S. Saraçoğlu'nun Meclis'teki konuşmalarından
Bürokrasinin geleneğinde mekana ismini dikte etme nicedir var olan bir durum. Bunu sadece bizim ülkemizle sınırlayamayız, keza bürokrasiyi de sadece devlet mekanizmaları ile de tanımlayamayız. Zira, zaten 3 kişiden fazlasının bulunduğu bir sosyal ortam kendiliğinden bürokrasisini yaratmakta. İşte, mekanlara isim verme geleneği de bürokrasinin fiziksel çevreyi yaratmak istediği mitle (devlet, ulus, yüce değerler, şehitlik, güzellik vs.) yeniden tanımlamasının en "baba" aracı herhalde. Etrafımıza bakarsak, sokaklardan meydanlara, vapurlardan uçaklara, kültür merkezlerinden hava alanlarına kadar hemen her kamusal alan ve aygıtın coğrafi adı dışında bir de "ideolojik adı" var. Bu trend, diğer kamusal alanlar gibi spor tesislerini de etkiliyor. Stadyum isimlerinin bu süreçte başı çektiği aşikar. Ülkedeki bütün üst düzey stadyumların adı ya bir politik şahsiyetle, ya da bulunduğu şehrin kurtuluş tarihi ile ilişkilendirilmiş durumda. Özellikle yaşadığım kent olan İstanbul'da bu durum kendini çok net göstermekte. İstanbul'un Süperlig'de oynayan takımları ve evsahipliğini yapan stadları şöyle sıralayabiliriz:
İ.B.B. Spor - Atatürk Olimpiyat Stadı
Beşiktaş - İnönü Stadı / Mithatpaşa ya da Dolmabahçe Stadı isimlerini de zamanında almıştır.
R.T.E ve Olimpiyat stadyumlarının isimlerinin hikayesi çok bariz ve ülkemize ait bazı özel durumları net olarak ortaya koyuyor. Galatasaray'ın seçtiği isim ise, Akdeniz futbol geleneğinin bir parçası olan "sembol kişi/kurucu kişi" isminin yüceltilmesi hareketi olarak özetlenebilecek bir davranış. Beşiktaş'ın stadı, zaten diğer takımlarınkinden eski ve tarihi Beşiktaş'ın tarihinden bağımsız gelişmiş bir yapı. O yüzden İnönü isminin orada durmasının da ideolojik sebepleri gayet net açıklanabilir.
Yalnız, iş Fenerbahçe'ye gelince kafalar biraz karışıyor. Zira, ismi verilerek onore edilen kişi hem Fenerbahçe'de hem de devlette başkanlık yapmış bir kişi. Siyasi kimliğini var -tıpkı İnönü gibi-, fakat aynı zamanda Fenerbahçe özelinde daha da güçlü bir spor yöneticiliği kimliği de var: tıpkı Ali Sami Yen gibi. Fenerbahçe klübü, isim seçimini şahsın klübün tarihindeki yerine bağlasa da, Saraçoğlu ismi Türkiye'nin tarihindeki en bunalımlı dönemlerden biri olan 1940-45 arasında alınan ve sonuçları hala toplumumuzu etkileyen bazı tartışmalı kararların imzasında geçmektedir. Toplumu bırakın, tarihin bile üzerinde net bir karara hala varamadığı, belirli kesimler tarafından yüceltilirken, diğerleri tarafından da -son derece makul sebeplerden dolayı- nefret edilen bir şahsın isminin, belki iki tarafın da ortak değeri olan "Fenerbahçeliliğe" adanmış bir mekana verilmesini, vicdanen kabul edememekteyim.

Saraçoğlu ismine niye karşı çıkıyorsun diye sorarsanız aşağıdaki birkaç sebebi hemen sıralayabilirim:
* Varlık vergisi'nin çıkarılması. Saraçoğlu kararı onaylamakla kalmamış, zaten politik konumundan bağımsız olarak "türk burjuvazisinin desteklenmesi" savını pek çok yerde dile getirmiştir.
