Fenerbahçe etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Fenerbahçe etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

17.05.2010

Iki Timsah Arasindaki iki gozyasini bulun

Fetullahçilari ve alenen irkçilari (bkz. Bursaspor-Diyarbakirspor karsilasmasi) simdilik bir yana birakip Bursaspor'un hakli sampiyonlugunu kutluyorum. Hosgeldin 5. sampiyon, ne de çok bekledik seni...



Devamı - Iki Timsah Arasindaki iki gozyasini bulun

12.05.2010

Fenerbahçe Büyüklüğü Şampiyonluk Büyüklüğüdür De

Mayıs ayında güneş gibi parlamaya devam ediyor Fenerbahçe Spor Kulübü. Voleyboldan sonra Kadın Basketbol takımı da sezonu şampiyon tamamladı. Futboldaki kaotik ortama rağmen sadece futbola değil spora gönül vermiş Fenerbahçe taraftarları mutlu mutlu izliyorlar yazın gelişini. Bu süreçte belki de tek üzücü ama aynı zamanda gurur verici olan kaçırılan Avrupa Kupası oldu.

Genelde hep hatırladığımız, özellikle kötü sonuçlar sonrası dile getirdiğimiz İslam Çupi'nin sözünü tekrar etmeye gerek yok, ama son yıllarda Fenerbahçe büyüklüğü bir çok dalda şampiyonluk ve kupa büyüklüğü olarak önümüzde dimdik duruyor...

Flying Dutchman'in organize ettiği Amsterdam buluşmasında Fırat blogunda düzenlediği Türk Futbolunun En Nefret Edilen Figürü oylamasında Aziz Yıldırım'ın neden en üstlerde olduğunu anlamadığını söylemişti. Rakip takım taraftarlarını anlayabiliyorum, kendi yönetimlerine olan kırgınlıklarından ve kızgınlıklarından doğan nefreti Aziz Yıldırım üzerinden çıkarıyorlar. Ben de demiştim ki Fırat'a ben Fenerbahçe'li olarak ne sevmek zorundayım kendisini ne nefret etmek. Hayat görüşlerimizle hiç bağdaşmayan bir tek adam olabilir, egosu dünyada ender görülen bir yükseklikte olabilir ama bu adam Fenerbahçe'yi bir spor kulübü yaptı. Tek bu neden bile benim Aziz Yıldırıma'a sempati ve daha önemlisi saygı duymam için fazlasıyla yeterli. Futbolda başarısız deniyor ona da katılmıyorum, ben çocukluktan gençliğe geçerken 'acıların takımı' ile büyüdüm her sene ilk ikiye giren Avrupa'da eh işte kendine göre birşeyler yapan Fenerbahçe Futbol Şubesi de başarılıdır gözümde.

Sonuç olarak güzel günler yaşıyoruz, tadını çıkara çıkara, gülümseye gülümseye... Tebrikler ve Teşekkürler Fenerbahçe...

Devamı - Fenerbahçe Büyüklüğü Şampiyonluk Büyüklüğüdür De

30.04.2010

Yarın Kadıköy'den Bir Rıza Efendi Geçecek


Yarın benim için tek takım var: Rıza Efendi'nin takımı... Kaderin cilvesi mi dersiniz, ilahi adalete mi bağlarsınız ama lebi-deryaSuadiye Apartmanları sakinlerinin basireti geldi 2 ekmek 1 süt almaya gönderdikleri Rıza Efendi'ye bağlandı.

Bu haftasonu 8 maç oynanacak, yine maç öncesi sonrası ortalık toz duman olacak. Birileri diğerlerine sataşacak, başkaları öbürlerine Bizans diyecek, şike söylentilerinin ardı arkası kesilmeyecek. Bütün o toz dumanın altında birisi sessizce hani hep o kapıcı dairelerini koydugumuz yeraltından, zengin apartmanları ile çevrelenmiş Kadıköy Stadı'na çıkacak. Karşısında o sevmeyen, büyük olasılıkla küçük gören binlerce taraftar olacak. Olsun diyecek, başkalarının sözlerine kulak assaydım ben bu işi 14'ünde bırakırdım diye kendi kendine düşünecek. Çocuklara son talimatları verdikten sonra, rakibinin patronunun elini sıkacak -eski hocasının- ve yerine oturacak. Maç sırasında kah üzülecek, kah hayıflanacak, kah sevinecek. Bazen kenarda takımını izlerken, hayallere dalacak, kendi gençliğini düşünecek. Taşla dolu fulya stadını, kömür karşılığı yapılan hazırlık maçlarını, ilk profesyonel takıma çıktığı gün hissettiklerini, sonra ilk sözleşmesini imzalarken Başkanı'nın gözlerinin içine bakamayışını hatırlayacak. Sonra bir pozisyon kaçacak, hayallerden uyanacak, oyuncusuna kızacak ama kıracak kadar değil, tam ayarında... Maçın temposu düştükçe, kimbilir belki yine düşüncelere dalacak bizim kapıcı çocuğu. Çocukluğu aklına gelecek,  Sivastan İstanbul'a taşan çocukluğu, hep çalışmak zorunda olması, babasına yardım etmediği zamanlarda hınzırca top oynaması. Topa değdikçe, hayata da dokunması ve sonra altyapıya girişiyle beraber taş sahalarda bitmeyen idmanlar, Serpil Hamdi Hocası'ndan ilk dersler, sonra sırasıyla Milic, Stankovic ve Milne... Once yavastan A takıma girmek, sonra takımın vazgeçilmezi olmak ve en sonunda da bütün o okumus havalı çocukların kaptanı olmak: yakışıklı Ali'nin, asi Metin'in ve çapkın Feyyaz'ın ve nice diğerlerinin... Sürekli büyümek ama büyürken de "Rıza Efendiliği" bırakmamak, sahada da saha dışında da ona  bu imkanları sunanlar için hafif bir mahçubiyetle elinden geleni ardına koymamak. Önce asker postalının, sonra serbest piyasaların ezip geçtiği değer dünyamızdan kalan değerlere sıkıca sarılmıştı Rıza Efendi: aslında çalışarak -çok da yetenekli olmasanız da- bir yerlere gelebilmenin, rüşvet ve üç kağıda gerek kalmadan adam gibi kalıp da başarılı olunabileceğinin yegane kanıtıydı  Dönemin 12 Eylül'e en geniş tabanlı meydan okuması olan Beşiktaş 82-92 takımının da simgesiydi Rıza Efendi. Televizyonlardan da "serbest piyasa" pompalandıkça, Beşiktaş kendi öz kaynaklarına döndü, "serbest ithalat" dendikçe yerli oyunculara daha fazla ağırlık verildi. "Benim memurum yolunu bilir" diyenlere inat "şerefli ikincilikler" ile yetinmeyi bildi koca bir camia yıllar boyunca. İşte Rıza da, tıpkı takım arkadaşları gibi böyle bir ortamda takımının kaptanı oldu. Başka bir dünyası yoktu, burada büyümüş, burada kaptan olmuş, burada kupayı kaldırmıştı. İşte kadıköy taraflarında, 2 ekmek 1 süt almaya gönderilen Rıza Efendi, bizim oralarda zaten hep kapıcı çocuğu idi, onu bu yüzden sevmiştik. İçimizden gelen, bizim gibi olan, sokakta top oynayan bir kuşağın son temsilcisiydi. İnsanların fakirlikten değil, çalışmamaktan utandığı, emeğe değer veren bir kuşağın son temsilcisi. Kadıköy'e o pankartı aşan ve büyük olasılıkla Özal döneminin bütün nimetlerinden fazlasıyla faydalanmış bir güruhun asla anlayamacağı, hatta dalga geçeceği bir kuşağın son üyesi... 

