman geçirip trübünleri karşılarına, hakemi de yanlarına çekip Camp Nou'dan şeker gibi bir zaferle ayrıldılar bu bayram günü. Hakemi pek fazla kurcalamayıp (stadda deliler gibi küfredip sonra eve döndüğünüzde televizyondaki özetlere bakıp aa hakkaten de birşey yokmuş demediniz mi yoksa hiç hayatınızda?) Yenilginin 3 suçlusunu Guardiola, Çigri ve Barça taraftarı olarak sıralama gereği duyuyorum. Guardiola Sevilla gibi bir takımın karşısına çıkardığı bu acemi işbilmez kadroyla, Çigri dizleri titrek ve tek bir pası takım arkadaşına gönderemez oyunuyla, Barça taraftarını da Çigri'yi ıslıkladıkları içın (bir Fenerbahçe taraftarı vs. Deniz Barış/Selçuk Şahin ilişkisini hatırlattı bana, sahi bu 2 oyuncu en uzun süredir FB formasını giyenler mi ne?) ve yağmurda takımlarını yalnız bıraktıkları için sorumlu tutuyorum, sayelerinde kaç senedir ilk defa staddan Barça'nın yenildiğini görerek ayrıldım. Bakalım rövanşta 2 takım da tam kadro çıkıp adamakıllı kapışırlar mı, ve o zaman görür muyuz el mi yaman bey mi yaman? Sevilla seyircisi de çok sağlamdır ona göre...

Not: Fotograf bu maçtan değil tabi ama neler olmuş oyle yahu?


Devamı - FC Barcelona 1 - Sevilla FC 2: İlk kale çöküyor mu?

12.12.2009

THY, FC Barcelona'nın resmi sponsoru


Beşiktaş - Man U. şL maçlarında Beşiktaş'ın göğüs reklamı Cola Turca ile Manchester United'in formasını aynı karede görünce baya şaşırmıştım, Cola Turca'nın marketing seviyesinde bir "kırmızı şeytanlar" ikonuyla yanyana gelebilmiş olması onlar için büyük bir başarıydı. (Cola Turca içen var mı bu arada?) Bugünkü haber de bana onu çağrıştırdı, tabi en büyük fark THY'nin Avrupa'nın en hızlı büyüyen ulusal havayolu şirketlerinden olması. Anlaşma bizim bu kırk yıllık teheye ile dünyanın en iyi oyuncusunu barındıran 2009'da çoğuna göre "dünyanın en iyi takımi" olan FC Barcelona arasında... Eurofutbol.biz'e göre:

THY Barça'ya gelecek yıl boyunca takımı tum şampiyonlar ligi deplasmanlarına ve Asya turuna götürmek için bir uçak ayıracak. Uçağın adı BARCELONA olarak değiştirilecek ve üzerinde Barça logosu olacak. Barça da karşılığında THY'yi "official carrier" (resmi taşıyıcı şirketi) olarak gösterecek. Yıllık 3 milyon dolardan 3 sene için toplam 9 milyon alacak. FCB yetkilileri THY'nin teklifinin en yüksek tekliflerden olduğunu söylemiş. THY boylece Barça'nın diğer sponsorları Nike, Audi, Estrella Damm, Coca Cola, La Caixa'nın yaninda yer bulmuş olacak. Belki bir gun de İstanbul-Van seferinde üzeri Messi'yle kaplı bir koltukta oturma şerefine erişiriz. Messi'nin hastasıyız o başka...


http://todayszaman.com/tz-web/news-194813-barcelona-to-fly-with-turkish-airlines.html
http://www.eufootball.biz/Sponsorship/7813-barcelona_turkish_airlines.html
Devamı - THY, FC Barcelona'nın resmi sponsoru