* Azınlıklara olan tahammülsüzlüğünün benzerini sol üzerinde de uygulamıştır. Yapılan baskı ve yıldırma politikalarına cevaben, dönemin baskı gören gençleri tarafından (aralarında Mihri Belli'nin de olduğu rivayet ediliyor) "Saraçoğlu Faşisttir" mahyası Süleymaniye Camii'ne asılmak istenmiştir. Sonucun pek de olumlu olmadığını söylememe sanırım gerek yok.
* Almanya'ya savaş boyunca krom satılmasına da destek verenlerden biri yine dönemin Başbakanı Saraçoğlu'dur. Kendisinin zaten daha önceden "Hariciye Vekili ve İzmir Mebusu" sıfatlarıyla Alman-Türk dostluk antlaşmasına imza atmışlığı da vardır. Sonuçta, Nazi hükümeti, Türkiye'den aldığı kromları çelik ve silah sanayisinde ziyadesiyle kullanmış ve 3. Reich'ın ölüm makinalarının çalışmasında bizim de dolaylı yoldan desteğimiz olmuştur.
Bütün bunlar ve daha fazlası, "Türkiye'nin savaşa girmemesi" ambalajıyla devletin kendisine muhalif gördüğü her odağı ve bireyi korku politikası ile yıldırması geleneğinin bu topraklarda derinlere kök salarcasına yeşermesine yadsınamaz katkıları olmuştur. Bu korku politikalarının devamını günümüz Türkiye'sinde hala görmekteyiz. Fakat, Saraçoğlu'nun yaptıklarının burada afişe edilmesinin sebebi, şahsının yargısız infazı değildir. Tarih ve toplumsal vicdan zaten kendisinin ve çalışma arkadaşlarının yaptıklarını bizden daha doğru bir yere yerleştirecektir. Buradaki asıl problem ve karşı duruş gösterilmesi gereken nokta, zamanında kendi yönettiği toplumu "Türkler ve diğerleri" olarak ikiye ayırmış ve diğerleri denilen kısmın sosyal ve ekonomik haklarını "Türklerin faydasına" gaspetmekte çekince görmeyen bir siyasi duruşun belki de en kült figürlerinden birisinin adını, Fenerbahçe gibi her türlü toplumsal sınıf, etnik ya da dinsel farkın üzerinde, tamamen taraftarlık gibi gönül aidiyetine dayanan bir topluluğun mabedine yakıştırmaktadır.

Fenerbahçe tarihi, değil Saraçoğlu, sadece bir kaç isimle ipotek altına alınamayacak kadar zenginlik ve çeşitlilik içeren bir tarihe sahiptir. Sormadan duramıyorum; illa ki, politik geçmişi olan bir şahsın mı seçilmesi gerekliydi? Mesela, Milli Takımımız'ın ilk golünü atan efsanevi forvet Zeki Rıza Sporel'in adı verilemez miydi? Ya da 6-7 Eylül Olayları'nı çıkaranların bile adadaki evine gelince saldırmaktan vazgeçtiği Lefter'in ismi, futbolumuza emek vermiş fakat artık ismi unutulmuş yüzlerce Ermeni, Yahudi, Levanten ve Rum kökenli vatandaşımızın ruhlarına ithafen verilemez miydi? Hani Fenerbahçe, aynı stadın duvarlarında yazdığı gibi "kupalarla anlatılamaz bir büyüklüğe sahipti"? Büyüklüğü göstermenin yolu, devletin bürokrasinin devam mı ettirmek ve bir kamusal alana toplumun her kesimi tarafından kabul görmemiş birinin ismini zorla vermekten mi geçmektedir?
Burada aslında karar toplumun, toplum özelinde de Fenerbahçeliler'in. Bir taraftan, her türlü dini, vicdani ve düşünce bazındaki baskıya karşı çıkıp, haftasonları da görev yaptığı dönemde bu tarz baskılarla özdeşleşmiş birinin adının verildiği bir statta maç izlemek, vicdanınızda bulantı yaratmıyorsa, o zaman sizleri de takiye denilen dipsiz kuyuda kaybetmişiz demektir.