Yarın akşam Kadıköy'den Rıza Efendi geçecek. Kendisiyle dalga geçenlere efendiliği ile ders vererek hem de... 
Devamı - Yarın Kadıköy'den Bir Rıza Efendi Geçecek

29.04.2010

Chaos A.D.


Gençliğimizin efsanalerinden Brezilyalı grup Sepultura İstanbul'da geçtiğimiz günlerde bir konser verdi. Modern zaman efsanemiz Lugano da Sao Paulo günlerinden kankaları olan grubun yanında pogo yapıyordu... Büyüksün Tota...

Devamı - Chaos A.D.

25.04.2010

Heavy Metal in Kasimpasa

Koray'in ele dikkat...
Devamı - Heavy Metal in Kasimpasa

23.04.2010

Deplasman Biletleri, Manchester United ve Fenerbahçe

Deplasman biletleri her zaman için problemdir. Sayısı azdır, çoğu zaman kime gideceği bellidir, biletin olsa bile bazen içeri girmekte problem yaşayabilirsin. Deplasman aynı zamanda, taraftarlar arasında bir adı konulmamış rütbelendirmedir, en çok deplasmana gidenler, en zor ya da en uzak deplasmanları seçenler daima taraftar hiyerarşisi içinde en tepeye otururlar. Çoğu zaman kulüpler taraftarlarına yardımcı olur, onların ulaşımlarını sağlarlar. Hatta bazı taraftar gruplarına el altından deplasman biletleri dağıtılır ki, takımları gurbet ellerde desteksiz kalmasın... 

Deplasman biletleri ile ilgili iki haber bugün üst üste gündeme geldi. Birincisi bizim buralardan, Fenerbahçe'den; Kasımpaşa maçının fahiş fiyatla satışa çıkan deplasman biletlerini Fenerbahçe yönetimi blok olarak alıp, taraftarına daha ucuza satma kararı almış. Büyük takıma yakışan şık bir davranış ve kırk yılın başında kendisine denk gelen turisti kazıklamaya çalışan esnaf mantığından çıkamamış Kasımpaşa'ya "büyüklük" dersi adeta... Türkiye'de küçük takımların büyümemesinin özeti gibidir aslında bu hareket; bir tarafta sineğin yağını çıkarmaya çalışırken, öbür tarafta büyük takımlara sezon içi maç biletinde, sezon sonu da transferde fahiş fiyatlar vermek... Yıllardır oturtamadıkları ekonomik sürekliliği, bir maçla ya da bir transferle çözmeye çalışırlar ama iki yakaları da bir araya gelmez... Bakalım Türk futbolu bu İlhan Cavcavist hareketten ne zaman tamamıyla kurtulmuş olacak? 


İkinci haber ise Manchester United'dan; Glazerlar takıma yeni gelir kaynağı olarak deplasman biletlerini kullanmaya karar vermişler. Nasıl mı? Çok basit, yıllık 20 pound gibi bir para veriyorsun, üye olan 50bin kişi arasında yapılacak çekilişle deplasman bileti "satın almaya" hak kazanıyorsun. Dahice değil mi? Zaten satın aldığın  hizmet için önceden para vererek çekilişe girmek! Glazer yönetiminin hesabı basit: 50.000 x 20 = 1 milyon pound ek gelir! Dünyanın en zengin futbol kulübü, bir kalburüstü oyuncusunun yıllık maaşını bile karşılamayan bir ek gelir kalemi için karşısına taraftarını alıyor. Türkiye'nin ise en zengin futbol kulübü, kendi taraftarıyla onlara kazık atmaya çalışan rakip kulüp arasına girip, olayı taraftarı lehine, hem de para kaybetmek pahasına çözüyor. 

Hani bir dönemin meşhur reklam mottosu vardı ya "insanların güvenini kaybetmektense, para kaybetmeyi tercih ederim" diye, bu reklamı sanırım Glazer ailesine tekrar tekrar seyrettirmek lazım. 

Kaynak:
http://www.guardian.co.uk/football/2010/apr/22/manchester-united-glazer

Sonradan Yapılan Ek:
Yorumlarda yazdığı gibi, Fenerbahçe yönetiminin yaptığı tersine karaborsacılık sayılabilir, konuyla ilgili teknik bir bilgim yok, ne söylersem spekülasyondan öteye gitmez. Fakat yapılan işin yasallığı, o işin ahlaki boyutundan bağımsızdır. Fenerbahçe'nin yaptığı yanlış olsa bile, Kasımpaşa'nın yaptığı da şark kurnazlığıdır, bunu da bir kenara yazmak şart... Karaborsacılığın (tersine olsa bile) cezası vardır, fakat ne yazık ki şark kurnazlığının herhangi bir yaptırımı yoktur. O zaman şunu sormak lazım, Kasımpaşa normal bilet fiyatlarından satsaydı, Fenerbahçe'nin bu illegal olduğu iddia edilen hareketi yapmasına gerek olur muydu?
Devamı - Deplasman Biletleri, Manchester United ve Fenerbahçe

22.04.2010

Appiah'tan Yine(!) Mesaj Var


Stephen Appiah Fenerbahçe takımı ve taraftarının gördüğü en değerli futbulculardan biri. Aynı şekilde Fenerbahçe Appiah'ın gördüğü ve göreceği en değerli kulüp belki de. Burada kastetteğim Fenerbahçe'yi Juventus'tan büyük veya değerli görmek gibi bir komiklikten ziyade Appiah'a taraftarca verilen değer ve sevgi ve belkide bundan daha önemlisi burada kazandığı para. Zaten kendisi de bu son(!) mesajında İtalya'da kazandığı paradan şikayetçi.

Appiah o ciddi sakatlığının ilk günlerinden beri devamlı Fenerbahçe'ye ve taraftara mesaj göderiyor. Bu mesajların Milliyet internet sitesinde sağ alt sütünda yeri her daim hazır. Site yöneticileri herhalde atrık hazır tuttukları kalıpların içine yeni mesajı serpiştiriyorlardır. Appiah dönmek istiyormuş ve bir telefonda soluğu burada alırmış, İtalya'da kazandığı parayı duysak çok üzülürmüşüz.

"30 yaşındayım. Bir gün futbol kariyerime son vereceğim. Ama kariyerimi tamamlamadan önce bir gün mutlaka Kadıköy’de çıkıp o formayı giymek istiyorum. Futbolu bu forma altında bırakmak istiyorum. Bunun için sadece bir telefon yeter."

Yine gönlümüz ister çubuklunun en yakıştığı futbolculardan birinin üstünde olmasını ama hayat böyle acımasız ve çoğu zaman bir pmuk ipliğinin ucunda sallanan şansa öyle bağımlı ki...

Haberin tamamını buradan okuyabilirsiniz...
Devamı - Appiah'tan Yine(!) Mesaj Var

19.04.2010

Sen Nasıl Bir Adamsın?

Omuzundaki tendonları koptu dediler, ameliyat olması şart dediler, hiç antremana çıkmadı oynaması zor dediler. Gökhan Gönül sahaya çıktı sanki tatilden yeni çıkmış sapasağlan bir futbolcu gibi sağ kanattan bindirdikçe bindirdi, Fenerbahçe'nin pes etmeyen ruhu oldu dün gece. Teşekkürler Gökhan onca çirkinlik içinde bir ateş parçası gibi sahadaki yüreğimiz olduğun için...
Devamı - Sen Nasıl Bir Adamsın?

Fenerbahce Kale Sahasi Volkan Sebebiyle Kapali


Volkan Demirel tam 547 dakikadir gol yemiyor. Volkan'in bu seneki formunu daha once de ovmustum, benim ovgulerime performansini daha da arttirarak cevap verdi. Fenerbahce'nin Gaziantep, Kayseri, Galatasaray, ve Besiktas maclari da dahil son 6 macta gol yememesinin en onemli sebeplerinden biri Volkan Demirel... Bu iri yari ve bazen kendini kaybeden adam Fenerbahce'nin gelmis gecmis en onemli simalarindan biri olarak tarihe gececek gibi gozukuyor. Fenerbahce'nin Rustu'yu kaybettikten sonra ondan daha iyi bir kaleci bulacagini dusunmezdim ama su anda asil Volkansiz bir Fenerbahceyi dusunemiyorum.
Devamı - Fenerbahce Kale Sahasi Volkan Sebebiyle Kapali

Derbinin Ardından: Milyonların Gönül Göçü

Sahada futbol olmayınca, derbi hakkında konuşulanlar hakemle başladı, Bilica ile devam etti ve her zamanki gibi komplo teorileri ile sona erdi. Maçın yönetimi ile fikrimizi belirttik, Gökçe maçın tek güzelliği hakkında da güzel bir gönül yazısı yazdı. Bunlardan geriye de tatsız, tuzsuz, futbolun oynanmadığı bir maç kaldı. 

Ligdeki futbol kimseyi memnun etmiyor, kabul... Hatta bu memnuniyetsizlik öyle bir boyuta vardı ki, her hafta milyonlarca futbolsever, sırf güzel oyundan bir parça seyredebilmek için, bedenini burada bırakıp, gönlüyle İngiltere, İspanya, İtalya ve Almanya'nın yolunu tutuyor. Futbolumuzun yaşadığı bu "gönül göçü" aslında bir yandan satış rekorları kıran Süperligimizin ne kadar kağıttan aslan parçası olduğunu da göstermekte. Ligin para ederi şu an arena kavgaları, futbolu izlemek için sürgüne gidiyoruz, geri gelip birbirimizle doyasıya kavga ediyoruz. Bugün sebep Göçek, Bilica olsun, yarın da başkaları olacak... Artık taraftar olarak bizim başarıyı değil, iyi futbolu talep etmemizin zamanı geldi. Kalbi Camp Nou'da, bedeni Sami Yen'de tipi şizofren taraftarlık halinden çıkıp, bize fahiş fiyatlarla, kötü kalitede izletilen bu futboldan hakettiğimizi talep etmenin zamanı geldi. Madem futbolun beyleri, bize endüstriyel futbolu satmak istiyor, madem taraftar değil müşteri istiyorlar, o zaman bizler de "müşteri her zaman haklıdır" deyip, hakkımız olan iyi futbolu burada kendi memleketimizde, kendi stadlarımızda görmeyi talep edelim. 

Bitsin artık bu gönül göçü...
Devamı - Derbinin Ardından: Milyonların Gönül Göçü

18.04.2010

Alex Le Sonsuza


Fenerbahçe takım zekası ve isteğiyle kazandı maçı... Hala bu ligi hakeden Bursaspor'dur. Aklımız böyle diyor ama gönüle zincir vurulmuyor işte seviniyoruz.

Beşiktaş ise taraftarlarından başlayarak içlerindeki nefreti yine dökmeye başladılar, işin ilginci iki üç sene önceki kardeşlik yine kurulmuş. Başlar yine şimdi Beşiktaşlılık duruşu yok biz farklıyız, ayrı kasabanın sakinleriyiz, yok Şükrü Saraçoğlu şöyle adamdı diye...

Bir öğrenemedik bu işleri... En kaliteli dediğin adam nefret kusuyor ve ben kazandığım maçtan sonra soğuyorum. Tadı kaçtı bu işlerin artık...

Ha bir yandan da Messi falan hikayedir nazarımda, futbolun tek tanrısı Alex'dir...
Devamı - Alex Le Sonsuza

Türkiye İç Savaşın Eşiğinden Döndü

"....Sahada bugün Beşiktaş yerine Galatasaray oynasaydı, bu hakem yüzünden şu an sokaklarda çatışmalar yaşanıyor olurdu. Herhalde biz de postu, laptop'u aküye bağlayıp, çanak antenden modem devşirerek gönderirdik.... "
Blogiçi gtalk konuşmalarından bir alıntı

Hepimize geçmiş olsun, ucuz kurtulduk valla... Hüseyin Göçek'in yönettiği son Galatasaray maçında ne oldu diye soranlara sanırım Mustafa Sarp en iyi cevabı vermiş. 

O gün anlayamamıştım seni fakat şimdi gayet iyi anlıyorum Mustafacığım, kusura bakma... 
Devamı - Türkiye İç Savaşın Eşiğinden Döndü

13.04.2010

"Kupa Fenerbahce Kazanamadigi Icin Izleniyor" Yalani

Ilk once kimin aklina geldi bilmiyorum ama eminim kendini cok zeki zannediyordur. Herkesin agzina dustu cunku bu laf. Meger Turkiye Kupasi'nin tek seyredilme sebebi Fenerbahce'nin yuzyillardir bu kupayi kazanamiyor olmasiymis. Bu mantiga gore bu sene Fenerbahce kupayi kazanirsa (istatistiksel olarak zor tabi) , Turkiye Kupasi katlanip bir sandiga koyulacak.

Kupa maclari dunyanin her yerinde oynaniyor. Hatta Ingiltere gibi bazi garip ulkelerde 2 tane kupa oynaniyor. Kupa maclarinin guzelligi akumulatif ilerleyen ligin yavasligina zit olarak eleme sistemiyle islemesi. Mesela, Fenerbahce Bursaspor serisinin ikinci macinda yasadigim heyecani bana bu sene ligde hic bir mac yasatmadi.

Bunun disinda Manisaspor gibi ligin diplerinde takilmak zorunda kalan takimlarin kupada basarili olabilmesi, kupanin genel cekiciligini daha da arttiriyor. Sonucta "lig uzun bir maraton", genelde en fazla yatirimi yapan, en iyi oyunculari olan kazaniyor. Fakat kupada sans faktoru cok daha onemli. Bireysel hatalarin telafisi yok.  Bu yuzden hic sampiyon olamamis takimlarin kupa sampiyonu oldugunu gorebiliyoruz. 

Evet kupanin surekli degisen sistemi hepimizi rahatsiz ediyor. Bir sekilde yapboz haline getirildi. Bence en guzel sistem sadece eleme usulu eslesmelerin olmasi. Basit ve heyecanli.  Fakat televizyon gelirleri isin icine girdikce, kupa maclari da uzadi da uzuyor. Ama Fenerbahce bu sene kupayi alinca, seyretmeyi birakacak miyiz? Pek sanmiyorum. En azindan takimimiz eleninceye kadar...
Devamı - "Kupa Fenerbahce Kazanamadigi Icin Izleniyor" Yalani

31.03.2010

Bülent Korkmaz'ın Beğenmediği Derbi

Bülent Korkmaz NTV'ye konuşmuş:

"Taraftar baskısı bile yoktu tribünlerden. Futbol kuralları içinde olan bir sertlik bile yoktu. Kınıyoruz ama sadece Alex'e atılan bir su şişesi vardı."

Değil mi be Bülent Kaptan eskiden ne güzeldi, biz size yumurta, mumurta elimize ne geçerse atardık, siz İstanbul'a bir yaz yetecek kadar suyu bize atardınız. Biz kafa atardık, vururduk, siz ısırır, saç çekerdiniz...

Eminim ki Bülent taraftarın etkisizliğini ve Galatasaray'ın beklenin çok altında olan hatta olmayan agresifliğini eleştirmek için söyledi bu lafı ama işte basının karşısında bu kadar çok yer alan bir zümre için dili kullanmayı bilmek böylesine önemli. Hadi Rijkaard'ın tercümanı anlatamıyor, senin de ana dilin be Kaptan...
Devamı - Bülent Korkmaz'ın Beğenmediği Derbi

28.03.2010

Beşinci lig şampiyonu hayalleri



Hadi bakalım, diyelim Bursaspor sezon sonunda ligi tepede bitirdi ve şampiyon oldu. Zaten Ertuğrul Sağlam Beşiktaş'ta rahat çalışma ortamı bulamadığı için başarısız olmuştu, şimdi de Türkiye'nin en iyi teknik direktörü olduğunu kanıtladı. Birden herkes Sercan Yıldırım 9 formaları aldı, caddelerde gezerken sağda solda önün yeşil-beyaz formalarını gururla taşıyan insanlar görüyoruz. Bursaspor, İstanbul Ankara ve İzmir'de şampiyonluk turları düzenledi, kutlamalara binlerce kişi katıldı. Şimdi de bir bırakalım hayal kurmayı: alım gücünün düşük, kapitalizm
mekanizmalarının pek fazla gelişmemiş olduğu bir ülkede, hem de tek memeden üç buçuk koca enik sürekli emerken Bursaspor gibi (çoğunlukla) yerel bir güç olan bir takıma kalır mi şampiyonluk? Öncelikle bir ayrım yapmalıyız ve Şampiyon Olabilecek Takımlar ile Yukarıyı Zorlayabilen Takımlar arasında bir çizgi çekmeliyiz.

Bursanın puan farkıyla lider olması yine bu sene de sürpriz bir takım biraz heyecan yaratsın, biraz dikkat çeksin gündem oluştursun numarasidir. Sonunda da Bursa çakılmaya başlar, ve ligi 2.-4.luk arasında bitirir. Bu kadar eşitliksiz bir ülkeden nasıl adaletli bir lig çıkar ki? Bursalılar darılmasın, Bursasporla alakadar değil bu tespit. 2 senedir gördüğümüz gibi ligimizdeki kadro-yönetim-taraftar uçlusu bakımından yeterince güçlü herhangi bir takımın (fakat örneğin Diyarbakır harıç) Yukarıyı Zorlayabilen Takımlar arasına girmesinin zamanı gelebilir.
Fakat bu tip takımların ilerideki 3-5 sene içerisinde bu etkilerini sürekli hale getirmeleri, bir yandan da modern kapitalist yöntemlerle büyüyen futbol şirketlerinden nasıl daha fazla yağ çıkarabileceklerini öğrenmeleri şart. Oyuncularının medyatik ve popüler olmalarıyla, forma satışlarından, havuzdan vs. aldıkları yüksek gelirleriyle, Avrupa Ligi'ne katılıp kadrolarına birkaç Avrupa tecrübeli oyuncu daha katarak oradan elde ettikleri paralarla, diğer hizmetleri (mesela banka kartları sponsorluğu, ülkemizde cips, su markalarına vs. sponsorluk gibi ilginç varyasyonlar da mevcut) iyi derecede şirketleşmiş, önemli büyük alışveriş merkezlerinde dükkanları olan, 3.5 büyüklerle birçok farklı alanlarda çekişebilecek bir marka olmaları gerekiyor bir yandan. Türkiyede anca o zaman lig şampiyonluğunu gerçekten zorlayabilirler.

Fakat söylenmesi gereken bir nokta daha var: örneğin bu hafta "Bizans" taraftarları ilk defa bir Belediye-Bursa maçını heyecanla takibettiler. Başarı, bu tip takımları önemli duruma getiriyor ve maçları izleniyor, göz aşinaliği sağlanıyor bu ekiple ve renkleriyle. Bursa bu iyi gidişatını
birkaç sezon koruyabilirse ancak (Sıvasın bütün oyuncularını bırakıp küme düşmemeye çalışma hezimeti gibi değil) büyükler gibi paraya ve güce sahip olabilme imkanı olabilir, bunlar tabi Bursaspor yönetiminin uzun sürede alacağı kararlara, ve öngörülerine direk olarak bağlı.

Yine de sonuç olarak Bursa veya başka bir 5. şampiyon olma potansiyeline sahip takım, sportif başarıdan bağımsız olarak, anca günün kapitalist düzeni içerisinde, forma satışlarıyla, reklamlar, sponsorluk anlaşmalarıyla en azından Trabzonspor kadar önemli bir güç olursa Şampiyon Olabilecek Takımlar arasına girebilir. Bursa ise önümüzdeki YILLARDA bu oyunu nasıl oynaması gerektiğini öğrenirse o zaman 5. şampiyonumuz 5. büyük ilden çıkar. Bize de sırf "oh be, yeni bir takım şampiyon oldu" diye şampiyonluk kutlamalarına katılmak düşer.

Devamı - Beşinci lig şampiyonu hayalleri

1.02.2010

Hos Geldin Ugur - Nerelerdeydin?

 

Ugur Boral'i televizyonda roportaj yaparken gorunce, ne is yapiyorsam birakip dinlemeye basliyorum. Hitabet yetenegi dogustan gelmiyorsa da kendini bu konuda oldukca gelistirdigi kesin. Normalde ortalama bir futbolcunun  roportaj yaparken soylebilecegi bir kac kelime vardir ve kapasite olarak bunlarin otesine gecemez. Ugur futbolcunun konusma kapasitesi yuksek olanlarindan. Buyuk ihtimalle zeka seviyesinin de bir gostergesidir bu, fakat dikkatli olmak lazim. Ne dahi hocalar gordum, iki kelimeyi bir araya getirmekten aciz. Yine de Ugur'un ekrana bir renk kattigi kesin ve bos seyler de soylemiyor.  Bugun mesela mac sonrasinda oda arkadasi Emre Belozoglu'yla hayati tartistiklarindan bahsetti. Emre [cogu insanin dusundugunun aksine] banal, basit bir insan degildir dedi (bu bolumde nedense aklima sevilen seri katil Dexter geldi). Iyi drimpling yaptigimi dusunuyorum dedi. Antremanlarda sag ayagimla sut calisiyorum dedi. Turk futbolculari duygusal oluyor dedi. Oynamadigim zaman uzulmedim desem yalan olur dedi. Guvenildiginizi bilmek guzeldir dedi. Guzel seyler soyledi. Uzun zamandir , belki de hic bir zaman, Fenerbahce formasiyla boyle duzgun ve icten konusan birini gormedim. Ugur'la karsilikli oturup birer soguk bira icsek eminim guzel vakit geciririz diye dusundum.

Ugur'a cok kizarim (tabi o bunu bilmez, tanismiyoruz).  Sikisik savunmalarin uzerine uzerine gidip top kayiplari yaptiginda  cevremden de cok tepki cekmistir.  Ama bos alan buldugunda Turkiye'de ondan iyi sol acik bulmak da zordur. Zaten bu macta gollerini skor 2-1 olduktan sonra atmasi bunun bir gostergesi...Takimda sol acik oynayacak yetenekteki tek oyuncu Ugur... Vederson'la da cok guzel anlasiyorlar. Ugur'un bu sene bu takimda yapacak cok isi olabilir ama tabi bu kendisine bagli. Umarim bugunku Ugur'u ilerleyen haftalarda da seyretmeye devam ederiz.  Roportaja devam.. Yoksa Daum sapkasindan yeni bir sol acik cikaracak!
Devamı - Hos Geldin Ugur - Nerelerdeydin?

22.01.2010

Bir Anti-Ara Transfer Vakası Olarak Fenerbahçe




Ara transferde oyuncu transfer etmek zorunlu değil, hatta hiç bir transfer döneminde bunu yapmak zorunda değil klüplerimiz fakat gerek taraftarın gerekse medyanın baskısı çoğu zaman elde patlayan transfer harekatlarının yapılmasının arkasındaki temel motivasyon. Bu ara transfer döneminde en aktif olan klüpler, Denizlispor, Sivasspor ve Galatasaray idi. Jo önemli bir transfer ve SK'nın dün gece yazdıklarına da katılıyorum; ayrıca Sivas'ın Nabil Taider transferi de önemli, eğer kente uyum sağlarsa takıma ciddi katkısı olur.

Fenerbahçe ise transfer yapar gibi görünse de, aslında bu ara dönemde kadrosunu ciddi manada hafifletti. Carlos zaten gidecekti, buna kimse şaşırmadı. Fakat Önder ve Kazım'ın gitmeleri -sebeplerinin ötesinde- takımın kadro derinliğini ciddi anlamda tehlikeye soktu. Gidenler arasına büyük umutlarla transfer edilen Abdülkadir Kayalı da eklenince, takımın güçlenmekten çok zayıfladığını görüyoruz.

Kazım ve Önder birkaç pozisyonda oynayabilen, her zaman ilk 11'in bankosu olmasalar da varlıkları ile rekabeti ateşleyen oyunculardı. İkisinin de TC pasaportu olması ayrıca önemli zira yerli statüsündeki oyunculara ödenen bedeller düşünüldüğünde ikisinin toplam değeri herhalde 10 milyon avronun biraz üzerindedir. Fenerbahçe de özellikle stoper bölümünde ciddi bir yetersizlik var, Bekir bunlara ne kadar ilaç olur bilemeyiz, zaten Önder'den daha iyi olsaydı herhalde kendisini ilk yarı daha çok görürdük.

Gökhan Ünal transferi için şu an kim ne derse desin açıkçası "sallıyor" derim. Kendisinin iki farklı dönemi oldu, Kayseri de Mehmet Topuz ile harikalar yarattı, ligin en çok istenen oyuncusu oldu. Trabzon'da gol attı ama hiçbir zaman istenilen adam olmadı. Şu an zaten minimum beklenti ile alındı, yani atacağı her gol kar sayılacak. Böyle durumlar çoğu insan için motivasyon olur fakat bizim yerli malı futbolcuların kafası normal insan gibi çalışmıyor, garip şeylere motive olup, aynı şekilde hiç beklenmeyen durumlarda moral şalterini kapatıveriyorlar.

Dentinho transferi konuşuluyor bu arada... Dentinho, "wonderkid" halinden artık çıkmaya başladı, kariyeri ve milli takım için Avrupa'ya gitmesi şart. U21'de oynamak Brezilya ligi oyuncuları için çok kolayken, iş A milliye geldi mi Avrupalı oyuncular asıl maçların biletlerinin sahipleri. Kendisi bütün Brezilyalı oyuncular gibi pozisyonsuz ya da birkaç pozisyonun adamı, bizim ligde iyi işler yapar ama Avrupa için hala fazla zayıf bir fiziği var bu arkadaşın. Fakat uzun vadede Fenerbahçe'nin başka bir problemi var: Alex'in yerine kim gelecek? Fenerbahçe takımı, Alex'in sırtlayıp götürdüğü maçlara çok alıştı hatta ortasaha kurgusu tamamen buna göre oluşturuldu. Alex sonrası dönem için Dentinho gibi oyuncuların aranması, Alex'in bir oyuncudan çok daha fazlası olduğunu, Fenerbahçe için başarının kolay reçetesi olduğunu gösteriyor. Fakat Alex gibi oyuncuların yeni bir dönemi başlıyor, Fenerbahçe teknik heyeti bunun ne kadar farkında bilemeyiz ama, artık 10 numara oyuncular forvetlerin yerine geçecek golcü oyunculara dönüşüyor. Hatta bunu söyleyenlerin başında Fenerbahçe'nin eski hocası Parreira geliyor. Bu trendi yakalarsa Fenerbahçe, ilerisi için çok ilginç başarılara imzasını atabilir. Bu açıdan bakarsak, Dentinho ya da benzeri bir "trequartista", takım için çok yerinde bir gizli golcü olur. Gerçi, Guiza'nın bu haline bakınca takıma gizlisinden çok golcünün gerçeği gerek ya...

Devamı - Bir Anti-Ara Transfer Vakası Olarak Fenerbahçe

12.01.2010

Fenerli Orhan Pamuk'tan Futbol Hikayeleri-1


Orhan Pamuk Türkiye'nin Avrupa Birliğine girebileceğinin sebeplerinden biri olarak Fenerbahçe'nin yıllardır Avrupa Şampiyonalarında başarıyla mücadele etmesini göstermiş. Eminim 90larda ve 2000lerin başında Avrupa'yı tekelinde bulunduran Galatasaraylıların hoşuna gitmeyecektir. Hatta Nobelli yazarın Türkiye'deki 'popülarite'sini de göz önünde bulundurursak, 'hayran mektupları'nın bir kaç katına çıkması kaçınılmaz. Avrupa'da kim daha başarılı oluyor sidik yarışına hiç girmeden, Pamuk'un Fenerbahçe ve futbol üzerine 2008'de Spiegelle yaptığı bir söyleşiden ufak bir bolumu görmeyenler için aşşağıya ekliyorum. İngilizce'den çeviri benimdir.

SPIEGEL: Taraftar mısınız?

Pamuk: Çocukluğumda öyleydim. Evimizde o zamanlar yaşananlar, günümüzde fanatizm olarak değerlendirilebilir. Bir amcam Galatasaraylıydı öbürü Beşiktaşlı, babam ve ailenin bizim tarafı ise Fenerbahçe'yi tutuyordu.

SPIEGEL:Babanız sizi maça götürüyor muydu?

Pamuk: Even aslında bayaa sık. Ama hatırladığım önemli anlar goller değıldi. Aklımda en çok yer eden görüntü başlangıç vuruşundan önce Fenerbahçeli oyuncuların fırtına gibi sahaya koşarak girmeleriydi. Sarı formalarından ötürü onlara Kanaryalar denirdi. Onlar sanki kanaryalar gibi bir delikten çıkıp sahaya uçuşuyorlardı. Bunu çok seviyordum. Şiir gibiydi.

SPIEGEL:Neden Fenerbahçe?

Pamuk:Bu bir din gibi. 'Neden'i yok. Şu an hala Fenerbahçenin 1959 kadrosunu baştan sona şiir gibi sayarım. Tabi, kendimi babamla özdeşleştirmemle ilgili olabilir. Biz hep protokolün yanındaki bölgede otururduk, ordakiler aynı Bertolt Brecht oyunundan çıkmış gibiydi. Maç boyunca puro içerler (o zamanlar için büyük bir zenginlik göstergesi) ve Boğaz tarafından gelen esinti yüzünden puronun dumanı hep gözümü yaşartırdı. Maç boyunca oyunculara hakaret ederlerdi, sanki kendi 'geri kafalı' işçilerine hakaret ettikleri gibi. Bunu korkunç buluyordum.

SPIEGEL:Neden? Sonuçta futbol stadyumunda hep böyle olmaz mı?

Pamuk: Onlar hayalkırıklıkları yüzünden hakaret etmiyorlardı. Benim gibi kahramanlarına tapan biri değillerdi çünkü. Maç boyunca bazen işten bahsederlerdi, ve benim kahramanlarımı gücendirdiklerini düşünürdüm.

SPIEGEL: Futbol kahramanlarına nasıl tapardın?

Pamuk:Sakızdan çıkan kartları biriktirirdim, hatta şu anda onları eBay'de satmaya çalışıyorum. Her pazartesi gazetede Fenerbahçe hakkında çıkan yazıları kesip saklardım. Aslında bütün çocukluğum gol anında topun çizgiyi geçip ağlarla kucaklaştığı ve zavallı kalecinin çizgi üzerinde kalakaldığı fotoğraflara bakmakla geçti.
Devamı - Fenerli Orhan Pamuk'tan Futbol Hikayeleri-1

9.01.2010

Fenerbahçe Stadı'nın Üzerindeki Soru İşareti


“Biz Türk’üz, Türkçü’yüz ve daima Türkçü kalacağız. Bizim için Türkçülük bir KAN MESELESİ olduğu kadar ve laakal ve o kadar da bir vicdan ve kültür meselesidir.”
S. Saraçoğlu'nun Meclis'teki konuşmalarından


Bürokrasinin geleneğinde mekana ismini dikte etme nicedir var olan bir durum. Bunu sadece bizim ülkemizle sınırlayamayız, keza bürokrasiyi de sadece devlet mekanizmaları ile de tanımlayamayız. Zira, zaten 3 kişiden fazlasının bulunduğu bir sosyal ortam kendiliğinden bürokrasisini yaratmakta. İşte, mekanlara isim verme geleneği de bürokrasinin fiziksel çevreyi yaratmak istediği mitle (devlet, ulus, yüce değerler, şehitlik, güzellik vs.) yeniden tanımlamasının en "baba" aracı herhalde. Etrafımıza bakarsak, sokaklardan meydanlara, vapurlardan uçaklara, kültür merkezlerinden hava alanlarına kadar hemen her kamusal alan ve aygıtın coğrafi adı dışında bir de "ideolojik adı" var. Bu trend, diğer kamusal alanlar gibi spor tesislerini de etkiliyor. Stadyum isimlerinin bu süreçte başı çektiği aşikar. Ülkedeki bütün üst düzey stadyumların adı ya bir politik şahsiyetle, ya da bulunduğu şehrin kurtuluş tarihi ile ilişkilendirilmiş durumda. Özellikle yaşadığım kent olan İstanbul'da bu durum kendini çok net göstermekte. İstanbul'un Süperlig'de oynayan takımları ve evsahipliğini yapan stadları şöyle sıralayabiliriz:

Kasımpaşa - Recep Tayyip Erdoğan Stadı
İ.B.B. Spor - Atatürk Olimpiyat Stadı
Fenerbahçe - Şükrü Saraçoğlu Stadı
Galatasaray - Ali Sami Yen Stadı
Beşiktaş - İnönü Stadı / Mithatpaşa ya da Dolmabahçe Stadı isimlerini de zamanında almıştır.

R.T.E ve Olimpiyat stadyumlarının isimlerinin hikayesi çok bariz ve ülkemize ait bazı özel durumları net olarak ortaya koyuyor. Galatasaray'ın seçtiği isim ise, Akdeniz futbol geleneğinin bir parçası olan "sembol kişi/kurucu kişi" isminin yüceltilmesi hareketi olarak özetlenebilecek bir davranış. Beşiktaş'ın stadı, zaten diğer takımlarınkinden eski ve tarihi Beşiktaş'ın tarihinden bağımsız gelişmiş bir yapı. O yüzden İnönü isminin orada durmasının da ideolojik sebepleri gayet net açıklanabilir.

Yalnız, iş Fenerbahçe'ye gelince kafalar biraz karışıyor. Zira, ismi verilerek onore edilen kişi hem Fenerbahçe'de hem de devlette başkanlık yapmış bir kişi. Siyasi kimliğini var -tıpkı İnönü gibi-, fakat aynı zamanda Fenerbahçe özelinde daha da güçlü bir spor yöneticiliği kimliği de var: tıpkı Ali Sami Yen gibi. Fenerbahçe klübü, isim seçimini şahsın klübün tarihindeki yerine bağlasa da, Saraçoğlu ismi Türkiye'nin tarihindeki en bunalımlı dönemlerden biri olan 1940-45 arasında alınan ve sonuçları hala toplumumuzu etkileyen bazı tartışmalı kararların imzasında geçmektedir. Toplumu bırakın, tarihin bile üzerinde net bir karara hala varamadığı, belirli kesimler tarafından yüceltilirken, diğerleri tarafından da -son derece makul sebeplerden dolayı- nefret edilen bir şahsın isminin, belki iki tarafın da ortak değeri olan "Fenerbahçeliliğe" adanmış bir mekana verilmesini, vicdanen kabul edememekteyim.



Saraçoğlu ismine niye karşı çıkıyorsun diye sorarsanız aşağıdaki birkaç sebebi hemen sıralayabilirim:

* Varlık vergisi'nin çıkarılması. Saraçoğlu kararı onaylamakla kalmamış, zaten politik konumundan bağımsız olarak "türk burjuvazisinin desteklenmesi" savını pek çok yerde dile getirmiştir.

* Azınlıklara olan tahammülsüzlüğünün benzerini sol üzerinde de uygulamıştır. Yapılan baskı ve yıldırma politikalarına cevaben, dönemin baskı gören gençleri tarafından (aralarında Mihri Belli'nin de olduğu rivayet ediliyor) "Saraçoğlu Faşisttir" mahyası Süleymaniye Camii'ne asılmak istenmiştir. Sonucun pek de olumlu olmadığını söylememe sanırım gerek yok.

* Almanya'ya savaş boyunca krom satılmasına da destek verenlerden biri yine dönemin Başbakanı Saraçoğlu'dur. Kendisinin zaten daha önceden "Hariciye Vekili ve İzmir Mebusu" sıfatlarıyla Alman-Türk dostluk antlaşmasına imza atmışlığı da vardır. Sonuçta, Nazi hükümeti, Türkiye'den aldığı kromları çelik ve silah sanayisinde ziyadesiyle kullanmış ve 3. Reich'ın ölüm makinalarının çalışmasında bizim de dolaylı yoldan desteğimiz olmuştur.

Bütün bunlar ve daha fazlası, "Türkiye'nin savaşa girmemesi" ambalajıyla devletin kendisine muhalif gördüğü her odağı ve bireyi korku politikası ile yıldırması geleneğinin bu topraklarda derinlere kök salarcasına yeşermesine yadsınamaz katkıları olmuştur. Bu korku politikalarının devamını günümüz Türkiye'sinde hala görmekteyiz. Fakat, Saraçoğlu'nun yaptıklarının burada afişe edilmesinin sebebi, şahsının yargısız infazı değildir. Tarih ve toplumsal vicdan zaten kendisinin ve çalışma arkadaşlarının yaptıklarını bizden daha doğru bir yere yerleştirecektir. Buradaki asıl problem ve karşı duruş gösterilmesi gereken nokta, zamanında kendi yönettiği toplumu "Türkler ve diğerleri" olarak ikiye ayırmış ve diğerleri denilen kısmın sosyal ve ekonomik haklarını "Türklerin faydasına" gaspetmekte çekince görmeyen bir siyasi duruşun belki de en kült figürlerinden birisinin adını, Fenerbahçe gibi her türlü toplumsal sınıf, etnik ya da dinsel farkın üzerinde, tamamen taraftarlık gibi gönül aidiyetine dayanan bir topluluğun mabedine yakıştırmaktadır.



Fenerbahçe tarihi, değil Saraçoğlu, sadece bir kaç isimle ipotek altına alınamayacak kadar zenginlik ve çeşitlilik içeren bir tarihe sahiptir. Sormadan duramıyorum; illa ki, politik geçmişi olan bir şahsın mı seçilmesi gerekliydi? Mesela, Milli Takımımız'ın ilk golünü atan efsanevi forvet Zeki Rıza Sporel'in adı verilemez miydi? Ya da 6-7 Eylül Olayları'nı çıkaranların bile adadaki evine gelince saldırmaktan vazgeçtiği Lefter'in ismi, futbolumuza emek vermiş fakat artık ismi unutulmuş yüzlerce Ermeni, Yahudi, Levanten ve Rum kökenli vatandaşımızın ruhlarına ithafen verilemez miydi? Hani Fenerbahçe, aynı stadın duvarlarında yazdığı gibi "kupalarla anlatılamaz bir büyüklüğe sahipti"? Büyüklüğü göstermenin yolu, devletin bürokrasinin devam mı ettirmek ve bir kamusal alana toplumun her kesimi tarafından kabul görmemiş birinin ismini zorla vermekten mi geçmektedir?

Burada aslında karar toplumun, toplum özelinde de Fenerbahçeliler'in. Bir taraftan, her türlü dini, vicdani ve düşünce bazındaki baskıya karşı çıkıp, haftasonları da görev yaptığı dönemde bu tarz baskılarla özdeşleşmiş birinin adının verildiği bir statta maç izlemek, vicdanınızda bulantı yaratmıyorsa, o zaman sizleri de takiye denilen dipsiz kuyuda kaybetmişiz demektir.

Devamı - Fenerbahçe Stadı'nın Üzerindeki Soru İşareti

1.01.2010

Fenerbahçe'nin Yönetim Hataları - Semih Krizi


Semih'in bugün kendi internet sitesinden yaptığı açıklamaya göre, sözleşmesi kendisinden habersiz bir sene daha uzatılmış. Müzmin yedek, nöbetçi golcü, genç Semih gibi bir sürü lakabı olan Semih de bunun üzerine hakkını aramak için Federasyon'a başvurmuş. Eğer bu haber doğruysa, ki şimdilik kimse yalanlamadı, yönetim kontrat yenileme konusundaki önceki hatalarından hiç ders almamış demektir.

Fenerbahçe klübü her fırsatta kurumsallaşmanın öneminden bahsediyor, fakat takımın ikinci kaptanının sözleşmesini yenilemeyi bile böyle yüzüne gözüne bulaştırabiliyor. Ülkemizde şeklen ciddi görünen bir çok kurumun böyle amatörce hatalar yaptıklarını siyaseti ve ekonomiyi takip edenler biliyordur. Kurumsallaşmak malesef yüz kere 'kurumsalız' diyince kendi kendine olmuyor. Yaptıklarınız dediklerinizi yalanlarsa uluslararası alanda da ciddiye alınmanız zorlaşır. Bu bakımdan malesef Fenerbahçe Türkiye'nin bir aynası!

Konuya dönersek, dikkat ederseniz dünya futbolunda yıldız futbolcular neredeyse hiç bir zaman bedelsiz transfer olmuyorlar. Klüpler bu futbolcular hakkında uzun dönem planlama yapıp, haklarını vererek 5-6 senelik sözleşmeler imzalıyorlar. Eğer bu yıldız futbolcuya biri talip olursa da çatır çatır bonservisini ödemek zorunda kalıyor.

Fenerbahçe son dönemde iki 'yıldız' oyuncusunu (Tuncay ve Aurelio) bedelsiz olarak kaybetti. Ozellikle Aurelio olayı Fenerbahçe'ye çok zarar verdi. Çünkü sözleşmelerin tek taraflı uzatılması her ne kadar Türkiye'de kabul görse de uluslararası alanda sorun yaratıyor. Nitekim sonunda Tahkim kurulu da Fenerbahçe'nin aleyhinde karar verdi. Semih'in sözleşmesinin habersiz uzatılması, Aurelio hikayesinden sıfır ders alındığını gösteriyor. Bunun dışında oyuncuya yapılan saygısızlık da cabası. Fenerbahçe'de sözleşme yenilemeden kim sorumluysa birilerine hesap vermesinin zamanı geldi.

Devamı - Fenerbahçe'nin Yönetim Hataları - Semih Krizi